
“CÜMLE şehitlerin omuzlarında/ Bir sabah gelecek kardan aydınlık…”
Zor zamanlardan geçiyoruz. İmansız kalplerin zulmünden okuyoruz servet zannettiğimiz nemiz varsa hükümsüz olduğunu. Acı, ana haber bültenlerinden taşıyor evlerimize, kalbimizin en içine, ağlıyoruz. “Kime?”, “Neden?”, “Ya biz?” sorularının cevabı yaşantılarımızı sigaya çekiyor, utanıyoruz.
Siyonist zalimlerin attığı tonlarca bombanın tarumar ettiği yurdunda, viran olmuş yuvasının enkazında Filistinli çocuklar, “Vurulup ömrünün ilkbaharında/ Kanından çiçekler açar(ken) yanında” zulmün çirkinliğini haykırıyor dünyaya.
İflah olmaz hırsların esiri olmuş Siyonistler el birliği ile iflâs etmiş insanlıklarını deşifre ediyorlar; hem ki, insanlık adına evrensel yasa kurucular oldukları hâlde, işgal ve de ilhak ile kendilerini inkâr etme pahasına…
Her şeyimiz olsun diliyorken, hiçbir şeyden vazgeçemiyorken, seyrettiğimiz vahşetin bizi bağlayan yanı olduğunu geçiştiriyorken, rahatımızı bozmadan gözyaşlarımızla kendimizi kandırıyorken, bir emir gelse, “Kalkın, gidiyoruz!” dense, şehadetin kutlu muştusuna erişmek için yollara düşebilir miyiz? Evlatlarını yetim bırakan babalar, analar gibi tevekkülle ölebilir miyiz? Korkularımızı yenebilir miyiz? Allah için savaşanların kaderine eşlik edebilir miyiz? Şahidi olduğumuz her imtihanda payımıza düşen bir mesuliyet hissesi olduğunu, mü’min olanlar için kardeşliğin sınır tanımayacağını bildiğimiz hâlde rahatımızı bozabilir miyiz?
Şehadet gibi bir mükâfata inanmasaydı Filistinli kardeşlerimiz, artlarına dönüp bakmadan terk etmezler miydi yurtlarını çoktan? Neden ölümüne kalıyorlar? Mü’minler için kardan aydınlık sabahlar gelsin diye olabilir mi? Zalimin zulmüne yenik düşmek yerine ölümü yeğlemek olabilir mi? Uzak mescidimizin tüm ümmete yakin olması için olabilir mi?
Peki, biz kilometrelerce uzaktan, ölü sayılarının bilançosunu tutup imanın en zayıf hâli buğz ile iktifa ederek Rabbimizden Siyonist zalimlerin helâkini dilerken, söylenmekten öteye geçmeyen cengâverliğimizin hesabını nasıl vereceğiz? Yaşlı, yetişkin, genç, çocuk, bebek ölümleriyle yüreğimiz burkuluyor ya hani, şehadet makamını ne zannediyoruz da yas tutuyor yüreklerimiz? Vicdansız bâtılın mesnetsiz isnatlarla dinimize olan öfkelerini bombalara yükleyip mabetlerimizi vururken, üzüldüğümüz kadar, vatanımızdaki camilerin tenhalığına, yalnızlığına üzülüyor muyuz?
15,3 milyon Yahudi nüfus ile 2 milyarı aşkın Müslüman nüfusun nicelik ve nitelik orantısını fark edemeyecek kadar matematiksiz olabilir miyiz?
Duyarlılık seviyelerimizi birkaç satırlık kınama cümlelerine yükleyip rahata eriyorken, kalbimizdeki iman, aklımızdaki izan ve nefsimizdeki hezeyanla vicdanlarımızı susturmayı başarabiliriz ancak suni tesellilerimiz sahici ecirlerimizi ne kadar eşitler, bilemeyiz.
Zalim Siyonistlere hiç mi sözümüz yok? Var elbet. “Kınıyoruz”. Ama en çok nefislerimizin heveslerini kınasaydık, ne küreselciler, ne Siyonistler, ne paganlar, ne paraya tapanlar, ne tanrılarına meydan okuyanlar bu zulme cüret edebilirlerdi. Yasaları onlar mı servis ederdi “insan hakları” namıyla, yoksa iman eden ihlâslı Müslümanlar mı? İnsanlık bu vahşetin dehşetini mi izlerdi, yoksa cihanşümul dinimiz İslâm’ın emir ve nehiylerine teslim olmuş, ihlâsla “Es-selâm-u aleykum ve rahmetullahi ve berakatü-Hû” (Esenlik, ferahlık veren, her türlü kötü durumdan selâmete erdiren ve gözetip koruyan Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun) diyerek selâm veren kalplerin inşâ ettiği “daha adil bir dünya”yı mı?
Malûm, dünya artık küçük köy. Herkes birbiriyle temas/iletişim kuracak kadar yakınken, ümmetin birbirinden ayrık ahvali kendimize ihtar olsun. Varsın, küreselleşme politikaları gereği diplomatik çözüm süreci mazeretimiz olsun. Filistinli kardeşlerimizden tüm dünya Müslümanları adına özrümüz buraya kaydolsun. Ve şimdilik üzerimize düşen malûm kınamamızı dua hükmüne geçmesi temennisi ile bir kere daha yineleyelim: “Bebek katilliğini inançlarının hükmü sayan sapkın Siyonistleri, soykırım cellatlarını Rabbimize havale ediyoruz. Mü’min kardeşlerimizin gazâsı mübârek olsun” diyoruz.
Bununla birlikte, havf ve reca arası titreyen kalplerimiz ye’se galebe çalıp ümide meyyâl. “Cümle şehitlerin omuzlarında/ Bir sabah gelecek kardan aydınlık” marşını söyleyip dualarla ufka bakıyoruz.
Bakmayın “Biz” dediğime, bir başıma varlığımı minicik hissettiğimden, güç yetiremeyeceğim zalimlere, durduramadığım zulme şahit olurken güç devşirmek dilediğimden çoğul ifadelerle çoğalmak istedim. Varın siz her bir satırımı “ben” diye okuyun, zayıflığım cümle âleme aşikâr olsun.
Yukarıdaki hasbihâlimi hoş göreceğinize inanıyorum. Dergimizin içeriğinden söz eden bir metin yazmıştım ama aklım o metni arşive kaldırmamı, kalbimin sesi ile yazmamı söyledi. Öyle yaptım.
Bu ay Kültür Ajanda’mızın sayfalarını kıymetli yazarlarımızın ümmetin yetimlerinden Sarıkamış şehitlerine, muhterem şahsiyetlerden ıslahhanelere, dinimize, dilimize, eğitime, hayata, varoluş sancılarımıza, aşka değindikleri çalışmalarıyla donattık ve sizlerle paylaştık.
Huzurlu okumalar diliyoruz efendim, hoşnut kalınız!