Bir fıtrat hâli olarak ahde vefâ

Ahde vefâ, insanı Allah'a ve insanlara yakın kılmakta, vefâkâr insanlar Allah'ın nimetlerinden verimli bir şekilde istifade etme imkânlarına kavuşmaktadırlar. Dünyanın cazibesi, insanı Allah'tan uzaklaştırabilmektedir. Dünyevî servet, şehvet ve şöhretin peşinde koşma sonucu Allah'tan gafil olabilen insan, Allah'a yabancılaşabilmekte ve uzaklaşabilmektedir.

YARATILMIŞLARIN en şereflisi olan insanın en aslî niteliklerinden biri, ahde vefâ gösteren bir varlık olmasıdır. Ahde vefâ hasleti, insan için önemsiz olan bir durum düzeyine indirgenemez. Kişinin insanî durumunu koruyup koruyamaması ile yakından ilişkili olan ahde vefâ konusu insanı en şerefli varlık konumunda tutarken, ahde vefâsızlık hâli de onun en düşük tabakalara kadar inmesine sebep olabilmektedir.

Mümin olmak, ahlâklı olmayı gerektirmektedir. Ahlâk sahibi olmak, fıtratın gereği olarak ahde vefâ göstermeyi ve verilen sözlerin tutulmasını gerekli kılmaktadır. Allah, insanlığa verilen sözlerin tutulmasını emretmektedir: "Ey iman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin." (Maide, 1)

Tek bir nefisten yaratılan insanlığın barış, adalet ve hürriyet içinde yaşaması için ahde vefâ göstermesi, olmazsa olmaz bir ahlâkî gerekliliktir. Yeryüzünde felâha götüren yol ahde vefâdan geçtiği gibi, dünyadaki fitne ve bozgunculuğun kaynağı da ahde vefâsızlık anlamına gelen duygular, düşünceler, tutumlar ve amellerdir. Şeytan, yeryüzünde fitne ve fesadı yaygınlaştırmak için sürekli olarak insanları, vermiş oldukları ahitleri bozmak için kışkırtmaktadır.

Kişinin sevgisinde, dostluğunda, imanında, umudunda ve sadâkatinde sebat etmesi anlamına gelen vefâ, insanın duygu, düşünce ve davranış hâlini bütün olarak kapsayan ahlâkî ve fıtrî bir haslettir. İslâm, ahde vefâ göstermeyi insan ve mümin olmanın en önemli hasleti olarak konumlandırmaktadır. Ahde vefâ hasletinin yokluğu, olgun ve ahlâklı insan ve mümin olunamayacağı anlamına gelmektedir. Bu dünya, insan için bir imtihan yeridir. Bu dünyayı insan için imtihan yeri kılan husus, insanın ruhlar âleminde sadece Allah'ı Rab olarak kabul edeceğine dair verdiği mîsakın korunup korunmayacağı meselesidir (A'raf, 172).

Allah'ı sadece Rab olarak kabul etme ahdinin gereğinin yerine getirilip getirilmemesi, insanı mümin veya kâfir yapmaktadır. İnsanın ahlâklı mümin olarak dünya hayatını yaşaması ve ahiret saadetini kazanması, "Kâlû: Belâ"da verdiği ahde vefâ gösterip göstermemesine bağlıdır. Allah, hiçbir mahlûkattan ahde vefâ göstermesini beklememektedir. Allah'ın "Kâlû: Belâ"da verilen ahde vefâ göstermesini beklediği tek varlık, insandır. Ahde vefâ, cansız, iradesiz ve akıldan yoksun varlık ve nesnelerden beklenecek bir erdem değildir. Akıl, onur ve özgürlük sahibi insana ahde vefâ göstermek yakışmaktadır. Ahde vefâ göstermek, kişinin kendisini aklen ve kalben inşâ etmesi, kalp dünyasını sevgiyle, sadâkatle, empati, insan severlik ve ubudiyyetle doldurması anlamına gelmektedir.

Dünya hayatında aslî varoluş amacımız, Allah'a ahlâk ve akıl sahibi hâlde iman etmiş insanlar olarak yaşamayı gerçekleştirmektir. Orijinal varoluş durumunda insanlık, Allah'a, özgür bir şekilde kul olacağı ve sadece O'nu Rab olarak tanıyacağı şeklinde ahitte bulunmuştur. Bizi en şerefli varlık olarak yaratan, bize akıl nimetini veren ve yeryüzünü bizim için her türlü nimetlerle donatan Allah'a vermiş olduğumuz ahde sâdık kalma, varoluşumuzun olmazsa olmazıdır. Allah'a vermiş olduğumuz orijinal ahde sâdık olma, Allah'la sahih bir ilişki kurma anlamına gelmektedir. Allah'a vermiş olduğumuz ahdi bozmamız, bütün kötülüklere kaynaklık teşkil etmektedir. Allah'la olan ilişkimizin bozulması, insanlar ve diğer canlılarla ilişkimizin bozulması ve onlara vermiş olduğumuz ahitlere sadakat gösterilmemesi anlamına da gelmektedir.

Allah'a vermiş olduğumuz ve sadece O'nu Rab olarak tanıma ahdimize sadâkat göstermenin yolu, O'nun insanlığa hidâyet, rahmet ve şifa kaynağı olarak yolladığı Kur'ân-ı Kerîm'e uygun, ahlâklı bir hayat yaşamaktan geçmektedir. Akıl ve düşünce ile Kur'ân'ı anlamak ve Kur'ân'ın hidâyet paradigmasına uygun bir hayat sürmek, Allah'a vermiş olduğumuz ahlâklı mümin olma ahdimizin uygulanmaya konulması demektir.

Allah'a kul olma ahdini en kâmil şekilde yerine getiren model, Rahmet Peygamberi'dir. Allah, Rahmet Peygamberi'nin insanlık için bir "Güzel Örnek" olduğunu bize bildirmektedir (Ahzab, 21). Rahmet Peygamberi, ahde vefâyı "dinin olmazsa olmazı" olarak nitelemiştir. Rahmet Peygamberi'nin güzel örnekliğini esas almak, sahih anlamda ubudiyyet vazifesini yerine getirmemiz için temel bir gerekliliktir. Ahlâk, iman ve ibadet alanlarında Rahmet Peygamberi'nin Güzel Örnekliğini takip etmemek, ahdin radikal bir şekilde bozulmasının yolunu açmaktadır.

Vefânın yurdu kalp

Vefânın yurdu kalptir. Vefâ hasletinin gönüllere yerleştirilmesi, gönlümüzün bütün insanlara ve varlıklara açılması anlamına gelmektedir. Bütün insanlığı ve mahlûkatı kendisine akraba gören, vefâ gösterip onlara gönlünde yer açan kişi, sahih anlamda insanlıkla ve varlıkla ilişki kurmayı başarmaktadır. Yûnus Emre'nin, "Yaratılanı severiz Yaratan'dan ötürü" fikri, Allah'a vefâ göstermenin, O'nun yarattığı mahlûkata vefâ göstermeyi gerekli kıldığını özlü bir şekilde ifade etmektedir. Yûnus Emre'nin, "Yetmiş iki millete aynı gözle bakmayan, halka müderris olsa Hakk’a âsidir" sözünün ahlâkî anlamda olgunlaşmış insan olmanın aslî ölçütünün evrensel fıtrî vefâ olduğunu ifade etmesi, Yaratan'a ve yaratılana vefâ göstermenin birbirinden koparılamayacağı anlamına gelmektedir.

Vefâyı gönlümüzden çıkardığımız zaman akıl ve kalp dünyamız bütün kötü hasletleri besleyen bir bataklığa dönüşmektedir. Vefânın kalbimizden çıkması sonucunda gönül ve akıl dünyamıza kin, nefret, husûmet ve cehalet hâkim olmakta, herkesi ve her şeyi yıkan bir canavara dönüşmekte, gönül ve akıl doğruluk yerine yalan ve illüzyonlarla dolu bir sapkınlıkta kaybolmaktadır.

Vefâ hasletini kaybeden Kabil, kardeşini hırsları ve kıskançlığı yüzünden öldüren bir vahşetin faili olmuştur. Ahde vefâ, hidâyet üzere olmanın aslı iken, yalancılık, sahtekârlık, husûmet ve ikiyüzlülük ise her türlü gaflet, dalâlet ve hıyanet yolunun kapısını açmaktadır.

Allah'a vermiş olduğumuz ve sadece O'nu Rab olarak tanımak şeklindeki ahdimize vefâ ve sadâkat göstermek, Allah'ın yarattığı mahlûkata vefâ duygularıyla yaklaşmak, insanın Allah'ın dünyasında bir yer edinmesini sağlamaktadır. Allah'ın gönlüne girebilmemiz için, O'nunla yapmış olduğumuz mîsaka uymamız lâzımdır. Ahde vefâ, insanı Allah'a ve insanlara yakın kılmakta, vefâkâr insanlar Allah'ın nimetlerinden verimli bir şekilde istifade etme imkânlarına kavuşmaktadırlar. Dünyanın cazibesi, insanı Allah'tan uzaklaştırabilmektedir. Dünyevî servet, şehvet ve şöhretin peşinde koşma sonucu Allah'tan gafil olabilen insan, Allah'a yabancılaşabilmekte ve uzaklaşabilmektedir.

Ahde vefâ, bütün hayatımızda Allah'ın aslî gaye olmasını gerektirmektedir. Dünyevî nitelikte hiçbir şey veya kimse, Allah'ın yerine aslî amaç olarak ikâme edilemez. “Sadece Allah'a kul olmak ve yeryüzünde O'na iman eden müminler olarak yaşamak” şeklinde bir ahdimiz olmasına rağmen, Allah'ın dışında sahte ve yapay şeylerle meşgûl olmakla hayatımızı geçirmek, ahde vefâ hâliyle bağdaşmayan akıl ve ahlâk dışı bir durumdur. Bu dünyada gerçekleşmesi için sürekli olarak çabalamamız gereken en önemli amacımız, işimiz ve sorumluluğumuz, Allah'a ve yaratılanlara karşı vefâkâr insanlar olmaya çalışmaktır.