ÇOCUĞUNUZU bir okula veya
kursa kaydettirmek için görüşmeye gittiğinizde, muhatap olduğunuz temsilci, ebeveyn
olarak şu iki soruyu yöneltiyor: “Çocuğunuzun eksik olduğunu düşündüğünüz
yönleri neler? Bu konuda okulumuzdan/kursumuzdan beklentiniz nedir?”
Kreş,
anaokulu ve ilkokul anlamında birbirinden farklı okullara yavrusunu
kaydettirmiş biri olarak bu iki soruyla her seferinde karşılaştım ve şu cevabı
verdim: “Bence çocuğum tam, ancak verdiğimizi sandığımız derslerle onu eksilten
biziz. Burada sadece mutlu olmasını istiyorum!”
Bu
cevabım karşısında genellikle mütebessim ama şaşkın bir ifadeyle, “Ne yani,
lise ve üniversite kazandırma oranlarımızı sormayacak mısınız?” gibi sorularla
çok karşılaştığım gibi, cevabımın esprisinin anlaşılmadığına da şahit oldum.
Herhangi
sağlıklı bir insan, doğum itibariyle tamdır, tümdür, bütündür. Azalarının
yanında kalbî ve zihnî plânda da bu tamlık, tümlük ve bütünlük son derece
mükemmeldir. Çocuğu o doğduğu andan itibaren anlamak yerine onun bizi
anlamasını bekleriz.
Her
çocuk barınmaya, aşa, suya, tuvalete, ilgiye, bilgiye, dikkate ve sevgiye
muhtaç doğar. Onun doğumu hayret ve merak üzerine kuruludur. Siz bunları ne
kadar tam, tüm ve bütün ayarında verirseniz o kadar tam, tüm ve bütün olur.
Hayretini ne kadar çeker ve merakına ne kadar cevap verirseniz, o kadar tam,
tüm ve bütün olur. Bunu gerçekleştirmek imkânsız olduğu için, her çocuk tam,
tüm ve bütünken, yaşı ilerledikçe eksilir.
Meselâ
içme suyunu daha öğrenmemiştir çocuk. Merak eder, öğrenir. Islak olduğuna,
ferahlattığına, yemeğin ardından içildiğine vâkıf olur. Denize götürürsünüz,
uçsuz bucaksız bir dolu suyu görünce onun da içilip içilmeyeceğini merak eder.
Tuzlu suyu öğrenir ve içilmeyeceğini kavrar. Bu iki olay da başlangıçta onun
hayret ve merak kapısını açarken, bu bilgiyi öğrendikten sonra o kapı o konu
hakkında kapanır.
Öğrenmek,
ancak iletişimle gerçekleşebilen bir eylemdir. Yalan söylemek de öğrenilir,
kayıtsız kalmak da, saygısızlık da, ahlâk tanımamak da. Nesiller/kuşaklar da
insanın yaşadığını yaşarlar. İnsan doğmuştur, tamdır, tümdür, bütündür. Ancak
her nesil, biraz daha eksilir. Tarihteki ilk insanın kültüründen bugüne eksilen
bilgiyi fark edebiliyorsak, bu konuyu çözümleyebiliriz.
İlk
insan tek dille konuştu. Doğruyu söyledi, yalanı bilmedi. Ahlâkı Allah’ın
ahlâkıydı, terbiyesini Allah vermişti. Ve ondan bugüne eksilen insan, eksile
eksile bir yaşlılık sürecine girdi.
Yaşlılar
için, büyüdükçe küçüldükleri söylenir. Bu duruma herkes şahittir. Yaşlıların
kendileri bile. Öyle ki, yaşlı kimsenin sureti/suratı çocukluğundaki
surete/surata döner. Ancak nasıl yaşlı hafıza artık her şeyi hatırlayamaz ve
sahibi olduğu bilgiden uzak kalır, eksilirse, nesiller de taşıdıkları bilgileri
unutup eksilirler. Her yeni nesil için bu böyledir.
Genç
neslimiz hakkında çok fazla atıp tutuyor, bu neslin ahlâk ve kültür anlamında
bigâne kaldığını beyan eden konuşmalar yapıyoruz. Ancak benim şahit olduğum
şey, belki bundan farklı değil ama daha farklı bir açıdan baktığımda olumlu bir
gösterge.
Bugünkü
genç nesil, evet, iletişimden uzak ve sadece kendisiyle alâkadar. Ancak bu
durum ona şöyle bir artı katıyor: Gençlerimiz gerçeklerle yüzleşmede tecrübesiz
oldukları için yalanın ne olduğunu bilmiyorlar. Bu yüzden yalanlara kolaylıkla
inanıyorlar. Yalana ortak oluyorlar; ancak bu, bilerek yaptıkları bir eylem
değil, yalanı doğrudan ayırt edememelerinden kaynaklanıyor. Nasıl yaşlıları kolayca
kandırırsınız, zira yalanla işleri olmaz, bu durum da böyle.
Son
18 yılda iktidarın gençlik hakkında hiçbir olumlu gayrette bulunmadığını ve bu
yüzden ilk iktidara geldiği gün doğanların bugün kendisinden niçin bu kadar uzak
kaldığını sorguluyorlar. Genç nesle söylenen yalan şu: “Sizi büyütenler yalan
söylüyor!”
Kendisine
yalan söylendiğini düşünmeyen, zira yalan söylemediği için yalanı tanımayan
genç nesil, buna inanarak, kimsesizken kendisini evlât edinip gerçekleri
kendisinden saklayan ebeveynlerine “Sizler yalancısınız!” çıkışmasının
psikozunu yaşıyor.
Yalan nedir bilmeyen bir nesli bu özelliğiyle kavramamız önemli. Genç neslin gözlerinin içine bakarak konuşmalı ve onu, yalan söylemediğimize inandırmalıyız. 18 yılda gerçekleşmeyen atılımın kapısının o an nasıl aralanacağına şahit olacağız…