Bir demet Yasemin

Gerçekten de vardır “el lezzeti” denen şey. Elbette lezzetli yemek yapmanın iyi malzeme, doğru pişirme yöntemleri, doğru ateş derecesi gibi püf noktalarını bilmek ve uygulamak gerçekten çok önemlidir. Bunun yanında yemeği severek, isteyerek ve üşenmeden yapmak, yemek yapmayı görev olarak değil de serüven olarak görmek, yemeğin lezzetine lezzet katar. “El lezzeti” denen şey de sanırım burada gizlidir.

MÜTEVAZI ve narin görünüşüyle saflığın ve duruluğun sembolü Yasemin çiçeği, dünyada “Jasminum” adıyla bilinir. Daha yanından geçerken kokusu tüm benliğinizi sarmaya yeter; bu yüzden çok sevilir, tercih edilir. Destansı güzelliği ile nice aşk şarkılarında sevgiliye sesleniş olmuştur. Tıpkı Zeki Müren’in “Bir Demet Yasemen” şarkısındaki gibi…

Narin yapısı yanıltmasın sizi, güzelliği bir yana, aynı zamanda on parmağında on marifet olan çiçeklerden biridir. Güneşli havaları sevdiği gibi, yükseklere konulduğu vakit çok daha hızlı açar. Bünyesinde zarafet ve asaleti bir arada barındıran Yasemin çiçeği kadın cinsiyetini temsil ettiği için Türkiye’de kız çocuklarına isim olarak verilir. İşte bu isme sahip biri var ki, hem Anadolu, hem de Osmanlı kadınının bileşkesi. Kısacası, tam bir demet “Yasemin Kırıcı”!

Kahramanmaraş’ın bereketli toprağında yetişmiş iki evlât sahibi anne, yoğunu var eden Anadolu kadını olarak her daim ocakta tenceresi kaynayan bir ev hanımı ve de dirayeti, bilgisi ve yönetme becerisine sahip bir Osmanlı kadını… İlâveten, kendisi günümüzde girişimcilik dünyasının örnek kadın girişimcilerinden. Alanında sağladığı ilerleme ile başarı hikâyesine imzasını, bundan yaklaşık beş yıl kadar önce atmaya başlamış. Yasemin Kırıcı der ki, “Bu başarı hikâyesi kolay yazılmadı. Öncelikle eşimin, yakınlarımın bana inanması için belli bir süreyi aşmam gerekti”. Haklıdır…

“Bu işe neden başladın?” diye sordum, “Memleketimin geçmişindeki beyliklere kadar uzanan mutfak kültürünü ve ‘tadı damağında kalmak’ deyiminin sonuna kadar hissettiren lezzetlerini Türkiye’nin her bir köşesine ulaşmasını sağlamak üzere yola çıktım” dedi.

“Yemeğin en önemli kısmı, içine kattıklarınızdır”

Belki çok bilindik bir soru ama “Mutfağın neresinden başladın?” dediğimde, önce derin bir nefes aldı. Anladım ki, yolculuğun başladığı yer çok gerilerde. Nitekim tahminlerim beni yanıltmadı. Söze, “Evleninceye kadar yemek yapmadım. Fakat hanımlar gününün vazgeçilmezi pasta börek işlerine çok meraklıydım. Yapardım, hatta yaparken kendimce yenilikler katarak farklı tatlar yakalardım” cümleleriyle başladı. Sonra daha da gerilere gitti: “Aslında bana bu işi ilk öğreten anneannem diyebilirim. Çok güzel yemek yapardı, içli köfteleri tek lokmalık olarak küçücük yapardı. Temizliğe, düzene çok önem verirdi. Bu nedenle yemekleri memlekette konuşulurdu. Ben de henüz ortaokul çağlarımda yanında kaldığım sürede yemek yaparken izlerdim.”

Hemen lâfını balla kesip araya giriyorum: “Anladım ki, iyi yemek yapmak senin genlerinden gelen bir özellik…”

“Aynen öyle” diyor. Sonrasında ise kalabalık ve gelip gideni bol bir ailenin gelini olması nedeniyle eğitim evlenince de devam etmiş. El lezzetini katarak yaptığı yemekler çok beğenildiği için yiyenler yemeğin tarifini ister olmuşlar. Zaten çevremizde lezzetli yemek yapanlara dikkat edersek, hepsinin ailesini, çoluk çocuğunu doyurmayı seven, bunu zevke dönüştüren insanlar olduğunu görmek mümkündür. Dolayısıyla yemekler de bu insanların elinde sanat eserine dönüşebiliyor.

Ne diyelim o vakit, gün gelsin, bize de -Ajanda Yayın Ailesi olarak- bir gün Yasemin Kırıcı’nın dost sofrasında buluşmak nasip olsun inşallah!

Buraya kadar her şey güzel, bundan sonrası daha da güzel! Hadi dinlemeye devam o vakit…

“Bundan birkaç yıl öncesinde, bana sorulan yemeklerimin tariflerini sosyal medya hesabımdan paylaşmaya başladım. Bu sefer de, ‘Biz yemeği oluşturan bu ürünlere nereden ulaşabiliriz? Siz yapıyor musunuz?’ gibi sorular gelmeye başladı. Aslında kullandığım ürünler, yöresel ürünlerdi. Fakat kaliteli ürün, yemeğin ana karakteridir. Gelen talepler üzerine ben de bu ürünleri oluşturduğum küçük bir ekiple kendim yapmaya başladım. Ürettiğimiz ürünler beğeni ve takdir toplayınca, her geçen gün yenilerini ekleyerek devam ediyoruz…”

Ellerine sağlık, iyi ki böyle bir işe gönül vermişler!

Gerçekten de vardır “el lezzeti” denen şey. Elbette lezzetli yemek yapmanın iyi malzeme, doğru pişirme yöntemleri, doğru ateş derecesi gibi püf noktalarını bilmek ve uygulamak gerçekten çok önemlidir. Bunun yanında yemeği severek, isteyerek ve üşenmeden yapmak, yemek yapmayı görev olarak değil de serüven olarak görmek, yemeğin lezzetine lezzet katar. “El lezzeti” denen şey de sanırım burada gizlidir.

“Bu anlamda ispatlanmış bilimsel bir veri var mı?” diye araştırdığımda, bir gazetedeki köşe yazısında, bu konuda yapılan bir araştırma sonucuyla karşılaştım. Yazıda el lezzetinin bilimsel bir açıklaması olduğu belirtilmekte idi. Özetleyelim: Araştırma için seçilen fırıncıların hepsine aynı undan gönderilerek ekşi maya tutmaları isteniyor. Bir ay sonra fırıncıların ellerinden, mayalarından, undan ve mayalarken kullandıkları sudan da örnekler alınıyor. Bunların DNA analizleri alınarak çalışmayı yürüten üniversiteye gönderiliyor. Burada özel bir yöntemle DNA’ların bakteri ve mantar hücreleri belirleniyor ve akabinde mayalarda 131, ellerde ise 381 çeşit bakteri olduğu sonucuna varılıyor. Ekşi mayanın doğasında bulunan ve tat gelişimine katkı sağlamasıyla bilinen Lactobacillus cinsi bakterilerinden ellerde 37, mayalarda 22 çeşidi çıkıyor. Bunların tiplerininse fırıncıdan fırıncıya değiştiği belirlenmiş. Yani leziz ekmekler, Lactobacillus bakteri oranı yüksek ellerden çıkıyormuş!

Bir de eskiden büyüklerimden, yemek yapmaya başlarken, “Benim elim değil, Fatma Anamızın eli!” dediklerini hatırlıyorum. Yemeğe şifa, lezzet, bereket ve huzur katık olsun diye…

Yıllar sonra ilk buluşma

Yasemin çiçeğinin kokusu, bulunduğu ortamın ferah ve güzel kokmasını sağlar, aynı zamanda insana rahatlık verip stresi azaltmasıyla bilinir. Yasemin Kırıcı ile yıllar sonra ilk kez telefonda konuştuğumda, sesindeki samimiyet ve güzelliği, el emeği ve göz nuru ürünlerine de birebir yansıttığını düşünenlerdenim. Yeri gelmişken, “Yıllar sonra ilk kez” ifadesini hemen açıklığa kavuşturayım: Sosyal medyada gezindiğim sırada Kahramanmaraş yöresel ürünlerinin/yemeklerinin sunumunun yapıldığı bir sayfa gözüme ilişti. Gerek görseller, gerek tarifler oldukça etkileyiciydi. Annem, “Bir yemeğin iyi olup olmadığı, az çok yüzünden anlaşılır” derdi. (Burada kastedilen, yemeğin rengi, kokusu, malzeme oranı, kıvamı gibi özellikleridir.) Benim de damak zevkine düşkün bir ailede yetişmiş olmam nedeniyle sayfada takılıp kaldım. Bir de ürünlerin tarifleri yöresel ve özgün bir dille o kadar güzel anlatılmıştı ki âdeta insanı lezzet yolcuğuna çıkarıyordu…

Bir ya da iki gün sonra paylaştığı iletişim numarasından aradım. Tanışma faslının bitmesine fırsat kalmadan karşımdaki sesin bana “Şule, sen misin?” diye seslenmesiyle konuşmanın tonu ve boyutu başka tarafa kaydı. Telefonun diğer ucundaki ses, lise arkadaşım Yasemin Kırıcı’nın ta kendisiydi! E tabiî liseden sonra evlilik, iş gibi nedenlerden dolayı bir kısmımızın başka şehirlere transfer olmasıyla her birimiz savruluşlar yaşadık bir süreliğine de olsa. Özlemle dolu keyifli bir sohbetten sonra, özellikle pandemi nedeniyle hasret kaldığım lezzetlerden göndermesini rica ettim. Sağ olsun, içimize sinerek tükettik.

Bu arada memleket sevdalısı arkadaşım Yasemin Kırıcı, benden özellikle bir noktayı vurgulamamı rica etti. Arkadaşım, birincisi, seni kırmam mümkün değil! İkincisi, bu noktada hemfikiriz: Zaman zaman yemek programlarında, Kahramanmaraş’a özgü yemeklerin yapımında aslından kaymalara rastlanıyor ya da bize ait olmayan bir yemek, bizimmiş gibi tanıtılıyor. Oysa bizim yemeklerimizin her biri nev-i şahsına münhasır, içinde özgün lezzetler barındıran, kültürel geçmişe sahip yemeklerdir. Her ne kadar farklılıklar kültüre zenginlik katsa da özgün olan, özgün kalmalı. Tıpkı özgün sanat eserleri gibi… Öyle ya, yemek yapmak bir sanattır, kolay değildir bu sanatın içinde yoğurulmak.

Paulo Coelho bu konuda, “Yemek yapmak, sanatların en güzeli ve kusursuzudur. Beş duyumuzu birden harekete geçirir, hatta bir duyumuzu daha uyandırır; elimizden geleni ortaya koyma ihtiyacımızı… En sevdiğim budur!” demiştir.

Benim de en sevdiğim, güzel işler yapan güzel insanlar…

 

https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/ebru-erke/el-lezzeti-bilimsel-olarak-ispatlandi