
1992 yılında Birleşmiş Milletler kararı ile 3 Aralık, “Uluslararası Engelliler Günü” olarak kabul edilmiştir. Tüm dünyada engeli olan bireylerin topluma kazandırılması ve haklarının diğer insanlarla eşit ölçüde sağlanması, toplumlarda engeli olan kişilerin güçlendirilmesi amacı ile kutlanmaktadır.
Engellilik doğuştan veya sonradan herhangi bir sebeple bedensel, ruhsal, zihinsel ve sosyal yetilerini çeşitli derecelerde kaybetme, normal yaşamın gereklerine uyamama olarak tanımlanmaktadır. DSÖ Dünya Engellilik Raporuna göre, dünya nüfusunun yüzde 15’i veya 1 milyardan fazla insan engelli yaşıyor.
Her insan bir engelli adayıdır. Hayatın her alanında engeli olan bireylere saygı göstermek her ferdin görevidir.
3 Aralık
Yazıma bu şekilde kısa bir tanımla başlamak istedim. 3 Aralık Dünya Engelliler Günü, anlamı, yapılan etkinlikler, engelliliğin tanımı gibi bilgilere daha geniş çerçevesiyle internet üzerinden veya diğer yayın araçları ile ulaşmak mümkün. Bu yazımda, bir engelli olarak yaşadıklarımdan bahsetmek istiyorum.
Hayatta farklı engel türleri var ve engellilerin kimi kamuda, kimi evde, kimi özel sektörde hayata katılmaya çalışmakta, kendilerince güzel şeyler yaşadıkları gibi engel türlerine ve çevrelerine bağlı olarak da çeşitli zorluklar yaşamaktadırlar. Burada bütün engellerin dili olamam tabiî. Kendi yaşadıklarım üzerinden farkındalık oluşturmak esas amacım.
Nedeni tam olarak tespit edilememiş olsa da ağırlıklı olarak depresyon kaynaklı bir Meniere hastalığı ve bu hastalığın getirisi olarak da işitme ve denge rahatsızlıkları yaşamaya devam etmekteyim. İlaç kullanımı olsa da hastalığımın kesin bir tedavisi yok. Sonradan işitme engelli olduğum ve de işaret dili öğrenme imkânım olmadığı için arada bir yerde kaldım ve bu birçok noktada bana güçlük yaşatmaya devam etmekte. İlk zamanlarda yaşadığım sıkıntılardan biri, işitme testi için gittiğim kurumların bana şüpheyle bakmasıydı. Çünkü doğuştan işitme engelli çoğu insanda cümle telaffuzları farklı olmaktaydı. Benim cümle yapımı görünce, “Acaba kandırma ihtimâli var mı?” diye testleri daha da özenle yapmak zorunda kalıyorlardı.
Tam da benim ve bana benzer durumda olanların durumuna uyan ünlü bir deyim vardır ki neredeyse yarı ömürdür bununla mücadele etmekteyim: “İşine geleni duyuyor, işine geleni duymuyor.” O kadar ilginç bir şey ki bu, sesin kulağımda elektriğe dönüştüğü noktada da hasar olduğu için kelimeler bana ne kadar sağlıklı ulaşırsa o kadar az bozulma oluyor. Çevre bu durumu yadırgıyor. “Dediklerimizin bazısını anlıyorsun, bazısını anlamıyorsun” diyorlar. Buradan hareketle “ses” denilen kavram, ortamına, şiddetine ve sesi çıkaran kişiye göre o kadar çok kombinasyonda karşımıza çıkıyor ki anlatması çok güç gerçekten.
Örneğin, mesafe çok önemli. Mesafe aralığı arttıkça sesin gelişi zorlaşıyor. Sesin iletildiği ortamda başka seslerin olup olmadığı da yine çok önemli. Şöyle ki; bütün sesler kulağımdaki işitme cihazımdan içeri girmekte. Cihazın görevi ortamdaki sesi alıp yükselterek ve teknolojisine göre biraz temizlemeye çalışarak kulağıma iletmek. Eğer ortamda çok ses olursa, işitme cihazı burada bana çok da fayda sağlayamayacaktır. Özellikle trafikte bunun zorluğunu çok yaşarız. O korna ya da aniden yanınızda başlayan bir siren sesi yok mu, işitme cihazına müdahale edemeden ses şiddetine maruz kalmak söz konusu.
Günlük hayatta Meniere sendromunun dezavantajları
İnsan faktörüne gelince… Çevremizdeki insanların çoğunluğu genelde normal konuşma aralığında lâkin şiveli insan az değil. Kelimeleri farklı şekillerde telaffuz eden bu insanlar için neredeyse elimiz kolumuz bağlı kalıyoruz. Ben bizzat iletişim kurmak istediğim ama gerek kısık sesi, gerekse de şivesi nedeniyle çok yakınında olsam bile anlayamadığım bir kişiye, “Üzgünüm, seninle arkadaş olamam” dedim. İçten içe gerçekten çok üzücü bir durumdu.
Diğer tarafta kamuda çalışmanın artı ve eksi yanları var. İş konforunun yanında yüksek sesle konuşmanın hoş karşılanmadığı bir ortamda işitme engelli bir bireyin yaşadıklarını tahmin edersiniz. Örneğin toplantılar genellikle geniş bir salonda, büyük bir masa etrafında, belli bir ses tonunda gerçekleştirilir ve masanın neresinde olursanız olun birilerine uzaksınızdır. Onları anlama imkânınız yoktur. Siz oradasınız diye sizin için ayrıca yüksek tonda konuşma imkânları da yoktur. Toplantıya katılmama talebiniz çoğu zaman hoş karşılanmaz, çünkü bir ekibe dâhilsinizdir ve sorumluluk alanınız ile ilgili sunum yapmanız veya tartışılan konuya fikir beyan etmeniz beklenir.
Yakın zamanda tam da beni ve tüm engellileri ilgilendiren bir alanda bir çalıştaya katılma durumum oldu. Genel açılış konuşmalarından sonra gruplandırmalar yapıldı ve yaklaşık sekizer kişilik masalarda çeşitli fikirler tartışılıp erişilebilirlik alanında yapılacak şeylerin konuşulması amaçlanmıştı. Masalarda kamu kurumu temsilcileri, akademisyenler, özel sektör temsilcileri ve engelli kesimi temsil eden sivil toplum kuruluşu temsilcileri bulunmaktaydı. Benim dâhil olduğum masada söz bana geldiğinde bir işitme engelli olarak sağlıklı sese ulaşma dileğimden bahsedip mümkünse bu sorun üzerine konuşabileceğimizi beyan ettim. Öncelikle işitme engelli olduğumu söyleyene kadar hiç fark etmediklerini ifade ettiler ve durumu not aldılar. Sonrasında ise konu maalesef o kadar dağıldı ki herhangi bir konuda sağlıklı bir sonuca ulaşılmadı. Zira herkes heyecanla kendi tecrübe ve fikirlerini kendilerine verilen kısa zaman süresince ifade edebilme telaşındaydı. Çay, kahve ve öğle yemeği molaları sonrası kapanış konuşmaları derken zaman kimseye yetmemişti. Bürokrasi, her zamanki gibi yine yapılmış olması için gerçekleşen bir çalışma ile daha yoluna devam etmişti.
İşte, evde, sokakta insanlara engel durumunuz ile ilgili ne kadar bilgi verirseniz verin, sağlıklı bireylerin bir engelliyi tam olarak anlaması asla ama asla mümkün değil. İyi niyetli çabalar bile bir yerde yetersiz kalacaktır. Neden mi?
Engelliyi anlayamamak sorunu
Yine örneklerle devam edersek…
Evde işitme engelli olduğumu bilmeyen yoktur, konuşmalara göre cihazımı ayarlayıp mümkün mertebe iletişimi sağlıklı hâle getirmeye çalışıyorum. Eşim ve çocuklarım da bana yardımcı olmak adına çoğu zaman bana uygun konuşmaya çalışıyorlar. Buna rağmen çoğu zaman konuşma esnasında bazı cümleler veya kelimeler kaybolabiliyor. Benim anladığımı sandığım hatta emin olduğum kısım ile aile üyesinin bana ifade ettiği şeyler arasında farklılık oluyor ve sonuçta şöyle bir geri bildirim alabiliyorum: “Dün sabah yaptığımız konuşmada sana bu konularda açıklama yapmıştım ve sen de ‘Tamam’ diyerek onay vermiştin…”
Orada iki konu konuşulmuş ve ben birini kaçırmışım. Buna benzer şeyleri çok sık yaşayabiliyoruz. Çevre ne kadar anlayışlı olursa olsun (ya da olmasın), bu bizim tarafta psikolojik bir tahribata yol açabiliyor. TV’de altyazısız bir yayın izlemek lüks meselâ. Bazen bir yayın oluyor, anlayabilmek adına televizyonun sesini biraz fazla açmam gerekiyor. O yüksek ses süresini çok uzun tutmamam gerekiyor; çünkü size en değer veren kişi bile olsa ondan gerekli uyarıyı alıyorsunuz.
Bir bankada, PTT şubesinde, belediye binasında, kalabalık bir ortamda, bir veznenin önünde hizmet almak için beklerken zaten neredeyse devre dışı kalıyor ve yardımsız işlem yapamıyorken, ailede, işyerinde bizi tanıyanlarla da sürekli imtihan olunmak her zaman kaldırılabilecek ve sabredilebilecek bir durum olamayabiliyor.
Cihaz ve ekipman sorunu
Benim ve benzeri kişilerin yaşadıkları diğer bir sorun, kullandığımız cihaz veya ekipmanlar. Ben işitme cihazı kullanıyorum. Pille çalışıyor ve kamuda çalışan biri olarak yanımda yedek pil bulundurmam gerekiyor. Olur da bazı nedenlerden hazırlıksız yakalanırsam öylece sessizlikte kalıyorum. Ki tedirgin olmamak mümkün değil. Suya, tere ve neme karşı dikkatli olmam gerekiyor. Bazen gram ağırlığındaki o cihaz kafamda kilolarca ağırlık varmış gibi hissettirebiliyor. Şükür ki cihazla da olsa iletişim kurabiliyoruz. (Şükretmek de gerekiyor.)
İşitme engeli nedir?
Bir işitme engelli, sadece işitme sorunu biri demek değildir. Bu paragrafa biraz daha dikkatinizi çekmek isterim, zira bu konuda toplumda farkındalık çok az.
Toplumun ve idarecilerin çok da üstünden durmadığı ve ama yaşayan için zaman zaman çok sancılı anlar yaşatan bir durum işitme engeli. İşitme sorunu yaşayan, içinde benim de olduğum belli bir kesimin aynı zamanda denge sistemi de hasarlı. Örneğin anî baş hareketleri yapamam. Başımı aşağı doğru fazla tutmamam gerekiyor. Çünkü kan basıncı direkt denge sistemini olumsuz yönde aktif ediyor. Yataktan yanlara doğru dikkatli dönmek ve yine yataktan aniden kalkmak gerekiyor. Sağlıklı bir birey için çok basit olan perde takma, ampul değiştirme gibi işlemler, başımızı yukarıya doğru bir müddet kasarak bakma hareketi gerektirdiği için baş dönmesi ve sonrasında mide bulantısı yapabiliyor. Bir aile reisi olarak bana bu konuda hem kendi ailem için, hem yaşlı anne ve babamın ev işlerinde görevler düşebiliyor. Elimizden geldiğince yapmaya çalışsak da zorlanıyoruz doğal olarak.
Şu an daha iyi olsam da bir dönem yolda düz yürüyebilmek bile o kadar zordu ki anlatabilmesi oldukça güç. Engelli veya hasta, hiç fark etmez, sağlığın kıymetini daha iyi anlıyor. Sağlıklı bir sesin kıymetini, elini kolunu sallayarak yürümek bile ne büyük nimet olduğunu daha yoğun hissedebiliyor. Bu açıdan nimet, şükür ve imtihanla kol kola bir hayat yaşıyoruz.
İnsan çileye de alışabiliyor. Ben dengeye, daha doğrusu İlâhî teraziye inanan biriyim. Bir tarafta çile varsa bakmasını bilen, sorumluluğu almasını bilen ve araştıran, sorgulayan biri için dikkatli bakarsa terazinin diğer tarafına onu dengeleyecek bir şeylerin konulduğunu ya da konulabileceğini bilmek gerek. Yaşam bana bağlı, yaşam sana bağlı. Kimseye haksızlık yapılmaz bu yaşamda. Yeter ki okumasını bilelim, üzerimize düşen sorumluluğu alıp gerekli gayreti gösterebilelim.
İşitme engelimle yaşadığım sıkıntılar bir tarafta benim günlük olarak imtihanım olurken, terazinin diğer tarafında neler yaşanmaktaydı peki?
Başlarda anlayamamak, anlaşılamamak, seslerin gürültüye dönüşmesi, toplumdan ve insanlardan uzaklaşmak çok ağır gelse de şu soruyu sormuştum: “Başka ne mümkün, ne yapabilirim? Kendimle aramı nasıl düzeltebilirim? Kendimi nasıl geliştirebilir ve yaşama nasıl daha fazla katılıp katkı sağlayabilirim?”
Okumak, ama çok okumak başlangıç noktası olmuştu. Okudukça zihnimdeki ufuklar açılmış, renklenmiş ve güzelleşmişti. Topluma katılma ihtiyaç ve isteği artmış, bir süre sonra resim kursuna gitmiştim. Fırçaları tuvale her seferinde daha özgür şekilde vurdukça özgürleşmiş, hayattan daha fazla zevk almaya başlamıştım. Okudukça ve tablolarla renklendikçe içimde yeşeren dünyayı yazma ihtiyacı doğmuştu. Yazar olabilmek için deneme ve okuma atölyelerine katıldım. Konuşmalarımı daha güzel hâle getirebilmek adına engelime ne kadar ters olsa da diksiyon kursuna katılıp bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Bunlarla da kalmayacağım tabiî, imkânlar ölçüsünde farklı eğitimlerle kapasitemi artırmaya ve hayata daha fazla katılmak adına mücadeleme devam edeceğim.
Ben yetenek kavramına çok katılan biri değilim. Hayâl gücüne, niyete ve çabaya inanırım. Herkesin kendi imkânınca yapabileceği bir şeyler muhakkak vardır; yeter ki hayâl edebilelim, inanalım ve biraz da çaba ekleyebilelim. Bu dünyanın neresinde olursa olsun, kim olursa olsun, başaran insandır. Engeller her zaman olacak ama engel var diye kaçmak bize yakışmaz.
Bu kapsamda 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde biraz da bu alana yani “Başka neler yapabiliriz?” konusuna ağırlık verilmeli. Engelli bireye kendini hayata katabilmesi için cesaretlendirici destek unsurlarının artırılması, bununla birlikte özellikle sağlıklı bireylerin inşâ ettiği engellerle dolu şehir yapılarının artık herkes için erişilebilir şekilde dizayn edilmesi yönünde çaba sarf edilmesi ve biraz da işi bürokrasiye bırakmadan süreçlerin elden geldiğince hızlandırılması gerekmektedir.
Toplumdan ve yakın çevremizden daha çok hoşgörü ve biraz daha farkındalık bekliyorum. Engelli olmak ve engellerle mücadele etmek zaten yorucuyken, bir de yakın çevre ile sağlıklı bir iletişim süreci sağlayamamak ve sağlıklı bir farkındalığa ulaşamamak yıpratıcı olabiliyor. Elbette zor zamanlardan geçiyoruz; gerek ekonomik, gerekse de insanlık olarak düşüşteyiz ve acilen toparlanmamız, acilen birlik ve beraberliği sağlamamız gerek. Zalim iyice azdı, iyice vahşileşti, ona meydanı bırakan bizlerin mazlumun karşısında vebali büyük. Hayatın bu zor evrelerinde insanlar birlik ve beraberlik yerine tam tersine daha da kabuklarına çekilmeyi tercih edebiliyor ve bu, yardım bekleyen bazı engel gruplarına olumsuz yansıyabiliyor. Ben, Rabbime şükür, kendime ve aileme bakabiliyorum. Ama desteğe ihtiyacı olan çok insan var. Lütfen etrafımıza biraz daha dikkatli bakalım. Bir başka ülkedeki mazlumu düşünmek güzel tabiî, ama hemen yanı başımızdaki boynu bükük birini göremiyorsak bu biraz çelişkili bir durum oluşturmaz mı?
3 Aralık Dünya Engelliler Günü münasebetiyle son olarak şunları ifade etmek isterim: Engelli camiası kendine düşeni yapıp imkânları ölçüsünde hayata daha fazla katılmak için çabalamalı, toplum ve idareciler de toplumun her kesimine adil ve eşit bir yaşam sunmak için daha fazla gayretin sahibi olmalıdır. Ne benim engelim başkasına dert olsun, ne ben başkasına yük olayım. Herkes kadar olamasa da özgürce kendimi ifade edebileyim. Kıyıda köşede kalmasın hiçbir can. Yaşamı paylaştığımız hiçbir canın bir diğerinden eksik ya da fazla hakkı yok. Yapılacak çok zor bir şey değil hani. Sadece elinizi uzatacaksınız, o kadar!
Sağlıcakla kalın…