Bir evlât, pîr olsa da anaya muhtaç imiş

Her çocuk başlı başına keşfedilmeyi bekleyen, milim milim tanınmayı ve bilinmeyi isteyen bir toprak gibidir. Toprak gibi bakıma merhamete, sevgiye muhtaçtır ve kesinlikle başıboş bırakılmaya gelmez. Emaneti yüklenmenin vebal ve sorumluluğu bazen ağır da gelebilir.

YÜCE Allah (cc), insanın ve bütün kâinatın yaratıcısıdır. Anne babalarımız ise dünyaya gelişimizin sebebidirler. Yeni doğan bir çocuk, hayatını devam ettirebilmesi için zarurî ve tabiî ihtiyaçlarını karşılamaktan acizdir. Bakıma, himayeye, sevgi ve şefkate muhtaçtır. Bu küçücük çocuğa bakacak, onun her türlü ihtiyaçlarını, olumsuzluk ve imkansızlıklara rağmen kendi hayatını dahi tehlikeye atarak koruyacak, himaye edecek, büyütecek, yedirip içirecek olan yegâne varlık, onu doğuran annedir.

Anne ilâhî rahmete benzer, hep verir, karşılık beklemez. Kendi yemez, çocuklarını yedirir; giymez, giydirir; içmez, içirir; uyumaz, uyutur; gülmez ama çocuklarını güldürür.

Hep fedakârlık yapar annelerimiz. Çocuklarının bakımından temizliğine, eğitiminden yetişip büyümesine ve her türlü ihtiyaçlarının karşılanmasında anne ve babaların gösterdiği ilgi, alaka ve titizliğin derecesini kelimelerle ifade etmek adeta imkânsızdır. Müminler olarak başka mecralara kaymadan, bu konuda başka maceralara yelken açmadan, derdimizin devası, istikametimizin yolu Kur’ân ve Risalet-i Resûlullah’a müracaat edelim…

İslâm’a göre varlık vesilemiz ve velinimetimiz olan anne-babalarımızın üzerimizdeki hakkı nedir?

Kul hakları içinde en mühim olanı ana-baba hakkıdır. Allah ve Resulüne itaatten sonra ana-babaya itaat gelir. Çünkü anne ve babalarımız varlık sebebimiz ve velinimetimizdir. Maddî ve manevî hayatımızı inşâ eden müstesna fazilet abideleridir. Bir anne yüreği ve kucağı, çocuk terbiyesinin yapıldığı muhteşem bir dershanedir.

Aile yuvası, çocuğun istikbâlini şekillendiren ilk eğitim müessesesidir. Dolayısıyla anne ve babaların evlatları üzerindeki hakları sayıya gelmeyecek kadar çoktur. Faziletli anne-babalar, evlât için büyük bir rahmet ve berekettir. Saliha anne, İlâhî kudretin insanoğluna lûtfettiği bir rahmet kucağı, ailede saadet kaynağı, huzur ve safa ışığı, aile fertlerinin şefkat pınarıdır. Rabbimizin “Er-Rahmân” ve “Er-Rahîm” Esmasının dünyadaki müstesna ve mutena bir tecelligâhıdır. Bizleri önce bir müddet karnında, sonra kollarında ve ölünceye kadar da kalplerinde taşıyan annelerimize gösterilecek sevgi ve saygıya ortak olabilecek başka bir varlık yaratılmamıştır.

Ev tanzimi ve evlât terbiyesini omuzlarına alan anneler, cidden engin bir muhabbete, derin bir saygıya ve ömürlük bir teşekküre lâyıktırlar. Bir anne ruhunda biriken o engin şefkatin sınırlarını tayin edebilecek bir ölçü var mıdır? Yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş, uyumamış uyutmuş... Hayatın fırtınalarında bizlere bir toz konmasın diye bütün varlığını seferber etmiş olan anne ve babaların haklarını ödeyebilmek mümkün müdür?   

Cenab-ı Hakk, Kendi haklarından sonra anne-babaya iyi ve güzel davranmayı ilk sırada zikrederek şöyle emreder: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve maliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın...” (Nisa, 36)

“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını vasiyet ettik. Çünkü anası, onu nice sıkıntılara katlanarak (karnında) taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için,) ‘Önce Bana, sonra da ana-babana şükret’ diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır.” (Lokman, 14)

Cenab-ı Hakk, Kendi rızasını ana-babanın rızasına bağlamıştır. Bu hakikati Resûlullah şöyle haber verir: “Allah Teâlâ’nın rızası, anne ve babayı hoşnut ederek kazanılır. Allah Teâlâ’nın gazabı da anne ve babayı öfkelendirmek suretiyle celbedilir.” (Tirmizi, Birr, 3/1899)

Hazreti Peygamber’in şu duası, bir mümin için ne büyük bir müjdedir: “Ana-babasına iyilik edene ne mutlu! Allah Teâlâ onun ömrünü ziyadeleştirsin.”

Ebeveynin evlâdı üzerindeki hakları o kadar çoktur ki bunları ödemek pek zor, hatta imkânsızdır. Hadis-i şerifte buna şöyle bir teşbihle dikkat çekilmektedir: “Hiçbir evlât, babasının hakkını ödeyemez. Şayet onu köle olarak bulur ve satın alıp azat ederse, babalık hakkını (ancak o zaman) ödemiş olur.” (Müslim, İtk, 25; Ebu Davud, Edeb, 119-120; Tirmizi, Birr, 8/1906) Bu sebeple, Allah rızası için herhangi bir hayır ve iyilik yapılacaksa, evvelâ ana-babanın düşünülmesi icap eder. Sonra da en yakından uzağa doğru diğer insanlar...

Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah, yapacağınız her hayrı bilir.” (Bakara, 215)

Çocuklar, ana-babalarına karşı hürmet, itaat ve gerekli hizmetlerle mükelleftirler. Eğer farklı yerlerde ya da muhtelif şehirlerde yaşıyorlarsa, ana-babalarını ziyaret edip gönüllerini almalı, dualarını istemelidirler. Onlara hizmet etmek, güzel söz söyleyip ikramda bulunmak, bilhassa yaşlandıkları zaman evlâdın en büyük vefa borcudur. Yüce Rabbimiz, onlara karşı en ufak bir memnuniyetsizlik göstermeye bile müsaade etmemiştir. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Rabbin, yalnız Kendisine ibadet etmenizi ve ana-babaya iyilikte bulunmayı emretmiştir. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı ‘Öf’ bile deme, onları azarlama. İkisine de hep tatlı söz söyle. Onlara rahmet ve tevazu kanatlarını ger ve ‘Rabbim! Onlar beni küçükken (merhametle) yetiştirdikleri gibi Sen de onlara merhamet eyle’ de.” (İsra, 23-24)

Nüfey bin Haris (ra) şöyle rivayet eder: “Resûlullah bir gün, ‘Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi?’ diye üç defa sordu. Biz de, ‘Evet ya Resûlullah’ dedik. Resul-i Ekrem Efendimiz, ‘Allah’a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmek’ buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve ‘İyi dinleyin: Bir de yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmak’ buyurdu. Bu sözü o kadar çok tekrar etti ki daha fazla üzülmesini istemediğimiz için, keşke sükût buyursalar da yorulmasalar diye arzu ettik.” (Buhari, Şehadat 10, Edeb 6, İsti’zan 35, İstitabe 1; Müslim, İman 143)

Bazı rivayetlerde, kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın anne ve babasına itaatsizlik eden kimselerin yüzlerine bakmayacağı haber verilmektedir.


 

Ana babaya hürmet ve iyilik

İyilik yapan iyilik görür. Kişi, anne-babasına nasıl muamele ederse evlâdından da aynı muameleyi görür. Hazreti Peygamber, “Babalarınıza iyilik edin ki çocuklarınız da size iyilik etsinler” buyurarak bu hakikate işaret etmiştir. Ebeveynlerine karşı kötülük yapan ve kırıcı davrananların nihayette kendi evlâtları tarafından aynı muameleye tâbi tutulduğu, çok sık rastlanan ibret manzaralarındandır.

Ebu Hüreyre (ra) şöyle anlatır: “Bir şahıs, Resûlullah’a gelerek, ‘Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?’ diye sordu. Resûlullah, ‘Annen!’ buyurdu. ‘Ondan sonra kimdir?’ diye sordu. Efendimiz, ‘Annen!’ buyurdu. Tekrar ‘Ondan sonra kim gelir?’ diye sordu. Allah Resûlü yine ‘Annen!’ buyurdu. ‘Sonra kim gelir?’ diye sorunca Resul-i Ekrem bu sefer, ‘Baban’ cevabını verdi.” (Buhari, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1) (Diğer bir rivayete göre o şahsa ilâveten, “Sana en yakın olan akraban” buyurulduğu belirtilir./ Müslim, Birr 2)  

Allah’ın en beğendiği amel

Abdullah bin Mesut (ra) şöyle demiştir: “Hazreti Peygamber’e, ‘Allah’ın en beğendiği amel hangisidir?’ diye sordum. ‘Vaktinde kılınan namazdır’ diye cevap verdi. ‘Sonra hangi ibadet gelir?’ dedim. ‘Anne ve babaya iyilik ve itaat etmek’ buyurdu. ‘Daha sonra hangisi gelir?’ diye sordum. ‘Allah yolunda cihad etmek’ buyurdu.” (Buhari, Mevakit 5, Cihad 1; Müslim, İman 137-139) 

Hazret-i Aişe şöyle nakleder: “Resûlullah’a bir kişi geldi. Yanında da yaşlı bir zat vardı. Allah Resulü, ‘Ey filan, yanındaki kimdir?’ diye sordu. O kişi, ‘Babamdır’ cevabını verdi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şu ikazda bulundu: ‘Onun önünde yürüme, ondan evvel oturma, onu ismiyle çağırma ve ona hakaret ettirme!’ 

Bir kimse başkasının babasına hakaret eder veya kötü davranırsa, o da aynıyla mukabele eder. Böylece evlât, kendi babasına hakaret ettirmiş ve kötülük etmiş olur. Netice itibariyle söylersek, Kur’ân’dan ve birçok hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, Allah’ın rızası, anne-babanın rızasına bağlıdır. Anne-babanın evlât üzerindeki hakları büyüktür. Çünkü bir baba, hiç kimsenin değil, sadece evlâdının kendisinden daha üstün bir makama gelmesi için çaba sarf eder. Bu yüzden, bu değerli varlıklara saygıda kusur etmemek, dinimizin temel prensiplerindendir.

Anne-baba hakkına bu derece ehemmiyet veren kültürümüzde hiçbir evlât, anne-babasına karşı hak iddiasında bulunamaz. Ama bu durum, anne-babanın evlâtlarına karşı sorumsuz olabilecekleri anlamına gelmez. Kuşkusuz anne-baba, Kur’ân ve Sünnet’le sabit olan sorumluluklarını yerine getirdikten sonra evlâdarından hürmet ve saygı bekleyebilir.

Hatta gayrimüslim bile olsalar ebeveynimize itaat etmemiz farzdır. Fıkıh kitaplarımızda konuyla ilgili bir detaya yer verilir: Anne-babası gayrimüslüm olan bir Müslüman, onları kiliseye götürmez ama kiliseden çıktıklarında onları alıp evlerine ulaştırmak zorundadır.

Osmanlı’da anne-babaya hürmet

Hazreti Muhammed (sas) âşığı, İlâ-yı Kelîmetullah için Nizam-ı Âlem ülküsünün serdengeçtileri olan ecdadımızın ana-babaya olan itaatine de bakalım ve Batı medeniyetindeki (!) ahval nicedir, görelim.

İnsanlar, gerek ana-babalarına, gerekse diğer insanlara karşı muamelelerinde İslâm’ın koyduğu edep ve nezaket kaidelerine tâbi olurlarsa, son derece huzurlu ve gıpta edilmeye lâyık bir toplum meydana gelir. Nitekim Fransız müellif Brayer, Osmanlı toplumunda müşahede ettiği fazilet tablolarını bazı kıyaslar yaparak şöyle ifade eder: “Osmanlı’da çocuklar, yetişip kemâl yaşına geldikleri zaman anne ve babalarının yanında bulunmakla iftihar ederler. Anne-babaları küçükken kendilerine nasıl şefkat gösterdilerse, çocuklar da aynı şekilde mukabele etmekle bahtiyar olurlar. Oysa diğer memleketlerde çok defa çocuklar olgunluk çağına girer girmez ana ve babalarından ayrılırlar. Maddî menfaatleri hususunda onlarla çekişe çekişe münakaşa ederler. Hatta bazen kendileri refah içinde yaşadıkları hâlde onları sefalete yakın bir hayat içinde bırakırlar. Kendilerine en çok ihtiyaçları olduğu devrede anne-babalarına karşı adeta yabancılaşırlar.” (Akıl ve vicdan sahipleri hakkı teslim edeceklerdir.)

Batı kültüründe ise menfaat esas olduğundan, ebeveyn ile evlat arasındaki bağ, menfaatlerle sınırlıdır. Menfaati olmazsa bir evlât, anne-babasına sıradan bir iyilik bile yapmaz. Bugün Batı’da yaşayan yaşlı ve hasta ebeveynlerin hayatı büyük bir dramdır. Çünkü yaşlı ve hasta ebeveynler, hayatlarının büyük bir kısmını huzur evlerinde, çocuklarından uzak bir yerde geçiriyorlar. Bazen evlâtları vefatlarından bile haberdar olmuyor ve defin işlemlerinde dahi bulunamıyorlar. Batılılar bu dramatik tablodan bir nebze kurtulmak için Mayıs’ın ikinci Pazar gününü “Anneler Günü”, Haziran ayının üçüncü Pazar gününü de “Babalar Günü” olarak kutluyorlar. Yani hiç olmasa yılda bir kere ve resmî de olsa bu değerli varlıkların hatırlanması gerektiğini biliyorlar. Bu iyi bir yaklaşım olsa da yetmez. Bizim kültürümüzde sadece yılın bir günü değil, her gün anneler ve babalar günüdür. Kaldı ki, AB ülkeleri ve ABD, 10 aydan beri 35 binden fazla kadın ve çocuğu öldüren terörist İsrail’i destekliyor ve ona silah temin ediyorlar. Acaba AB ülkeleri ve ABD hangi yüzle anneler gününü kutluyorlar? Onlar annelerinin gününü kutlarken annesiz kalan binlerce Filistinli çocuğun annelerinin gününü kim kutlayacak? Ya çocuklarını kaybeden Filistinli annelerin anneler gününü kim kutlayacak?

Demek Batı’nın icat ettiği Anneler ve Babalar Günü de bir fiyaskodan ibarettir. Samimî olsalardı, “Annelerini kaybeden Filistinli çocukların anısına bu yıl anneler gününü kutlamıyoruz” derlerdi. Fakat maalesef hiçbir konuda samimî olmadıkları gibi anneler bu konuda da değiller.

Annelik ve babalık; hafta içi, hafta sonu, tatil, bayram ayrımı olmayan, gece-gündüz zaman kavramı bulunmayan, yorgunluk, hastalık bilmeyen, emekliliği olmayan, çalışan anne-baba ya da evde duran anne-baba olması hiç fark etmeyen daimî bir sorumluluk ve çalışma gerektiren bir hâldir. Dahası, her çocuk başlı başına keşfedilmeyi bekleyen, milim milim tanınmayı ve bilinmeyi isteyen bir toprak gibidir. Toprak gibi bakıma merhamete, sevgiye muhtaçtır ve kesinlikle başıboş bırakılmaya gelmez. Emaneti yüklenmenin vebal ve sorumluluğu bazen ağır da gelebilir. İşte o zaman Resûlullah’ın biricik kızı Fatıma ile yaşadığı hatırlanır ve anne ve babanın motivasyonu doruğa ulaşır.

Bir gün Efendimiz (sav) kalkar ve kızı Hazreti Fatıma’nın evine gelir. Eve girdiğinde görür ki, Hazreti Fatıma oturmuş, elinde Hazreti Ali’nin elbisesinin söküğünü dikiyor. Ayağıyla Hazreti Hasan’ın beşiğini sallıyor, ağzıyla da Kur’ân-ı Kerim okuyor. Bu hâldeyken, Efendimiz (sav) içeri girince, Hazreti Fatıma “Buyur babacığım” diye ayağa kalkıyor. Ama Efendimiz (sav) “Kalkma kızım, otur” diye ısrar ediyor. Ama Hazreti Fatıma yine de kalkıyor. Efendimiz (sav) buna rağmen “Keşke otursaydın” diye ısrar edince, Hazreti Fatıma merak ediyor: “Babacığım, Sen gelirsin de ben ayağa kalkmaz olur muyum? Niye otursaydım ki?”

Efendimiz (sav) durumun sebebini şöyle anlatıyor: “Kızım, hanımlar çok bahtiyardırlar, mesutturlar, kazançlıdırlar. Ben kapıdan içeri girdiğim zaman buranın meleklerle dolu olduğunu gördüm.”

“Babacığım, bu kadar melek niçin gelmiş buraya?” diye sorulunca Efendimiz şöyle buyurdu: “Her biri bir başka sebepten gelmişti; elinle kocanın elbisesinin yırtığını dikiyorsun, hizmet ediyorsun. İşte meleklerin bir kısmı, senin kocana hizmet edişinden dolayı gelmişlerdi. Bir hanımın gönül rızasıyla kocasına hizmet etmesi, meleklerin tebrik edeceği bir ibadettir… Bir hanımın çocuğuna bakması, isteyerek, severek, şefkatle, sevgiyle hizmet etmesi ise meleklerin gelip seyredebileceği bir hizmettir. Meleklerin bir kısmı da oğlun Hasan’ın beşiğini salladığın için gelmişlerdi. Sen ağzınla da boş durmuyor, Kur’ân-ı Kerim okuyordun, işte büyük bir kısmı da okuduğun Kur’ân-ı Kerim’i dinlemek için gelmişlerdi. Kızım, hanımlar çok şanslıdırlar; eğer niyetlerini düzeltirlerse, eğer duygularını düzeltirlerse, eğer bu saydığım hizmetleri şuurla, ibadet kastıyla yaparlarsa, onların yaptığı bütün işler ibadet yerine geçer.”

Rabbimizin Kur’ân’ında zikrettiği, Habîbinin hadislerinde yer verdiği bir kutsal sorumluluktur anne-babalık. Öyle ki, Rabbimiz kimine bahşeder, şükrüyle imtihan eder. Kimine bahşetmeyip sabrıyla imtihan eder. Belki de bu sebeple kişinin cennetinin vesilesidir. O hâlde Rabbimizden duamız, anne babalık konusunda, hayırlı evlât yetiştirebilmek konusunda tüm anne-babalara ve adaylarına muvaffakiyetler ihsan etmesi ve her konuda olduğu gibi annelik ve babalıkta yolumuzu aydınlatan ışığın kaynağından (Kur’ân ve Sünnet) ayaklarımızı ayırmaması içindir. Vesselâm...