26 Haziran
itibarıyla Kanal İstanbul Projesi’nin temeli atıldı ve süreç başladı. Bu
cümlenin içerdiği bilgiye bakılırsa, son derece sıradan ve kolay bir işin, âdeta
bakkal açar gibi gerçekleştiği sanılır. Evet, bu cümle basit ama bu basit
cümlenin ardında çok zor bir siyasal ve ekonomik mücadele var.
Bu
proje, 2011 yılında dönemin Başbakan’ı Erdoğan tarafından açıklandığı günden
beri, Türkiye’nin önünü kesmek isteyen dış güçler ile siyâsî emel ve
ihtiraslarını onların başarılı olmalarına bağlayan içteki yapılar tarafından
hedefe konuldu. Türk kamuoyu on yıldır bu “İstemezük” tayfasının algı
operasyonlarına maruz kaldı.
Türkiye’nin
kendisini kuşatan Batı ittifakına karşı, ilk bağımsızlık hamlesi olan “One
minute” sürecinden sonra uğradığı devasa saldırıların arkasında tek amacın
yattığı görülür: Vesayet ve bu vesayete bağlı olarak statükonun devamı…
Bu
temel amaç ise şu iki hususu şiddetle muhafaza etmeye odaklıdır: Türkiye’nin
kendilerinden bağımsız bir politika izlememesi ve ekonomik olarak kırılgan bir
çizgide ilerlemesi…
Türkiye’nin
“One minute” çıkışının önünü almak için harekete geçen Batı ittifakı, içteki
kripto yapılanmaları ve etki ajanlarıyla Gezi Olayları’ndan başlayıp 15 Temmuz
ihanetine kadar giden üç yıllık zaman diliminde Türkiye’ye büyük bedeller
ödettiler. Lâkin milletin çelik iradesine çarpan bu kumpas ve ihanetlerle bize
bedel ödettilerse de kendileri de kaybettiler.
Türkiye
bu büyük saldırı sürecinde bütün saldırıları milletin sinesinde söndürerek çıktığı
yeni yolda yürümeye devam etti ve geciktirseler de büyük projelerini kararlılıkla
yapmayı sürdürdü.
Barajlar,
yollar, hızlı trenler, havalimanları, metro hatları ve savunma sanayii
projelerini bir bir hayata geçiren Türkiye, bağımsızlık iradesinin abidesi olan
15 Temmuz Millî Zaferi’nden sonra 40 yıldır belini kıran terör yükünden de
büyük ölçüde kurtuldu. Bu kurtuluş ona büyük bir millî güç verdi. Hak ve
menfaatlerini korumak ve geleceğini kurtarmak için yeni bir vatan ve vatan
güvenliği anlayışı oluşturdu.
Bu
yeni vatan, artık sadece karadan ve salt topraktan ibaret bir vatan değildi. Bu
vatan, “Mavi Vatan” nitelemesiyle kabul gören denizleri de içeriyordu. Türkiye,
uluslararası hukuktan kaynaklanan deniz haklarını yeni bir vatan bilinci
oluşturmak için “Mavi Vatan” ismiyle korumaya aldı.
Artık
karanın korunması, karanın bittiği yerden değil, deniz sınırının bittiği yerden
başlıyordu. O deniz sınırının korunması için de deniz yetki alanları
anlaşmaları yaparak vatan savunmasını deniz sınırlarının çok ötesinden
başlatıyordu.
Denizin
olmadığı kara sınırlarını ise terör örgütlerine kapatıyor ve bu örgütleri,
arkasındaki destekçileriyle beraber sınırlarının ötesine süpürüyordu. Süpürdükçe
de üzerindeki düşman emellerini berheva ediyordu.
Dünyanın
başına Covid-19 denen bir illet musallat ediliyor ama Türkiye hem pandemi, hem
de Suriye, Irak, Libya ve Karabağ’da bekâsının düşmanlarına karşı mücadele
vererek bağımsızlık yolunda emin adımlarla ilerliyordu.
Ekonomik
olarak zorlanıyor ancak IMF kapısını çalmayarak bağımsızlığının üstünde
titriyordu.
Nihayet
zaman geçti, devran döndü ve dost görünümlü baş düşmanımız olan ABD’nin başına,
bu saydığım kumpasların asıl tetikçisi olan sözüm ona Demokratlar geldi. Ama ne
geliş! Başlarında iflah olmaz bir Türk ve Müslüman düşmanı olan Delaveralı Biden
ile geldi.
Delaveralı
Biden, iktidara geldiği tarihten 14 Haziran 2020’ye kadar altı ay boyunca
Türkiye’ye karşı birtakım algılar geliştirerek kendini ağıra satmaya çalıştı.
ABD bütün çabasını, bu görüşmeye zayıf ve gardı düşmüş bir Türkiye getirmek
üzerine harcadı ancak nafile.
Başkan
Erdoğan, Delaveralı Biden ile görüşmeden önce bağımsız Türkiye’nin aynı
kararlılıkla yoluna devam edeceğine dair iki mesaj verdi. Bunlardan ilki,
Filistin ile yıllar önce Libya tarzı yapılan savunma ve güvenlik işbirliği
anlaşmasını imzalayarak yürürlüğe sokması, diğeri de 26 Haziran’da Kanal
İstanbul Projesi’nin temelinin atılacağını söylemeseydi.
Başkan
Erdoğan bununla da yetinmedi, 15 Haziran 2020’de Azerbaycan ile Şuşa
Beyannâmesi’ni yayınlayarak Türkiye’nin kendi eksenini kuracağını ilân etti.
Büyük
devlet, sözünün ardında kararlıkla duran devlettir. Başkan Erdoğan, içte ve
dışta koparılan hiçbir yaygaraya zerrece ehemmiyet vermedi ve söylediği tarihte
büyük bir gövde gösterisiyle temeli attı.
Oysa
Batı ittifakı, “Diğerlerine mani olamadık, bari bu projeyi baltalayalım”
yaklaşımıyla harekete, ne hareketi, âdeta saldırıya geçti. Ellerindeki sosyal
medya ile muazzam bir fitne koparıp itibarsızlaştırma ve iftira kampanyası
yürüttüler ama işe yaramadı.
Bunun
üzerine var güçleriyle İstanbul Belediye Seçimlerine müdâhil oldular ve amaçlarına
en uygun tip olan bir ibişi belediyenin başına getirdiler. Bu ibiş, temel
atmama, atılan temelleri doldurma, algıyla tayyare uçurma gibi emsâlsiz
icraatlarıyla işe girişti. Bu ibişin en büyük hedefi ise, kendisini bu amaç
için iş başına getirenlerin muradı olan Kanal İstanbul’a engel olmaktı.
İbiş,
belediyenin başına geldiğinden beri Kanal İstanbul hakkında söylemediği yalan,
uydurmadığı algı bırakmadı. Ama halk nazarında çapsızlığı kısa sürede ortaya
çıkınca bu söyledikleri, güneş görmüş kar gibi eriyip gitti. Halk ibişin bir
illüzyon olduğunu anladı anlamasına ama iş işten geçmişti. Yapacağı bir şey yoktu,
yeni bir seçime kadar bu ibişe katlanacaktı.
Batı
ittifakı, ibişin elinde patladığını görünce, bu kez kendisinden emir alan
birtakım emekli amiral tayfasını “Montrö” gevelemeli bir bildiriyle sahaya
sürdü. Ancak Türkiye eski Türkiye olmadığı için, Türk halkı sosyal medyada
bunları linç etti. Devlet de harekete geçerek, bunları en büyük eksiklikleri
olan hukuk ile tanıştırdı. Ömürlerini bir bildiri için vakfeden bu “emirallar”,
sabun köpüğü gibi silinip gittiler.
Çevreydi,
ottu, çöptü, uçan kuştu gibi başkasının uçurduğu balonlara binen birtakım LGBT
soslu kıytırık gruplar da bir görünüp daha çok sönerek buharlaştılar. Çünkü
ortalığı alevlendiren provokatörler, Gezi Olayları’ndan sonra tasfiye
edilmişlerdi.
Neticede
Başkan Erdoğan, 26 Haziran’da sahne alarak Kanal İstanbul Projesi’nin bir
bağımsızlık manifestosu olan temelini attı.
Bu
kanal açılacak, bu köprüler yapılacak ve Boğaz’dan bedava geçen gemiler, bu
kanaldan geçerek harçlarını ödeyecekler, o kadar!
Bağımsız
bir devlet, Montrö falan diye başkalarının borusunu öttürmez; öttüre öttüre
harcını alır ve teröre harcadığı parayı, harcattıranlara ödetir!
Vesselâm...