Mostar, Bosna-Hersek
ELİMDEKİ günlüğü, Viyana
Üniversitesi Slav Dilleri Fakültesinde okurken gelen bir e-posta üzerine evine
gittiğim emekli Dr. Herbert Michner’in kütüphanesinden satın almıştım.
Herbert
bizi, kitaplarına bakmaya yakın dostum Yakup Torun ile gittiğimizde, ayağında
Anadolu’da giyilen patikler ile karşılamış ve bize Türk kahvesi ikram etmişti.
Almanya’nın
İkinci Dünya Savaşı’nda Bosna’yı işgalinde bir Müslüman Boşnak’ın hayatını
kurtardığını, o günden beri görüştüklerini ve patikleri de onun hediye ettiğini
söylemişti. Evinde kocaman portreler vardı. Dedesinin Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu döneminde Bosna İşgalinden sorumlu üst düzey bir görevli
olduğundan bahsetti. Savaş sonrasında ise bölgeyle iyice ilgilenmeye devam
etmiş, Slav dillerinden Almancaya birçok kitap tercüme etmişti.
Elimdeki
kitap ise, 1908 yılında C.W. Stern Verlag tarafından Viyana’da basılmış ve “1878-Birliklerimiz
Bosna-Hersek’te” (Unsere Truppen in
Bosnien und Herzegowina 1878) serisinin beşinci cildi… Bu cilt, askerlerden
birinin görev yaptığı Hersek bölgesinin işgalini anlatmaktadır. Fakat kitapların
yeni baskıları olmadığı için serinin kaç cilt olduğu ile alâkalı bir malûmatım
maalesef yok. Almanca yeni baskıları olmadığı gibi Türkçeye de tercüme
edilmemiş.
Kitabın orijinal adı, “Die Letzten Kämpfe und der Heimmarsch” (Son Savaş ve Eve Dönüş)… Günlükleri yazan albayın adı ise, unvanıyla birlikte “Oberst Georg Freiherrn vom Holtz”...
Salih Hacı Lojo’ya dair
13
Temmuz 1878 Berlin Antlaşması sonucu Habsburglara bırakmak zorunda kaldığımız
Bosna-Hersek, 29 Temmuz-20 Ekim tarihleri arasında kadını erkeği, Osmanlı’ya
bağlı vatanseverleri ile 3 aylık bir mücadele sonunda teslim olmak zorunda
kalmıştır. Kitabın büyük bölümü isyancıların (!) başı olarak bilinen Hadzi
Lojo’nun (Salih Hacı Lojo) yakalanması için verilen mücadeleyi detayları ile
günü gününe anlatıyor.
3
Ekim tarihinde Velika Kladuşa şehrinde esir alınan Lojo, ilk önce idama, daha sonra
5 yıllık zindan cezasına çarptırılıyor. Lojo, Bosna’da direnişin sembol
isimlerinden biri olarak anılır ve ismi ülkede birçok sokağa verilmiştir. Kitapta,
Türklerde asılmanın aşağılayıcı bir ceza ve asıldıktan sonra Cennet’e gidilemeyeceği
inancının olduğunu yazıyor fakat buna rağmen “Türk” diye adlandırdıkları Hadzi
Lojo’nun sağ kolu Jamakovic’in ise 22 Ağustos tarihinde yakalanarak idam
edildiğini yazıyor.
Albaya
göre Lojo bir hayduttur ve Mekke’ye gitmiş olması ona her tabakadan destek
sağlamaktadır. Devamında ise yandaşları ve adamları kâfirlere karşı savaştığından
Peygamber sancağını onun taşıdığına inanıyorlar. Sağlık kontrolünü yapan
doktor, Hadzi Lojo’nun 6 hafta boyunca yaralı bir şekilde kaçtığını söylüyor.
Lojo
cezasını, o zamanlar imparatorluğun savaş esirleri ve mahkûmlar için inşâ
edilen ve bugün Çek Cumhuriyeti’nde bulunan, İkinci Dünya Savaşı sonrasında
Almanlar tarafından toplama kampı olarak kullanılan Teresienstadt şehrindeki
hapishanede geçirdi ve orada terziliği öğrendi. 1878 yılında, Mekke’de vefat
etti.
Albayın
Saraybosna’ya işgale geldiklerinde yazdıkları ise Boşnak kadınlarının
mücadelesini ve işgal kuvvetlerinin acımasızlığını ortaya seriyor:
“Cami savunma için
düzenlenmişti ve biz etrafını sarmıştık. Birçok kadın da minareden
askerlerimize ateş ederek ve taş atarak mücadeleye katılmıştı.
Cami ele
geçirildikten sonra bu Mägereler (Yunan
mitolojisinde intikam tanrıçası) kızgın adamlarımız tarafından minarenin
tepesinde sokağa doğru atıldı ve aşağıda bekleyen askerimiz tarafından
kılıçlarla öldürüldü.
Cesetleri caminin
avlusundaki taşın üzerine yığdık, taşın üzerindeki kanlar buradaki direnişin ve
mücadelenin ne kadar zor geçtiğinin şâhidi olacaktı...”
İsyancıların
(!) takibi ise Saraybosna’nın doğusunda yer alan Romanija dağları, Glasinac,
Gorazde, Tuzla, Gracanica, Han Pijesak bölgelerinde geçiyor. İsyancı (!)
Boşnakların, büyük bir bölgedeki köylere, vadilere ve dağlara yayılmış yaklaşık
4-5 bin kişiden oluştuğunu ifade ediyor kitap.
Albay,
şehri işgale geldiklerinde kahve içtikleri kafelerde birçok Türk askeri
gördüklerini ve içeri girdiklerinde ayağa kalkıp kendilerini selâmladıklarını,
kahve ve sigara ikram ettiklerini anlatıyor.
İsyancıları
kovalarken dağlarda açlık ve susuzluk çektiklerini, çamurlu su birikintilerinden
su içmek zorunda kaldıklarını, fakat 18 saate varan açlığın yanında susuzluğun
bir çocuk oyuncağı olduğunu ifade ediyor.
Hadzi Lojo’nun evini bastıklarında ise onu evde bulamadıklarını ve evi ararken depoda bulduğu bir Türk tepsisini alıp evine götürdüğünü söylüyor Albay.
Çatışma
zamanlarının hâricinde ise Saraybosna çarşısında mecidiyeden üretilmiş gümüş
düğmeler, Türk küpe ve broşları, birçok hırdavat malzemesi satın almış.
İlk
defa gördüğü nargile kahvehanelerinde Türklerin saatlerce oturabildiklerini,
nargile içmeyi denediğinde ve beceremediğinde ise yanlarında oturan yaşlı
Türklerin bundan büyük zevk aldığını ve bıyık altından onlara güldüğünü
yazıyor. Nargile içmenin ise bir sabır işi olduğunu, bu sebeple Gaiaurlara (Gâvurlara) uygun olmadığını
ve 5 dakika sonra oradan çıktıklarını yazıyor.
Zvornik
şehrinden Rogotica’ya kaçan isyancıları (!) takipte 2 üst düzey olmak üzere 61
askerin, Bosna’nın kuzey bölgesinde yer alan Slunj yakınlarını takipte ise 21
subay ve 533 askerin Saraybosna’nın doğusunda bulunan Senković-Bandin-Odžiak
bölgesindeki dağlık alanda 3 bin kişilik isyancı grubuna karşı çatışmada ise
300 isyancının ve kendilerinden ise yüksek rütbeli dâhil 114 askerin, Livno’da
6 askerin, isyancıların son kalesi olan Velika Kladuşa’da ise 20 Ekim’de 51
askerin hayatını kaybettiğini detayları ile not düşüyor.
İsyancıları
takipte kiralayarak konakladıkları eski Türk stili evlerin mimarisine hayran kalan
Albay, “Mustafa Aga” diye birinin evinin çatısında kaldıklarını, hareminde üç
eşi olduğunu, bahçesindeki meyveleri çalıp çalmadıklarını kontrol etmek için
her zaman bahçeye baktığını ifade ediyor. Daha sonraları başka bir ev kiralamak
zorunda kaldıklarında ise yüzbaşı, ev sahibine, “Şehri aldığımızda bize ateş ettin mi?” diye soruyor, bazı
durumlarda da kiraladıkları ev sahiplerine, “Ne
malınızda, ne kadınlarınızda gözümüz var. Biz buraya huzur tahsis etmek için
geldik, ev sahiplerini/Bosnalıları mağdur etmek için değil” diyerek geliş
amaçlarını izah ediyor.
Garnizonda
ya da dağlarda kamp yaptıklarında ise askerin parasının çalınması ya da birlik kasasından
eksik para çıkması gibi vakalar olduğu, kitabın birçok yerinde geçmektedir. Bu
tür vakalardan birinin ise Viyana’ya dönüş yolundaki trende, bir Macar Yahudisi
olan üsteğmenin de başına geldiğini, askerlerin Yahudi olduğu için parasını
çaldığını, konuşmaları ile dalga geçtiklerini yazmakta, bunun yanında Macaristan’dan
aldığı salamları pis koktuğu için trenden dışarı attıkları gibi hırsızlık ve
aşağılayıcı birçok olaydan sıkça bahsetmektedir.
Nuri
Bey, Hussein Efendi ve Krajina’ya dair
İsyanın
örgütlenmesi ve destek bulmasında ise Sancak bölgesi üzerinden bölgeye gelen ve
yine en sonunda da o bölgeden kaçan Arnavutlardan sıkça bahsetmektedir Albay. Bazı
kısımlarda ise “Nuri Bey” adlı Türk teğmenin, 1 yüzbaşı, 7 çavuş ve bir sürü
redifin, isyancılardan (!) olan Karabegovici’nin adamlarına eğitim verdiğinden
bahsediyor. Bazı Bosnalıların ise farklı sebeplerden dolayı isyancılara yardım
etmediği yazmaktadır. Sancak bölgesindeki Taşlıca(Plevlja) Müftüsü Mehemed
Nurradin Semšikadic Zvornik’in şehrine geldiğini, şehrin ileri gelenlerinin
kendilerine yardım etmemeleri durumunda şehri yakmakla tehdit ettiğini ve daha
sonra 400 adamıyla Srebrenica’ya kaçtığını yazıyor. Albay, isyancıları
kovalarken Krajina içinse, “Bosna’nın en vahşi ve asi insanlarının bölgesi” şeklinde
tâbir kullanıyor ve buradaki isyanı Bihaç Müftüsü Hussein Efendi Kara
Begovic’in organize ettiğini yazıyor. Bunu söylemesinin sebebi ise, Bosna işgalinin
20 Ekim’de, Velika Kladuşa Kalesi’nin 11 günlük direnişten sonra düşmesi ile işgalin
ülke genelinde tamamlanmasıdır.
Aslında
Krajina halkının mücadeleci ve kendi başına hareket etme eğilimi her zaman
vardı. Osmanlı’nın Saraybosna’yı fethinden 170 yıl sonra, 1633’te, Bosna
topraklarına en son katılan ve Bosna Savaşı zamanında ise de Alija İzetbegovic
ile hareket etmeyip ayrı ordu kuran, 2016 yılında ise İşçi Partisi’nden aday
olup belediye başkanı seçilen Fikret Abdiç’in bölgesidir burası...
Kahramanca
şehirlerini ve kalelerini savunan ahalisi ile Stolac şehri, susuzluğa 4 gün
dayanabildikleri için teslim olan şehirlerden biri. Kitabın birçok bölümünde
ise şehirlerin kaç gün içinde teslim alındığı yazılı. Bosna’daki bütün
şehirlerin hangi tarihte alındığını, mücadelenin ne kadar sürdüğünü öğrenmek
isteyenler, dipnottaki bağlantıdan görebilirler.[i]
Kitabın son bölümü ise, bütün ülkede isyan bastırıldıktan sonra dönüş hazırlıkları hakkında bilgiler veriyor. Albay, Osmanlı döneminde Bosna’ya yerleştirilen Yahudilerin Yahudi askerleri dinî bayramlara çağırdıklarını, Saraybosna bitpazarındansa (tandelmarkt) meşhur erik ağacından yapılmış Livno işi süslemeli tabakalar, pipolar, küllükler aldıklarını söylüyor.
Bir
kahvehanede yerel kıyafetlerde çalışan bir garsonun, daha Avrupaî görünmesi
için terziden özel bir frak diktirdiğini ve kendine göre aslında bir “kıyafet
ve kültür devrimi” yaptığını ifade ediyor.
Albay,
dönüş yolundaki şehirleri, kaç kilometre sürdüklerini, nasıl sıkıntılar çektiklerini,
zafer kazanmış edâsıyla her zaman içki içen bölüğün başındaki komutanın sürekli
sarhoş olduğunu, sınırdaki Türkisches
Brod kasabasına geldiklerinde nehir sularının yükselmesinden dolayı bir
haftaya yakın süre boyunca sınırda beklediklerini, yol kenarlarında toplamda
250-300 civarında at leşi gibi birçok savaş görüntüsünden sıkça bahsetmektedir.
Şehir
isimlerinin etimolojisi ve isimlerin oluşum tarihi, bize coğrafya ve tarihi ile
alâkalı birçok malûmat vermektedir.
Bugün
Bosna-Hersek’te kuzey sınırının büyük bir kısmını oluşturan Sava nehrinin
Hırvatistan tarafının coğrafî adı “Slavonya”dır (Slovenya değil) ve şehir, “Slavonski
Brod” diye adlandırılır.
Sava
nehrinin Bosna tarafındaki kısmı ise Osmanlı döneminde “Turski Brod” (Türkische Brod) adlandırılırken,
Yugoslavya döneminden sonra “Bosanski Brod” olarak adlandırılmıştır. Bosna
Savaşı’ndan sonra Dayton Antlaşması ile Sırp Cumhuriyeti bölgesinde kaldığı
için Sırplar, şehrin adından Bosanski kısmını çıkarıp “Brod” ismiyle anmışlar.
“Brod”
kelimesi günümüz Boşnakçasında “gemi” mânâsına gelse de köken olarak “obresti se” yani “bir nehirde, su
üzerinde yürüyerek geçilebilecek uygun bir yer” mânâsına gelmektedir. Bosna
Hersek-Hırvatistan sınır bölgelerinde Slavonski Brod, Bosanski Brod ve Martin
Brod gibi birçok yer adı bulunmaktadır. Sınıra yakın “Derventa” şehri ise
Osmanlı döneminde, Anadolu ve Rumeli’nin dağlık
bölgelerindeki geçit ve yolları korumak ve yolcuların güvenliğini sağlamakla
görevli teşkilât adı olan “Derbentler”den
gelmektedir.
Kelimenin Türkçeden türediğinin kanıtı ise, şehrin 16’ncı
yüzyılda kurulmuş olması, 2 surlu kalesi, etrafında 9 metrelik hendekleri,
kaleye giriş için 2 tahta köprü inşâ edilmiş olması, şehrin tamamen bölge
güvenliği için kurulduğunu göstermektedir.[ii]
Kitapta “Zagreb” ismi yerine Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu dönemindeki “Agram”
ismi kullanılıyor. Macaristan’ın Peç, “Fünfkirchen” (Beşkilise) ve “Ödenburg”
(Spron) gibi birçok şehir isminin de yöre halkının dillerinde farklı olduğu burada
görülebilir.
Hatırat, 2 hafta civarında yürüyerek süren geri dönüş yolu,
Viyana’da bugünkü Österreichische National Bank (Avusturya Millî Bankası) ve o zamanki adı “Alser-Kaserne” (Alser Kışlası) olan karşılama yerine ve
tören alanına varışlarının yanı sıra kutlama yemekleri ile sona ermektedir.
Bu hatırat ile Bosna-Hersek’te kullanılan Türkçeden geçmiş birçok
kelime, Almancada yer edinmiştir. Kitapta geçen Türkçe kökenli kelimeler; “bazar, dučan (dükkân), tiscbuk (çubuk), jok
(yok), fez/tepsija (tepsi), handscher (hançer), padischah, oka (ağırlık birimi
okka), Stambul, beg, kaftan, bimbaschi (binbaşı), Allah, konak, han, Medschidie
(Osmanlı para birimi Mecidiye), nargilah, divan, kaffetschi (kahveci), Giaurs
(gâvur), harem, asker, aga, mufti, raki, salem, mütessarrif (mutasarrıf), redif
(Osmanlı dönemi yedek asker), kaimakan (kaymakam), shawl (şal), bakschisch
(bahşiş)” şeklindedir.
500 yıla yakın süre Osmanlı hâkimiyetinde kalmış bir
coğrafyanın işgalini gerçekleştiren ordudaki bir albayın hatıratının tarih, dil
ve coğrafya bakımından, ayrıca askerî açıdan önem arz edeceği muhakkaktır.
Dilimize tercüme edildiği vakit ise her araştırmacı, kendi alanına göre bir malûmat
elde edecektir.
Bazen düzinelerce kitap ya da Bosna işgalini birkaç sayfada akademik
bir dil ile okuyabilirsiniz. Fakat hatıratın içinde, gün gün, o şehirde
yaşıyor, savaşın içindeymişsiniz gibi bir ruh ile bazen bir direnişçi ya da
isyancı rolüne kendinizi koyarak olaya daha derin bir şekilde vâkıf
olabiliyorsunuz. Muhakkak kendi dilinizde, sözlükten kelimeleri aramadan, bölmeden
okuyabilirsiniz.
İlk baskısı 112 yıl önce yapılan muhteşem ciltli bir kitap! Örneğin
Yahudi komutan ile ilgili kısımlarda sayfanın yanına Davut yıldızı koyulması
gibi detaylar, sizde farklı hisler uyandırabiliyor. Hattâ Albayın kara kalemle
bazı şehir, pazar ve kamp yeri çizimleri, tarihî birer belge niteliği de
taşımaktadır.
Boşnakça ya da Türkçeye tercüme edildiği vakit Boşnakların atalarının,
uzun yıllar beraber yaşadığımız kardeşlerimizin işgale karşı verdiği direnişi,
Boşnak halkının Osmanlı’dan kopmamak için cansiperâne verdiği mücadeleyi ve
Avusturya-Macaristan askerinin acımasızlığını görebileceksiniz.
Hüve’l-Bâkî…
Mostar’dan selâmlar…
[i] Austro-Hungarian Army Engagement Calendar - Occupation of
Bosnia-Herzegovina 1878 http://www.austro-hungarian-army.co.uk/cal1878.htm
[ii] Samardžija S. (1983): Četrnaesta srednjobosanska NOU brigada. Skupština opština Prnjavor, Banja Luka.