Bir dere dolusu altın

Çok nedir? Çok, Gazze’de bir lokma ekmektir. Yemen’de bir tas çorba, Afrika’da kaynayan bir pınardır çok. Meselâ imanlı kalplerde çok, muhabbettir. Ahirete yatırım yapanlar için “çok”, elde ettiği bütün dünya metaıdır. Zira her bir zerre o kadar çoktur ki, onu Allah yolunda harcamadan ahirette arzu ettiği letafete erişemeyeceği hakikatini, ahiret için çalışanlar bilir.

“İNSANOĞLUNUN bir dere dolusu altını olsa, bir dere daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz. Ama Allah, tövbe edenin tövbesini kabul eder.” (Buharî, Rikak 10; Müslim, Zekât 116-119)

Ne doyumsuz bir varlık şu insan cinsi. Pek tabii topyekûn âdemoğluna aynı kalıptan eşkal beğenmek olmaz. Ama ne yazık ki günbegün bu amorf tabiat üzerimize sinmekte, şekva ve isyan ruhuyla etrafımız kuşatılmakta. Hadis-i Şerif’te de buyurulduğu gibi, bir dere dolusu altını olan da bir dere daha istiyor. Bunun bir akıl hastalığı olduğunu söylesem, bütün aklî kabiliyetleri, zihinsel becerileri önüme istifleyip de iddiamı çürütmeye yeltenirler. Oysa mal sevgisi ve doyumsuzluk, bir çeşit akıl hastalığıdır. Bahsettiğim akıl, hakikati görebilen ve kömür ile elması ayırabilen bir ferasete, telakkiye ve izana sahip olabilmeli. Aklı salt bir yaşama eyleminin âmiri ya da sayısal mutaları art arda dizebilen bir muhasebeci olarak tanımlarsak, yaradılışı, ontolojiyi, gayeyi ve mânâyı saman çöpü kıymetine düşürmektir. Ki biz, cevherleri cami avlusuna terk etmeye de meyilliyiz yazık ki…

Akıl, doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü, fayda vereni ve mazarrat vadedeni elimine edebilecek bir kudrette yaratılmıştır. Bu anlamca kontrastın idrakine varmamak, dünyahânede birtakım halüsinasyon muhtevalı menfaatlerle aklı ve kalpleri avutsa da, asıl yurdumuzda zerrecik faydanın iktisabına mahal vermeyecektir. Çünkü Hâlik olan Allah (cc), eşref-i mahlukat olarak kıymetlendirdiği âdemoğlunu dünya menfaatleri için hırs ve tamah istifleyen kötücül bir sistem olarak değil, kulluk şuurunda çağa, insana ve kâinata fayda vermesi gereken bir ulviyette yaratmıştır. Ve Allah (cc) rızka kefildir. Bu hakikate mesnet olarak şu iki ayet-i kerime ile yola devam edelim:

“Allah dilediği kimselere rızkı bollaştırır da daraltır da. Onlar dünya hayatıyla sevinip mutlu oluyorlar, oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir.” (Ra’d, 26)

“Rabbinin rahmetini paylaştırmak onlara mı düşmüş? Dünya hayatında onların geçimliklerini biz paylaştırdık. Bir kısmı diğerini istihdam etsin diye kimini kiminden derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.” (Zuhruf, 32)

Kimse kendisine verilenden daha fazlasına erişemeyeceği ve Allah’ın bahşettiği rızkı hiçbir kudretin eksiltemeyeceği gerçeği, dünya metaıyla hasta düşen akıllarımız tarafından idrak edilebilseydi hiç kimse harama, faize, kul hakkına, hırsa, mal istifleme hastalığına ya da cimrilik belasına düşmezdi herhâlde. Öyleyse yine ilk mebdeye dönmüş bulunuyoruz ki, bütün bu menfi mizaçlar, aklın hasta düştüğü şeniyetini ayan beyan bağırıyor. Akıl, tam bir hükûmetle kavraması gereken mefhumları ölçebilecek, şaşaalı suretlerin hakikatte bir fayda sağlamayacağı akıbetini idrak edebilecek nitelikten düşmeseydi, dünya hayatında daha fazlasına ya da azına sahip olmayacağı Allahu Teala tarafından garanti edilen rızkının peşinde, geçersiz amellerle ahiretteki faydayı kaybetmezdi. Oysa bir de bu suretin anlatmadığı bir siret var ki, o, bütün dünya faydalarından daha müfit, bütün birikimlerden daha evla ve bütün yatırımlardan daha kârlıdır. Zariyat suresinde de bu müjdeyi rahmetiyle bildiren Rabbime sonsuz hamdu senalar olsun: 

“Gökte de hem rızkınız vardır, hem de size va’dedilen cennetler.” (Zariyat, 22)

Asrın tam kalbine saplanan bir hançer olarak doyumsuzluk, tamah, açgözlülük, cimrilik ve mal hırsı; günah ve haram biriktirmenin, cehennem yollarını el emeğiyle döşemenin ve Allah’ın rızasından düşmenin en kestirme yolları. Kalbi hasta düşüren bütün bu zelil haller, atmosferdeki sevgi tınısını da eksiltmekle, insanlar arasında nefret, tahammülsüzlük ve kin gibi güdüsel hissedişleri de ayyuka çıkarıyor. İşte bu çağın nefret yükü, öyle kompakt bir modernleşme hasarı ya da teknoloji ile değişen anlamların yan etkisi olarak yaftalanamaz. Derinlerde çok daha büyük hasarlarımız bulunmasaydı, içine düştüğümüz bu garip iklimin bizi robotik bir sisteme dönüştürmezdi de bu kadar hızlı ve kolay olmazdı sanırım. 

Pek çok kazanç(!) hakikatte bir kaybediş destanıdır. Çünkü haramsız az mal dünyada bereket ve huzur kaynağıyken, haramla elde edilen bütün birikimlerin denk düştüğü mana; dünyada doyumsuzluk, huzursuzluk ve tatminsizlik, ahirette ise rızadan düşüş ve cennete hasret bir ruha terfi ediştir. 

Hülâsâ, zihinlerde “çok” kavramını saptayamayan ve kalbi şükürlü bir memnuniyete kavuşturmayan vaziyet “yokluk ya da azlık” değil, aklın bütün anlamları birbirine karıştırdığı bu hastalıklı hâldir. Artık bütün “çok”lar akla eksik, bütün “var”lar kalbe kifayetsiz gelir. Ve pek çok zihnî kaosu tetikleyen açgözlülük tabiatı, insanı tüm evrenle iletişimde de sevimsiz bir düzleme sabitler. Yolun bundan sonrası her şeyin daha fazlası için verilen beyhude bir çaba ile ömrü pespaye bir gidişe duçar eder. Artık insan dünya hayatında elde ettiği hiçbir madde ile şükre ve tatmine erişemez ve bu kaotik ruhsal çöküş ile ahirette fayda verecek, Rabbin rızasına nail olacak hiçbir hayırlı amelde yoklamaya alınamaz. 

Yine bir ayette gidişin nereye olduğu ve nasıl olması gerektiği akla ezber ettirilmiş. Ne var ki akıllar, bu ezberleri masivanın tezyinli suretinde kaybetmiş görünüyor.

Şöyle buyuruyor Rahmân:

“Ey iman edenler! İçinde hiçbir alışerişin, dostluğun ve şefaatin geçerli olmayacağı bir gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (Bakara, 254)

Çok nedir? Çok, Gazze’de bir lokma ekmektir. Yemen’de bir tas çorba, Afrika’da kaynayan bir pınardır çok. Meselâ imanlı kalplerde çok, muhabbettir. Ahirete yatırım yapanlar için “çok”, elde ettiği bütün dünya metaıdır. Zira her bir zerre o kadar çoktur ki, onu Allah yolunda harcamadan ahirette arzu ettiği letafete erişemeyeceği hakikatini, ahiret için çalışanlar bilir. 

Sanırım rikkatle kavramamı ve kalbimizi imbiklerden geçirmemiz gereken dehşet verici bir hakikat de şu hadis-i şerifte ruhumuza fısıldanmış: 

“İnsan ihtiyarlasa bile, onun iki duygusu hep genç kalır: Biri çok kazanma hırsı, öteki çok yaşama arzusu.” (Buhârî, Rikak 5; Müslim, Zekât 115)

Ve bu iki hissediş de özünde kaybediştir. Dere dolusu altınlar, dünyada huzurun inşâsına vesile olmadığı gibi ahirette de hesabı meşakkatli bir vetireyi vadeder. Tevbe Suresi 35’inci ayetle noktayı koyarsak umulur ki hasta düşmüş akıllarımıza ve kandırılmış kalplerimize bir geri dönüşüm tesiri bırakabilir. Tefsire yer vermeyeceğim için mezkur ayetin daha açıklamalı olan Diyanet Vakfı Meali’ni yazımın sonuna mühürlüyorum:

“(Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): ‘İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın!’”