Bir Erkin Koray geçti

“Teyp” denilen cihazla ilk defa karşılaştığımda, heyecanla düğmesine basmıştım. Kahverengi, ITT marka idi yanlış hatırlamıyorsam. İttirdim düğmeyi, içindeki kaset çalmaya başladı. Erkin Koray’ın kasetiymiş. İki tur dinledim. Dayım yoktu, odasında teyp vardı. Çarpılmıştım. Erkin Koray’la böyle tanıştım.

“Sevmek bil ki doğmaktır yeni baştan…”

***

CEZAEVİNDE bir mahkûm, sevk alıp hastaneye gitmiş. Bir kolunu kesmişler, hücresine göndermişler.

Aradan bir zaman geçince tekrar hastaneye gider ve bu sefer bir bacağı kesilir.

Birkaç ay sonra üçüncü defa hastane yolu görününce, cezaevi müdürü imzalamadan önce mahkûma çıkışır: “Ne oluyor? Parça parça firar mı ediyorsun?”

Fıkralardan bir fıkra işte. Mantık çerçevesinde eleştirecek olursak, hepsinde bir kusur bulunabilir. Fakat maksat bir örnek göstermek ise pekâlâ diyebiliriz ki, yerini bulmuş bir fıkra, sayfalar dolusu yazı yerine geçebilir.

Biz de bir açıdan buna benzer durumdayız.

Dünya denen cezaevinden parça parça göçüyoruz.

Sevdiklerimiz, dostlarımız, arkadaşlarımız, akrabalarımız gittikçe bizden de birer parça gitmiş oluyor.

Kimleri yolcu etmedik ki!

Saysak, uzun sürer.

Şimdi sıra Erkin Koray’da.

Severdik, sayardık, iyi bilirdik.

Allah rahmet eylesin.

Rabbim onu Muhsin Başkan ile buluştursun.

Sevdikleriyle buluşmayacaksa, ötede ne yapacak ki insan?

Vefatını öğrenmeden önce hayat hikâyesini okuyordum Erkin Koray’ın.

Nerelerden gelmiş, nerelere gitmiş, neler yapmış!

Meğer vefat ettiği için okuyormuşum ben o hayat hikâyesini. Sevdiğimi bilen bir arkadaşım, nasılsa öğrenmişimdir düşüncesiyle göndermiş.

Kıymetini bildik mi? Çok şükür bildik.

Saygı duyduk mu? Elbette büyük saygı duyduk.

Sevdik mi? Hem de nasıl!

Yusuf Akgül’ün bir mesajından öğrendim vefatını. Şöyle diyordu:

“Sanatçı geçinen Batı kuklası süprüntülerin arasında ‘Ben Ülkücüyüm’ diyebilen, adam gibi adam Erkin Baba’nın vefat haberini aldık.

Allah’ım rahmetiyle muamele etsin inşallah.

Makamı âlî, ruhu şâd olsun.”

İki de fotoğraf yer alıyordu bu mesajın altında.

Biri gitar çalarken, diğeri Muhsin Yazıcıoğlu’nu makamında ziyaretinde çekilmiş.

Erkin Koray’ı ve Muhsin Yazıcıoğlu’nu tanıyanlar, o fotoğraflardan ilkine bakınca gitarının sesini duyar. İkincisine bakınca iki yiğidin konuşmalarını işitir.

Malûm, çok ustalıkla çalardı gitarı ve diğer enstrümanları. Öyle ki, 1985’te “Ceylan” albümünün kaydında, davul hariç bütün çalgıları kendi çalmıştı.

“Anadolu rock” tarzının öncülerinden olan Erkin Koray’ın neredeyse bütün eserleri çok sevilmişti.

“Kızları da alın askere”, “Sana bir şeyler olmuş”, “Hayat bir teselli”, “Anma arkadaş”, “Ankara sokakları”, “Aşkımız bitecek”, “Sevince”, “Cemalım”, “Seni her gördüğümde”, “Mesafeler”, “Şaşkın”, “Eyvah”, “Krallar”, “Dost acı söyler”, “Fesupanallah”, “Yalnızlar rıhtımı”, “Öyle bir geçer zaman ki”, “Estarabim”, “Arap saçı”, “Tek başına”, “Çöpçüler”, “Gün ola harman ola”...

“Erkin Baba” diye anılırdı. Az önce Serhat Bıçak’la konuşurken, önemli bir noktaya dikkat çekti Serhat. “Baba” denilen sanatçılar genellikle arabeskin ustaları. Orhan Baba, Ferdi Baba, Müslüm Baba... Arabesk dışında böyle anılan tek isim Erkin Koray. Cem Karaca için de bir ara kullanıldı ama pek yaygınlaşmadı.

Ben de yaklaşık bir asır önce (abartmayalım, bir değil yarım asırmış; sene 73 veya 74 idi) “teyp” denilen cihazla ilk defa karşılaştığımda, heyecanla düğmesine basmıştım. Kahverengi, ITT marka idi yanlış hatırlamıyorsam. İttirdim düğmeyi, içindeki kaset çalmaya başladı. Erkin Koray’ın kasetiymiş. İki tur dinledim. Dayım yoktu, odasında teyp vardı. Çarpılmıştım. Erkin Koray’la böyle tanıştım.

Aziz kardeşim Serhat Bıçak gibi telefonunun çalış müziğini Erkin Koray’ın “Sevince” şarkısı yapanlara ne mutlu. Ya da bir başka eserini…

Ben yapamam. Bitene kadar çalmasını beklerim de arayan vazgeçer. (Aynıyla vaki.)

Şükür ki, buradaki işlerini tamam edip esas memlekete gidenler yanlarında eserlerini götürmüyorlar. Bize eserleri kaldı.