HEMEN hemen her akşam
geç vakitlerde sessizliğin ortasında İshak kuşunun sesini dinliyorum. Her ne
kadar sessizliği dinlendirici bulsam da bu kuşun sesi bana yalnızlığı
çağrıştırıyor. “Yalnızlık” denilince bir de Refik Halid Karay’ın “Eskici” hikâyesi
gelir aklıma. Hikâye, önce babasını, sonra da annesini kaybeden bir çocuğun
İstanbul’dan Filistin’e uzanan yolculuğu ve Filistin’de yaşadığı memleket
özlemini anlatmaktadır.
Bugüne
kadar Filistin’e dair tek kelime etmeyişimin nedeni şu: “Filistin” denildiğinde
ailesi elinden alınarak hayatta yalnız bırakılmış -kalpten yaralı- çocuklar
gelir gözümün önüne, yüreklerindeki acıyı tarif etmeye kelimeler yeter mi?
Bugün
dünyanın neresinde olursa olsun, çocuklara dair ne varsa, o konu, üzerinde hassasiyetle
durulması gereken en önemli konudur. “Çocuklar bu dünyanın geleceği” mottosunda
hemfikirsek, bir çocuğun gözünden akan tek bir damla yaşın önemi konusunda da
hemfikir olmalıyız.
Önce
Karay’ın hikâyesini şöyle kısaca özetleyelim: Hasan, henüz beş yaşında ve anne-babasını
kaybetmiş bir çocuk. Halasının yanına gitmek üzere konu komşunun yardımıyla bir
vapura bindirilir. Halası Filistin’in bir kasabasında yaşamaktadır. Vapur bir
yerlere uğrayıp yolcularını bıraktıktan sonra sıcak memleketlere doğru
yaklaştığında Hasan hüzünlenmeye başlar. Çünkü artık kendi memleketinden uzaklaştığını
anlamıştır. Kendisine “Hassen” diye seslenir etrafındakiler. “Buraya gel”
yerine “Taal hun ya Hassen!”, “Gidebilirsin” yerine “Ruh ya Hassen” diyorlardır
meselâ...
Hayfa’ya
geldiklerinde, bundan sonrası için onu bir trene bindirirler. Tren istasyona
vardığında halası karşılar ve evine götürür. Vardığı ev, halası, halasının
çocukları ve diğer insanlar Hasan’a tamamen yabancıdır. Zaman içerisinde
Arapçayı anlamaya başlar fakat bir türlü Arapça konuşası gelmez. Bu nedenle
suskun kalmayı tercih eder.
Kendisini
-kalabalığın içinde- yapayalnız hissettiği bir gün sokaktan geçen bir satıcıyı,
eski ayakkabıları tamir etmesi için eve çağırırlar. Eskici ayakkabıları tamir ederken Hasan izlemeye
başlar. İzlerken kalbi İstanbul’a doğru yolculuğa çıkar. Bir ara nerede
olduğunu unutup dalgınlıkla, eskiciye, “Çiviler ağzına batmaz mı?” diye sorar. Eskici,
Hasan’a, “Türk çocuğu musun be?” diye seslenir. Bu soru Hasan’ın, eskicinin de
Türk olduğunu anlamasını sağlar ve ikisi, memleket özlemiyle dolu muhabbete
koyulur. Tâ ki eskicinin işini tamamlayıp gitme vakti gelinceye kadar...
Eskici
eşyalarını toplamaya başladığında Hasan’ın gözünden yaşlar akmaya başlar. Sanki
anavatanı ikinci kez ellerinden kayıp gidercesine…
Doğup
büyüdüğün memleketten istemeden -mecburiyetten- ayrılmak zorunda bırakılarak
başka memleketleri yurt edinmeye çalışmak, dile kolay… Dile kolay başka diyarlarda
çocuk mülteci olmak…
Hasan’ın
Filistin’e gönderilme nedeni Türkiye’de kimsesi kalmadığı için olsa da, her yıl
Hasan gibi milyonlarca insan, çatışma, zulüm, insan haklarına yönelik ihlâller,
doğal afetler gibi çeşitli nedenlerden dolayı evlerini, memleket topraklarını terk
ediyor ya da etmek zorunda bırakılıyor. Barışı, bir zamanlar vatanları olan
yerlerden çok uzaklarda aramak durumunda kalıyorlar.
UNICEF’e
göre dünya genelinde göçmen sayısının 272 milyona ulaştığı tahmin edilmekte ve mültecilerin
sayısı ise 26 milyona yaklaşmış durumda. Bu sayının yaklaşık 33 milyonunu -12,6
milyon mülteci ile 1,5 milyon sığınmacı- çocuklar oluşturmaktadır. Bu çocuklar paylarının
olmadığı çatışmalar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalmış ve
milyonlarcası da daha iyi, daha güvenli bir yaşam için yollara düşmüştür.
Hemen
yanı başımızdaki Suriye’de, Filistin’de ve daha dünyanın birçok köşesinde
farklı nedenlerle krizler yaşanmaya devam ediyor. Bununla birlikte, kriz karşısında
en ağır bedeli ödeyen ve küçücük omuzlarına ağır yükler binen kesim, maalesef
çocuklar olmaya devam ediyor. Yaşamla ölüm arasında gidip gelirken, hayatta
kalma savaşını kazananların eğitimleri, sağlıkları, duygusal durumları risk
altında.
Türkiye’de,
çoğu Suriyeli olmak üzere yaklaşık 4 milyon mülteci yaşıyor. Bunların içinde
yaklaşık 1,74 milyonu çocuk. Geçen yılki rakamlara göre okula kayıtlı olan
sayısı 680 bin; 400 bin civarında çocuk ise hâlâ okula gitmiyor.
Dünya
üzerinde bu hareketlilik devam ederken, içimizi sızlatan pek çok manzaraya şahit
oluyoruz. İçinde doğup büyüdüğü topraklardan güvenli bir gelecek kurma ümidiyle
çıkılan yolculuklar, kimi zaman felâketlerle neticeleniyor. Kaçtıkları şiddetin
travmasını yaşayan çocuklar, göç yollarında denizde boğulma, aşırı su kaybı,
insan tacirlerinin eline düşme, cinsel istismar, kötü beslenme gibi çeşitli
tehlikelerle yüzleşmek durumunda kalıyorlar.
Geride
bıraktığımız dönemde, içinde çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 30 bin civarında
göçmenin Akdeniz’de hayatını kaybettiği elim görüntüler henüz hafızalarımızda
taptaze. Diyelim ki tüm engelleri aşarak sonunda varmak istedikleri ülkeye
ulaştılar, bu sefer de vardıkları ülkede yabancı düşmanlığı ve ayrımcılığın hedefi
olabiliyorlar...
2001
yılından bugüne her yıl, 20 Haziran günü, “Dünya Mülteciler Günü” olarak
anılmaktadır. Bu günün uluslararası alanda anılması hem mültecilerin yaşadığı
sorunlara dikkat çekilerek farkındalık oluşturmak, hem de mültecilerin/sığınmacıların/göçmenlerin
yaşadıklarına çocuk gözüyle bakabilmeye imkân sağlamaktadır.
(Devam edecek
inşallah…)
https://www.easo.europa.eu/sites/default/files/EASO-Asylum-Report-2020-Executive-Summary-TR.pdf
https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/