Bir Boşnak entelektüel: Mehmed Cemâleddin Çauşeviç

Čaušević, kayıtsızlık ve yenilgilerin “derin uykusu”na sürüklenen Müslümanları kınadı. Ayrıca, “Müslümanlar, Avrupalılar gibi bilgi silahını kuşanıp her türlü buluşu yapmak yerine, uyanamayacakları derin bir uykuya daldılar” ve “Bilgi ve cehalet asla eşit olamaz, bilgi her zaman cehalet karşısında zafer kazanmıştır” söylemlerini de savundu.

BOSNA-HERSEK

MEHMED Cemâleddin Çauşeviç, 1870 yılının Aralık ayında, Bosna-Hersek’in kuzeybatısında, Una nehri üzerine kurulu Bosanska Krupa şehrine 12 kilometre uzaklıkta, Arapuša (Arapuşa) köyünde doğdu.

İlk eğitimini bir din adamı olan babası Molla Ali Çauşeviç’den aldı. Daha sonra Bihać (Bihaç) Medresesi’nde eğitimine devam etti.

Bu eğitim sırasında medresenin en önemli eğitmeni ve aynı zamanda şehrin müftüsü olan Mehmed Sabit Ribič’in (Ribiç) dikkatini çekti. Bunun üzerine, 17 yaşına geldiğinde yükseköğrenim için Osmanlı Devleti’nin başkenti olan İstanbul’a gönderildi. Çauşeviç, İstanbul’da önce İslâmî ilimler alanındaki eğitimini tamamladı ve ardından Mekteb-i Hukuk’ta eğitime başladı.

Öğrencilik yıllarında Osmanlı modernleşme akımının etkisinde kaldı. Mekteb-i Hukuk öğrencisi olduğu dönemde Anadolu, Hicaz, Yemen, Makedonya ve Mısır’a gitti ve buralarda konuşmalar yaptı.

Konuşmacı olarak katıldığı konferanslarda hem dinî, hem de toplumsal alanda yapılacak reformlar konusunu işlediği görülmektedir. Bu görüşünü daha sonra Mısır seyahatinde derslerine katıldığı ünlü Arap reformcusu Muhammed Abduh’un (1849-1905) derslerine katılarak pekiştirmiştir. Daha sonra yazdığı yazılarda Abduh’a “Ustaz-i Muhterem” (Saygıdeğer Öğretmen) olarak atıfta bulunmasından, bu derslerin Çauşeviç üzerinde önemli bir etkisi olduğu söylenebilir.

Eğitimli dindar bireylerin Bosna-Hersek’i terk edip Osmanlı topraklarında yaşaması geleneği olmasına rağmen, Mekteb-i Hukuk’tan mezun olduktan sonra 1901’de Çauşeviç, İstanbul’dan ayrıldı ve Bosna’ya döndü. Saraybosna’ya döndükten sonra Arapça hocası olarak çalışmaya başladı.

Eylül 1903’te Bosna-Hersek İslâm Birliği’nin yönetim organı olan Meclis-i Ulema’nın üyeleri arasına seçildi. Bu görevin akabinde, dinî eğitim veren kurumları denetlemekle görevlendirildi ve Bosna-Hersek eğitim ve öğretim kurumlarının mevcût durumunu inceledi.

1909’da Čaušević, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından finanse edilen Şeriat Okulu’ndan gelen hocalık teklifini kabul etti. Her zaman reformist ideallerine sâdık olan Čaušević, fikirlerini ortaya koymaktan ve bunları uygulamak için çabalamaktan asla vazgeçmedi.

Kısa sürede, eğitim alanındaki fikirleri Bosna-Hersek’te kabul gördü ve yaygınlaştı.

Molla Süleyman Sarač 1913 yılında görevinden ayrılınca, Čaušević bir yıl sonra, 26 Mart 1914 yılında Bosna-Hersek İslâm Birliği’nin en prestijli dinî rütbesi olan “Reis-ul Ulema” olarak tayin edildi.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Yugoslavya Devleti’yle vakıfların yönetimi ve ülkedeki dinî konumlar üzerine çıkan anlaşmazlıklar yüzünden istifa ettiği 1930 yılına kadar bu görevde kaldı.

1930 yılında, görevinden ayrılıp emekli olmasını takiben, edebî alana yaptığı katkılarla İslâm entelektüel söyleminde aktif bir katılımcı olmaya devam etti. Molla Muhammed Pandža ile birlikte Kur’ân’ı Sırpçaya çevirdi ve sonrasında tefsirini yaptı.

20’nci yüzyılın başlangıcı Bosna-Hersek’te, büyük bir kültürel ve siyasal dönüşüm dönemiydi ve aynı zamanda Mehmed Cemâleddin Çauşeviç, hem geleneksel İslâm teolojisi, hem modern bilim açısından oldukça yetenekli biri ortaya çıkmış bir şahsiyetti.

Bosnalı Müslümanları, önce Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve daha sonra Yugoslavya Devleti’nin hâkimiyeti altında kaldıkları dönemde vatanlarını bırakıp hâlâ Müslümanların hâkimiyeti altındaki topraklara göç etmekten vazgeçirdi. Bu durum, Bosna-Hersek’in demografik yapısında önemli bir değişiklik getirmekle kalmadı, aynı zamanda Bosna-Hersek’in Müslüman toplumunun inanılmaz bir bilinç kazanmasını da sağladı.

Çağdaşı diğer Müslüman reformcularda olduğu gibi, Cemâleddin Čaušević de halkı için aynı amaçlara sahipti ve aynı söylem ve de metodolojiyi kullandı. Bunlar; matbaanın kullanımı, kadınların yüzlerini açabilmeleri, eğitim alanında reformalar gibi söylemlerdi.

Savunduğu bu söylemler, Müslüman Orta Doğu ve Orta Asya’daki diğer reformist çağrıları hatırlatıyordu.

Čaušević, kayıtsızlık ve yenilgilerin “derin uykusu”na sürüklenen Müslümanları kınadı. Ayrıca, “Müslümanlar, Avrupalılar gibi bilgi silahını kuşanıp her türlü buluşu yapmak yerine, uyanamayacakları derin bir uykuya daldılar” ve “Bilgi ve cehalet asla eşit olamaz, bilgi her zaman cehalet karşısında zafer kazanmıştır” söylemlerini de savundu.

Čaušević gibi reformistlere göre, Avrupalılara zaferi kazandıran şey bilgiydi ve Müslümanlar, cehaletleri yüzünden bu hâle gelmişlerdi. Bu görüşleri doğrultusunda Müslümanların, bir zamanlar sahip oldukları dünyevî bilgeliği geri kazanmaları gerekiyordu.

Bu reformcuların çoğunun samîmi inananlar olduğu düşünülürse, aslında yaptıkları şeyin Kur’ân’ın özgünlüğünün sorgulanması değil, Kur’ân’ın yeniden yorumlanması ile hem ahlâkî yükselişi sağlama, hem de Müslümanların maddî olarak zenginleşmesi için bilgi arayışı olduğu söylenebilir. 

Cemâleddin Čaušević, 1938’de, İkinci Dünya Savaşı’nın başında öldüğünde, Bosnalı Müslümanlar sadece bir insanı değil, aydınlanmaları, yükselmeleri, kültürleri ve gelenekleri için umut sembolü olan bir ismi de kaybettiler.