
2022 yılı, belli mihrakların algılarıyla Türkiye’yi
büyük bir darboğazda görenlerin hüsran yılı olacaktır. Bu hüsranın nedeni ise
Türkiye’nin 2021 yılı Aralık ayında gerçekleştirdiği iktisadî makas değişiminin
ne anlama geldiğini bilmemektir.
Türkiye’nin 2021 yılında “düşük kur-yüksek faiz” kısır
döngüsünden çıkması, tarihimizin en isabetli iktisadî dönüşümlerinden biri
olarak mazinin zafer sayfaları arasındaki hususi yerini alacaktır.
Malûmdur ki dünya, 2021 yılında pandeminin de
etkisiyle büyük bir ekonomik türbülansa girdi. Bu ekonomik türbülans, enerji
kaynaklarına malik ülkeler lehinde bir iyileşmeye, enerji kaynaklarına bağımlı
ülkeler aleyhinde ise aynı oranda bir kötüleşmeye yol açtı. Türkiye, enerji
kaynaklarının kıtlığı yüzünden iktisaden kötüleşenler içerisinde yer aldı.
Dünya genelinde 2021 yılından daha çetin geçecek olan
2022 yılı için yapılan hamlelere ve alınan tedbirlere baktığımızda, iki ülkenin
ciddî manada tedbir aldığı görülmektedir. Bu ülkelerden biri Çin, diğeri ise
Türkiye’dir.
Çin, ihracata dayalı büyüme hamlesinden vazgeçerek
kapılarını dış dünyaya kapatarak içe dönük bir üretim ve plânlamaya döndü. Çin’in
böyle bir modele geçmesinin amacı, nüfusunun büyüklüğünden dolayı çökmeye yüz tutan
orta sınıfı ayakta tutmaya yönelik, sosyal adalet prensipli bir sisteme geçmek
istemesidir. Çin’in nüfus ve sosyal yapısına bakıldığında, bu sistemin yerinde
ve özgün bir adım olduğu açıktır. Çin bu hamlesinin meyvelerini ileride
toplayacaktır.
Türkiye’ye gelince…
Türkiye’nin makus talihi olan düşük kur ve yüksek faiz
döngüsü, bu ülkeyi her 10 yılda bir büyük ekonomik bunalımlara sürüklemektedir.
Bunalımlara bağlı olarak da zincirleme sosyal patlamalar ve askerî darbeler
birbirini kovalamaktadır. Bu sistemin bize zorla giydirilen bir deli gömleği
olduğu açıktır. Bu gömlek yırtılmadıkça bu cinnet hâlinden kurtulmamıza imkân
ve ihtimâl yoktur.
Türkiye, 2021 yılı Aralık ayında ilk defa makus talihi
olan düşük kur ve yüksek faiz sarmalından çıkmak için çok riskli bir siyâsî
irade göstermiştir. Alınan karar doğru, ancak yüklenilen siyâsî risk çok
yüksektir. Zira hiçbir hükûmet, seçimlere 16 ay kala böyle yüksek bir siyâsî
riski göze almaz. Ancak görülüyor ki, Türk devlet treninin duvara çarpmaması
için bu kritik siyâsî tavrın göze alınması bir zaruretti. Ancak bu riski göze
alan siyâsî iradenin de kısa zamanda bu müspet girişimin meyvelerini
toplayacağına şüphe yoktur.
Ne dediğimin daha iyi anlaşılması için 2022 yılı içinde
dünyada baş gösterecek olan ekonomik, sosyal ve siyâsî türbülanslara çok
iyi bakmak gerekmektedir.
Türkiye 2021 yılı Aralık ayında ne yaptı? Kendisine
bir deli gömleği gibi zoraki giydirilen ancak çok dar gelen “düşük kur ve
yüksek faiz” çemberini yırtıp attı. Henüz içinde olduğumuz için farkında
değiliz ancak yapılan iktisadî hamlenin nasıl bir ekonomik devrim olduğunu çok
uzak olmayan bir zamanda lehteki tecellileri ile göreceğiz.
Türkiye’nin şu anki cari açığını ve mevcut pozisyonunu
negatiften pozitife getirmek için tercih ettiği yeni yöntem, “üretim-istihdam-ihracat”
üçlüsüdür. Belli ki Devlet, bu üçlünün destekleyici unsuru olarak faiz indirim
kartını kullanacaktır. Faiz yoluyla tefeciye giden para, üreticiye ve iç
talebe sunulacaktır. Böylelikle dıştan gelip hiçe giden ve ekonomimizi açmaza
düşüren bir etken olan faiz giderleri, üretimi destekleyici ve iç talebi
karşılayıcı yeni bir rotada hareket edecektir.
Türkiye’nin elbette gelecek projeleri, sadece bu üçlü
yönteme dayanmayacaktır. Türkiye, tarihsel birikimi itibariyle bir büyük cihan
devletidir. Bu devletin imkânları arttıkça, bir büyük cihan devleti olmaya
yönelik adımlar da artacaktır.
Türkiye’nin gelecek projeleri, sanıldığından çok daha
etkin ve kuvvetlidir. Türkiye’nin bu projelerini oluşturması için şu an üç
hareket noktası vardır: Bu noktalardan birincisi, güçlü bir savunma sistemine
sahip olmak ve silah gücü itibarıyla caydırıcılığını dost-düşman herkese kabul
ettirmektir. Çok şükür, Türkiye bu bapta yüzlerce projeyi, gizli ve açık
biçimde yürüterek gerçekleştirmiştir.
Türkiye artık, kendisine silah doğrultulduğunda
adını “ağır bedeller ödettirecek” ülkeler safına yazdırmış ve sert gücünün
gölgesinde yumuşak gücünü harekete geçirmiş oyun kurucu bir ülkedir.
Türkiye’nin dünya çapında bir “SİHA diplomasisi”
gücüne eriştiği ve dengeleri istediği yerde istediği gibi değiştirdiği
gözlemlenmektedir. Bu öyle bir durumdur ki, Türkiye, Asya’dan Afrika’ya,
Kafkaslardan Ortadoğu’ya kadar uzanan bir coğrafî zeminde kendi amaçlarına uygun
konjonktürel değişimleri, işbirliği yaptığı aktörler eliyle gerçekleştirecek
profesyonel bir devlet görüntüsüne her gün biraz daha yaklaşmaktadır
Türkiye’nin ikinci büyük avantajı ise sahip
olduğu zengin maden ve hidrokarbon yataklarını kendi başına işletebilecek bir
teknolojiye erişmesidir. Meselâ Türkiye, eskiden ham olarak sattığı kritik öneme
sahip bor madenini artık işleyerek satmaktadır. Yakın bir zamanda mamul hâle
getirilmiş toz bor satmak yerine, bunları sınaî ve ticarî ürünler hâline
getirerek satmanın eşiğine de gelmiştir. 2021 yılı itibariyle 1 milyar dolarlık
bor geliri elde eden Türkiye, yakın bir zamanda bunu 15-20 milyar dolarlık bir
ihraç boyutuna getirecek imkân ve kapasiteye fazlasıyla sahiptir.
Diğer yönden Akdeniz’in, hidrokarbon yatakları
itibarıyla dünyanın en zengin yataklarından biri olduğu aşikârdır. Özellikle
sınırlarını titizlikle koruduğumuz Mavi Vatan, Türkiye’nin beş yüzyıllık enerji
ihtiyacını karşılayacak bir potansiyel içermektedir. İşte bu dev potansiyeli
harekete geçirmek için, devletin askerî açıdan son derece güçlü ve caydırıcı
olması gerekmektedir. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye, bu hayatî deniz sahasını
korumak için karada İHA’larla yaptığını, denizde de SİDA’larla yapmak
zorundadır.
Türkiye’nin yakın bir zamanda denizlerde kendisine
stratejik üstünlük kazandıracak olan bazı SİDA projelerini açıklayacağını
düşünüyorum. Bu SİDA’lar açıklandığında, denizler üzerindeki hâkimiyet
anlayışı temelden değişecektir. Nasıl ki Türk SİHA’ları Suriye, Libya ve
Karabağ’da klasik kara savaşında kullanılan konvansiyonel silahları yerle bir
ettiyse, aynı şekilde denizlerde de Türk SİDA’ları karşısında klasik denizaltı,
kruvazör ve uçak gemilerinin bir ağırlığı kalmayacaktır. Böyle bir savunma
gücüne erişmiş olan Türkiye’nin Akdeniz’deki haklarını kimseye yedirmeyeceği
gayet açıktır.
Türkiye’nin asıl büyük projesi, Türk Devletleri
Teşkilatı’dır. Şimdilik klasik güç dengeleri mihverinde hareket eden dünya
ülkeleri, Türk Devletleri Teşkilatı’nın ne anlam ifade ettiğini yeterince
kavramamış görünmektedirler. Oysa bu asrın gidişatını belirleyecek en büyük
projelerden biri, bu çekirdek projedir.
Türk Devletleri Teşkilatı’nın Çin’in emelleri karşısında
nasıl yıkılmaz bir set olduğunu içimizdeki gafiller anlamasa bile, Çin gayet
net anlamış görünmektedir. Nitekim Çin basınında yer alan yeni stratejik
yazılarda Türk Devletleri Teşkilatı’nın Çin için ne kadar büyük bir sıkıntı
olduğu ısrarla vurgulanmaktadır.
Çin’in en büyük projesi olan “Bir Kuşak Bir Yol”
projesinin can damarı olan coğrafyayı olduğu gibi kontrol eden Türk Devletleri
Teşkilatı, Çin’in yakın zamanda en büyük karabasanlarından biri olacaktır. Türk
Devletleri Teşkilatı’nın gücü, önünde sonunda Doğu Türkistan’ı bir çözüm
noktasına taşıyacaktır.
Dünyanın ihtiyaç duyduğu yeni madenlerin zengin ve
bakir yataklarına sahip olan bu büyük coğrafya, aynı zamanda yeni dönemde en büyük
yatırımları alacak coğrafyalardan biridir. Öyle anlaşılıyor ki, Türk Devletleri
Teşkilatı’nın kontrolünde olan coğrafî saha, yakın bir zamanda dünyanın yeni
yükselen gücü olmaya doğru koşar adım gitmektedir.
Türk Devletleri Teşkilatı’nın yakın bir süreçte Türk
İslâm Devletleri Teşkilatı yapısına dönüşmesinin önünde hiçbir engel
yoktur.
Bizi bugün kur ve faizle terbiye etmeye çalışan klasik
kapitalist devletler, yakın bir zamanda önümüzde diz çökerek 200 yıldır bizden
çaldıklarını fazlasıyla ödeyeceklerdir. O günler de uzak değildir! Vesselâm…