Bir doğru parçasının iki uç noktasıyız, o kadar!

Her zıtlığın birbiriyle aynı çizgi üzerinde ispat edilebilir olduğu gerçeğiyle, her an bir güzelden bir çirkine gidiş, bir çirkinden bir güzele dönüş imkânı bulunmuyor mu?

BİRBİRİNDEN fersahlarca uzağa kondurulmuş iki noktacık hayâl edin. İki bağımsız nokta... Birbirlerinden öyle uzaklar ki hangisinin zaviyesinden diğerine bakacak olsanız misliyle küçüldüğünü göreceksiniz…

Gözbebeğinin maharetlerinden biri; açısal uzaklığı saptama kabiliyetimiz ve uzaklara bakarken derinliği hissedebilen bir görme yetimiz var. X mesafeden baktığımız cisme Y mesafeden baktığımızda da aynı boyutta görseydik cismin boyutu daha gerçekçi gelecek olsa da mesafenin ve derinliğin hükmü ortadan kalkardı. Böylece o cisimle aramızdaki ayrılığı saptayamaz, her adımda aynı uzaklığa düştüğümüz sanrısında takılır kalırdık. Öyleyse uzaklaşan noktaların var oldukları ölçüden daha küçük görünmeleri bir dezavantaj değil, onlarla aramızdaki mesafenin ölçülebilir ya da en azından hissedilebilir olduğu gerçeğiyle son derece faydalı bir iktisap.

Bir de işin başka boyutu var: Bu iki farklı noktayı uzayın hudutsuz ve kontursuz boşluğunda hayâl edelim. Noktalar birbirine oranla aşağıda-yukarıda, sağda-solda, çapraz istikamette ve bilumum cihette de bulunsa, bir tenasüp imkânı olmayacağından böyle bir tespite de mahal olmayacak ve dahi ihtiyaç da duyulmayacak.

Öyleyse şöyle diyebiliriz: İki uzak menzilli noktacığın arasındaki mesafeyi hangi ölçü birimiyle adlandırırsak adlandıralım, bir doğru parçasının iki ucunu teşkil ettikleri tahayyülünü yerle bir edecek tek bir veri bulunamaz. İşin bilimsel ve deneyim odaklı akıbetinden bahsetmiyorum, hayâl ürünü de olsa yadsınamaz bir mantık sürecine değiniyorum.

Bir boşlukta, iki uç nokta, hangi yön ve uzaklıkta olursa olsun, bir doğru parçasının iki kutbunu temsil eder. Ve bir doğru parçasının uzunluğu artsa da iki ucun birbiriyle olan yakınlığı değişmez. Bir kere aynı doğru parçasının organı olmakla koparılamayacak bir yakınlık kurulmuş demektir. Bütün ayrık noktalar bir doğru parçasının organıdır ve bütün zıtlıklar aralarına çekilecek bir çizgi ile her an iletken bir münasebet kurabilirler.

Gelelim bu noktaların anlamına…

Diyelim ki, bir noktanın adı “sevgi” olsun, diğer noktanın adı “nefret”. Hemen arasına bir doğru parçası çizin ve mesafe ne kadar uzak olursa olsun, aynı yolun yolcusu olunduğunu göreceksiniz. Bir başka noktaya “üst” desek, diğerine de zıddıyla değer biçsek ve “alt” desek, aralarında çizilecek bir doğru parçası ile her an altüst olabilirler.

Bu değer biçme aşamasında geometriden, matematikten bir miktar feragat edip insanî hissedişler seviyesine yaklaşmış bulunuyorum. Ama hâlâ okuyucuyu tatmin edecek bir teşbihe uğramadığımın da farkındayım. İşi daha da açmak gerekirse, “sen” ile “ben” arasında da her zaman bir doğru parçası vardır. İyiyle kötü, güzel ile çirkin, sağ ve sol, deli ve akıllı, zengin ve fakir, doğruyla yanlış, takdir ve yergi, övgü ve sövgü, hasret ve vuslat, yaşam ve ölüm… Bütün uzak noktalar, bütün uç kutuplar, bütün aksi istikametler tek bir doğru parçası ile birbirine temas edebilir ve birbirine kavuşabilir.

Peki, bu teorinin hizmet ettiği ispat yolu nedir?

İki mühim şeniyeti gözler önüne serdiğine eminim: Birincisi, her iyi, kötüye bir adım uzaklıktadır ve bu, onu iyide kalma mücadelesinde son nefese kadar teyakkuza davet eder. Her kötü de her an çizginin diğer tarafına geçebilir -ki bunun için tek yapması gereken aradaki doğru parçasını takip etmek olacaktır-. Mesafe ne kadar uzasa ve yönler ne kadar farklılık arz etse de bir doğru parçası, işi temelinden değiştirir. Varsayımla anlaşılıyor ki, iyinin böbürlenmeye hakkı olmadığı gibi, kötünün de iyiye dönüşme yolu daima açık olacaktır.

İkinci idea da şu ki; bütün zıt duyguların sahibi fertler, birbirlerine bir doğru parçası sayesinde dönüşebilir ya da iyimser bir zaviyeyle kavuşabilirler. Bugün nefret edilenin yarın sevilen kıymete erişmesi bir doğru parçasına bağlıyken, o çok sevilen, pek muazzez olan dostların da sevgisiz menzillere atılması bir istikametle tamam olur. Her şey birbirinden çok uzak bir görünüm verebilir ve bütün zıtlar insanı çok ayrık duygularda birbirine yabancılaştırabilir. Fakat bunların yer değiştirmesi veya bir noktada buluşması matematiksel, geometrik, mantıkî ve kalbî çözümlemelerde gayet mümkündür.

Siyâsî, dinî, ırkî, fikrî, ailevî, ideolojik ve bilumum ayrık noktanın da birbirine yakınlaşması bu kadar kısa sürer. Çünkü mesafe, var olan ebadı öyle küçültür ki uzaktan bakanın gözleri, karşıda duran varlığı analiz edemez. Gözler buna müsaade etmez. Ama anlamlar her zaman daha yakındır. Anlamlar gerçek varoluşa işaret eder. Açısal uzaklık ise sadece mesafeleri tanımlamaya yeter.

Yani en uzak fikirlerin ve zaviyelerin yanınızda bitivermesi için bir doğru parçasına ihtiyacınız vardır. Bu doğru parçası da insanı güzele ve doğruya davet etmek için kullanılırsa muhteşem kavuşmalar zinciri oluşturulabilir. Fakat bunun için zerrelerin büyük bir gayretle elini taşın altına koyması şart.

Bütün bunlar bir bakıma insanın taşkın duygularının da eleştirisi olarak görülebilir pekâlâ. Çünkü nefret, nice büyük bir sevmeme eylemiyken bir doğru parçasının onu sevgiye dönüştürebileceği vasatta “nefret” gibi boyundan büyük kelimeler haddi aşmış olmuyor mu? Her zıtlığın birbiriyle aynı çizgi üzerinde ispat edilebilir olduğu gerçeğiyle, her an bir güzelden bir çirkine gidiş, bir çirkinden bir güzele dönüş imkânı bulunmuyor mu?

Öyleyse gözler, tam zıddında durana başka bir zaviyeden de bakmak zorunda. İnsanın değişebilir, dönüşebilir olduğunu akla kazıyarak, bir temas doğrusu çizmek çok da zor olmasa gerek. Olması gereken nokta üzerinde bulunanlar, tam zıddına doğru bir kayıp vermemek için gayret ederken, tam zıddında duranı doğru noktaya çekmek üzere de gayret edebilir. Çünkü bütün bilimsel veriler ve tüm ispatlı gerçeklikler insanın ruhî ve manevî varlığını de az çok tanımlar.

Şöyle ki…

Bitkiye su verildikçe büyüyüp serpilmesi bilimseldir. İnsanın sevilerek nurlanması da ruhî. Camın sert bir darbe ile kırılması fizikseldir, kalbin sert sözlerle incinmesi manevî. Güneş batışa geçince zeminin kararması coğrafyanın alanına girse de geldiği mekânları aydınlatan insanların gidişiyle kararttığı iç âlemin hakikati psişik bir anlatımdır. Tabiatın bütün gerçeklikleri, hissedişlerin yansımasından ibaret. İşte bu sebepledir ki, bütün zıtlıklar bir temas ile birbirine yaklaşabilir. İtici, yıkıcı olmanın, aradaki mesafeleri gitgide açmanın kime faydası olur ki? İyisi mi uzaklara bir doğru parçası üzerinden temas etmeli. Kalplere erişmek mesafe tanımıyor ne de olsa…