HER zaman
yenilenmenin, tazelenmenin, dinamizmin simgesi olmuştur gençlik. Özellikle siyâsî
ya da toplumsal hareketlerde bir işi tamamına vardırmanın, bir amaca ulaşmanın,
hisleri diri tutmanın, vizyonu genişletmenin rolü hep gençlikte olmuştur.
Peki,
büyüklerine nazaran gençlerin bu konuda daha başarılı ya da daha istikrarlı
olmasının temel sebebi nedir? Hangi özellikleri, gençleri diri ve sağlam kalma
noktasında diğerlerinden farklı kılar?
Bu
noktada aklımıza birçok sebep gelebilir, ama bunların en önemlisi, kıymetli bir
histir. Onun adı, “samimiyet”tir…
“Ben
eğitimli değilim. Herhangi bir konuda uzman da değilim. Ama samimiyim ve samimiyetim
benim referansımdır!” diyor Malcolm X.
Herhangi
bir konu üzerine uzmanlaşmak önemlidir belki, ama daha da önemlisi için “Her ne
iş yapıyorsan, onu samimiyetle yapmaktır” diyebiliriz bu sözden yola çıkarak.
İşte gençliğin hareketler içerisinde kazandığı en büyük nokta da burası!
Herhangi
bir dünyalık beklemeden, gelecek kaygısı gütmeden, kimseden bir fayda
beklemeden uğraştığı işin üzerine yürüyen, hattâ koşarak ilerleyen gençler,
bulundukları yerlerde görünenden çok daha fazla yük sırtlanırlar her zaman.
Samimiyet
duygusu, gencin daha hızlı, daha gönülden adım atmasını sağlar mutlaka. Ancak
kimi zamansa ayağının kayacağı bir zemine yol açan yumuşak tarafı hâline
gelebilir. Müspet hareketlerde samimiyet, sizi zirveye taşıyabilir. Fakat bu
duygunun menfi bir yaklaşımla kullanılması, zehirledikleri gençler üzerinden
kendi emellerine yürüyenlerin kötülüklerine ortak olmanıza sebep olabilir.
Türkiye’nin son dönemde yaşadıkları, büyük ölçüde bu karşılıklı durumu ortaya
koymaktadır.
Gençliğe
kendini ve toplumunu yetiştirmeye, bu anlamda çaba göstermeye, yük almaya,
sorumluluk altına girmeye hazır bir potansiyel olarak bakılır ve bu çerçevede
politikalar üretilirse, ortaya muazzam sonuçlar çıkar. Eğer gençliğin samimî
duyguları değerlendirilip onun hızlı hareket kabiliyeti ve erken parlama tarafı
öne çıkartılarak bu enerji menfi gayretlerde kullanılırsa, bir neslin
kaybedileceği ve toplumun ciddî yaralar alacağı durumlar kaçınılmaz olacaktır.
Geçmişe baktığımız zaman, bu iki durumun örnekleri görülecektir. Ancak hayat,
her zaman bu kadar keskin sonuçlar çıkarmıyor karşımıza.
Bir
de gençliğin enerjisi, samimiyeti, muhakeme yeteneği bir ölçüde doğru yerlere
kanalize edilirken, doğru hesaplardan çıkan yanlış sonuçlar da var. Ki bu durum,
hem karar vericileri, hem de bu ortamdaki gençleri heba edebilmektedir. Yola
çıkarken gayretinin temeli olan niyetini yolda unutan, bir hazineye varınca
menzile ulaştığını sanan ve gençlere aşıladığı erdemleri ilk tökezlemede önce
kendisi kaybeden ve dolayısıyla genç zihinlerde hiç kimseye güvenmeme ve o
saatten sonra karşılaşacağı her ideale şüpheyle bakma alışkanlığını
kazandıranların vebali, belki de herkesinkinden daha büyüktür.
Yeni
sorumuz, birtakım tecrübelerle ortaya çıkan tüm bu ihtimâlleri doğru alana
yönlendirebilmek üzere “ne yapmak” gerektiği olacaktır.
“Çünkü benden bir kahramanlık kalacak/ çünkü besmeleyle başlandı/
çünkü desturla tuttuk ne tuttuksa/ çünkü imanla çok şeylere çağrıldık/ gözümüz/
dağlarda kaldı, eşya geride kaldı/ dünya arkada bırakıldı/ bir diş gibi
ayrıldık çenemizden/ dil çağı kapandı, göz bağı koptu/ bir tövbe sancağı açıldı
bir zevk süreci değil/ çünkü bütün o zamanlar toptan kullanılmış oldu/ içinde
zalimlerin asılma sahneleri/ içinde kan akıtanların kanlarının seli/ içinde
mahzun edenlerin gözyaşı nehirleri/ çünkü tövbe edildi, izin verildi,
besmeleyle başlandı/ sevgilinin elinden dertler hoş/ beline/ çamur çamur olarak/
tekme tekme olarak/ on gündür ve kırk gündür daha/ aç acına ayakta/ durmak/ elli
gün ayakta durmak olarak kaydedildi/ sevilinin elinden bağış ve kefaret olarak/
bilindi/ kabul edildi/ razı olundu/ ağlanmadı/ peki ekmek istenmedi mi istendi/
Sadece bir parça ekmek istendi tapınmaya bedensel güç olarak/ Yalvarılmadı hiçkim/ se/ ye/ ağlanmadı/ razı olundu,
kabul edildi, öpüp başa kondu/ ve çünkü tövbe edildi…” (Cahit Zarifoğlu, Zahmet Vakti)