Bir derdin yarası hem bir derdin yarısı

En renkli hayâller, en renkli dünyalar, en renkli hayatlardan bahsetmek isterdim can özüm! Ama sana haksızlık etmek beni incitir. “Olsun” diye olmuş olan şeyleri ne çok istemiyoruz, sen de bilirsin. Söylenecek çok şey var ama yaşanacak daha çok şey var. Sana halktan yana adalet, Hakk’tan yana acziyet dilerim en çok. Zira aczini bilen, Rabbini bilir.

KURU ve çorak bir sahranın toprağıydım. Üzerimde yeller bile esmiyordu. Her gelene selâm verecek olsam ne fayda! Kimse selâmımı almaya lâyık görür m’ola? Kimse merâmımı dinlemeye sohbet eder m’ola? O yüzden sadece bir garip buralıyım, bir garip dünyalı…

Aslım nereli, sormayın! Dersem, buna lâyık olduğum zannedilir. Toprağım çoraktandır, siz öyle bilin sadece. Renk ve ses tonum bir dem kayarsa korkarım. Vatanımı unuturum. Kendimi unuturum. “İnsanoğluyum” dersem, yeterlidir sanırım.

Can özüm!

Kuru ve çorak bir sahranın toprağıydım. Bir rüzgâr esti ki bu can, teline değdi; bu can teline değdi. Bir rüzgâr daha esti, cansızdım, “can”a geldim. Bir rüzgâr esti ki yüküme yoldaş oldum. Bir rüzgâr daha esti, yüklerimden kurtuldum. Bir rüzgâr esti ki dallarımdan kırıldım. Bir rüzgâr daha esti, harmanımı savurdum. Bir rüzgâr esti ki kıtalar, sular, seller... Bir rüzgâr daha esti, demirlendi gemiler. Bir rüzgâr esti ki yollar bütün düğümlendi. Bir rüzgâr daha esti, bütün yollar kanatlandı. Bir rüzgâr esti ki ömür yurdu daraldı. Bir rüzgâr daha esti, bir dem ömürle doldu. Bir rüzgâr esti ki tanış olduk hayata; binler kelâm içinden susmak kaldı yarına.

Can özüm!

Kuru ve çorak bir sahranın toprağıydım. Öyle yağmur yağdı ki çatladı can; içmekten… Bir yağmur daha yağdı, uzaklaştık kesretten. Bir yağmur da yağdı ki, kandık suya hasretten. Gördük ki, bir hayatın içindeyken bir hayatı taşır isen içinde, ölüm binler kere ırak olmuş olur. Bir hayatın içindeyken çok karanlık taşır isen, aydınlık binler kere sana ırak olmuş olur. Bir hayatın içindeyken kuraklığı bilir isen, bin çeşme salınır içinde, susuzluğun yoldaş olur. Bir hayatın içindeyken can içinden geçerek bir cana dokunursan, can bulur canânını.   

Can özüm!

Bir derdin yarasıyam. Bir kuruşum bile yok. Yine bir emeğim yok. Lâkin bir derdin yarısı, hem bir derdin ortağıyam. Ezelden âşinâyım; gel ki hemderdim ama hemderdin yüzü siyahlısıyam. Erimiş de sermayem, neşenin müflisiyem. Gidenin hemşehrisi, gelenin ayak tozu; dünyanın kiracısı, dostluğun mihmanıyam. Bir şem’in pervânesi, yanmış ruhun has’ıyam. Bir gülün hazanıyam. Bülbülün feryâdıyam. Bir seher vakti düşürdüm de aklımı, kalbe vardım öylece. Bir ahmış kanadımda, tutuştum, aşka vardım. Çok kışın arkasından bahara, yaza vardım. Çok kışın arkasından bir bahar, çok az “yaz”dım.      

Can özüm!

Duydum ki, sen de bu dünyaya geleyazmışsın. Serini bir yola sereyazmışsın. Hoş gelesin, safa gelesin evvelâ, huzurlar getiresin! Hayırlar getiresin! Bereket getiresin! Ayağın hayırlıdır senin. Kademin hünerlidir. Şimdi ellerin paktir, duân makbuldür senin. Neşem terk etmiş beni. Bir haber uçur da gelsin öteden geri! Serindir oralar ki, ateşteyim, selâmet gönder! Bir duâya muhtacım. “Âmin” de, ilaç gönder! Bir fena hâldeyim ki fenadan bîhaberim. Kurtulmaya çokluktan, bir yol varsa çiz gönder!

Can özüm!

Şimdi ruhun huzurda! “Huzur”a hürmet eyle! “Huzur”da edeb eyle! Şimdi ruhun arafta! Devam et, arafta kalma, âriflere selâm eyle! Şimdi ruhun Kerîm’e yakın! Ömrüne katacağın her şey, şimdi en yakın. “Huzur”u içine iyi çek “Huzur”da. “Huzur”u üstüne iyi çek “Huzur”da. Buralar mı? Sorma isterim. Ama sorarsan, buralar biraz soğuk. Buralar biraz hasret. Buralar biraz tufan. Buralar çokça zindan. Buralar biraz dünya. Dünya kokusu ağırdır. Huzursa uzun demdir epey uzakta. Burada sabretmek zordur. Dost ile ayrılıp tekrar kavuşmak güçtür. Hasrete alıştır kendini. Hasretliği öğren de gel! Güzeli sevmek zordur. Acısını tadıp da gel! Buralar çok yaralı. “Yara”nı, “yâr”ini, “yarânı”nı iyi seç de öyle gel! Ağlamak zordur, bilirsin. Gelirken iyi öğren! Her güzel ağlayamaz; hemgüzel iyi ağlar. Hemgüzel şirin ağlar. Güzel ağlamayı bil ki ömrün bereketli olsun. Gelince çöllere de düşme sakın burada! Çöller mi? Çöller çorak olur bak can özüm! Rahmeti tat, öyle gel! Merhamete de sahip çık gelince. Unutma “Merhamet ediniz ki merhamet edilesiniz!” buyruğunu. Can yurduna sahip çık! Canına sahip çıkarsan, rahmet yoldaşın olur. Candan bir haber alırsan, canânını bulursun. Pusulayı bulur isen, şâd u handân olursun.  

Can özüm! Bir bedene girdikte can her dem kafestedir. Hasretliği bilesin şimden geri. Daha geldiğin gün, dünya hevesin unutasın! Bir yolun olsun ışıktan. Olsun ki, karanlığı unutasın! Her şey zıttıyla bilinir. Karanlığı bil, karalığı bil, her ikisini de iyi bil! Ama ışığa yakın durasın daim! Demem o ki, nerede olursan ol, daim güzelliğin ve “güzel”in boyasına boyanasın!  

Ey can! Dile gelen başka şeyler olursa rûhunda, diline o hâliyle gelmesi iyi olur. Yoksa tadı kaçmış, acı gibi bir tat bırakır dimağında. Öyle kekre, kimliksiz bir tat… Bir kap var ve içinde ne olduğu önemsiz gibi bir şey… Tek amacı dolduruluyor olmasıymış gibi olur.

Can özüm! Okuyayazmamışsın dünyayı bizim gibi. Öyle bilmemişsin. Hissetmişsin, durmuşsun. “Durmuşsun” derken… Durman gereken yeri bilmişsin… Dünyayı öyle dinlemişsin bir perdenin ardından. Kulak vermişsin ama kendini vermemişsin. Biz de öyle olmalıyız; lâkin olamıyoruz. Kolay değil. Ama bunu demek de bizim çâremiz değil. Kulağımızı kendimize verip, içinde bulunduğumuz hayata bir düzeyde tepki verip, özümüzü dünyadan kurtarmaktı asıl murâd. Ama olmadı! Doğru yerde doğru tepkileri veremedik. Olmadı. İnsanlar tepki vermeyi öteler hâle geldi ey can! İpler birbirine karıştı. Yumağını çözen, beri gelsin! Yük vagonu katıldı yolcu trenine. Kim nereye gidiyor, belli değil! Sen ipini hep sıkı tut, çizginde daim sebat et!

Üç günlük dünya, unutma can özüm! Üç günlük dünya burası! Kimseyi incitmeyesin! Kimseden incinmeyesin! Çok şey bekleme buradan ama her şeyi de bekle! Hiçbir şeyden ümîdini de kesme sakın! Ne kadar nefesin var ise, o kadar ümîdin var demektir, bilesin! Nefesini Hakk’tan yana al ve yine Hakk’tan yana ver! Her şey gibi ümit de işte tam oradadır!

Bil ey can bil! Ya da bilme! Korkarım, bilgiç duruşlara yaklaşasın. Hisset, yeter! Ama hissettiğini de bilme! “Bil, duy, yaşa ama dünyada yaşar gibi anlama, öyle bilme” demek isterim. Hayatı doyunca yaşa! Ama “doyunca” derken, “Neye doyduğunu bil” demek isterim tek. Herkes sever, herkes sayar, herkes büyür, herkes beslenir. Ama ne ile? Doğru soru bu!

En renkli hayâller, en renkli dünyalar, en renkli hayatlardan bahsetmek isterdim can özüm! Ama sana haksızlık etmek beni incitir. “Olsun” diye olmuş olan şeyleri ne çok istemiyoruz, sen de bilirsin. Söylenecek çok şey var ama yaşanacak daha çok şey var. Sana halktan yana adalet, Hakk’tan yana acziyet dilerim en çok. Zira aczini bilen, Rabbini bilir. Efendimiz (sav) ne güzel buyuruyor: “Nefsini bilen, Rabbini bilir.”