ROTASYONA uğramış bir
anne-baba ve yetişkin profili ile karşı karşıyayız. Bireysellik ve “ben”
yaşamı, çocukları yetiştirecek bu yetişmiş tipolojisi için son derece vahim
sonuçlar doğuruyor. İnsanın fıtrat kodlarıyla oynadılar nasılsa…
Şimdi
ne söylesek boş kelâm. Fakat yine de altı çizilecek cümle kalıplarını es
geçemeyeceğim…
Hani
en amiyâne tâbirle, robotlaşan bir dünyadayız. Yapay zekâ, daha az insan gücü,
daha yüksek konfor, hızlı erişim, pratik yaşam, bireysellik ve benzeri modern
kavramlar öyle destursuz bir giriş yaptı ki hayatımıza, bu kavramların meydana
getireceği yıkımla hemen hemen kimse ilgilenmiyor. Daha ziyâde kadın-erkek,
belli mottolarla ömür sürmeye gayret ediyor. Bu mottolar da özde olmayan,
sonradan zihinlere eklenti hâlinde iliştirilen tutarsız birkaç anlatımdan
başkası değil.
Meselâ
içlerinden bir tanesi ve en iticisi şu: “Benim hayatım”…
Bu
cümleyi bir annenin dilinde, ağzının kenarlarından taşarken ve etrafa
dağılırken izlediniz mi? Evet, farkındayım, yüksek metafor içeriyor. Ancak hakkını
böyle verebildim. Bu cümleyi itici yapan noktalardan biri, bir malûmun ilâmı
olmasıdır. Çünkü her hayat, sahibinindir. Ve yüksek sesle söylendiğinde bir
ispat gayreti kulakları tırmalar. Cümlenin ilk itici tabiatı burada başlıyor.
Ama dahası da var. “Benim hayatım” derken, kişinin kastettikleri mühim. Bu
cümleyi kullanan insanlara dikkat edin, bulunduğu duruma ve konuma, şahsî
sorumluluklarına, çevresine ve ailesine karşı ne zaman aykırı bir davranış
sergileyecek olsa, bu cümleye sığınıyorlar. Hiç öyle tabiî insan hâlleri, doğal
haklar ve yaşamın gereklilikleri sürecinde bu cümleyi sarf eden yok. Zâten bu
cümleye ihtiyaç da yok.
Bu
bozuk düzen sloganları ömrüne iliklemiş her kim varsa, fark etmesi gereken şey,
bir yokluklar zincirine her gün yeni bir halka eklediğidir. Ama ben bütün insan
vasıfları arasında en kıymetlilerden birine, anneliğe dikkat çekmek istiyorum.
Günün
anne figürü eskilere hiç benzemiyor. “Her şey eskisi gibi olmalı” diyenlerden
değilim. Herkesin bir hayata bakış düzgüsü varsa ben de her zaman geçmişin
kıymetleriyle günün imkânlarını bir araya getirmenin hayatı daha anlamlı
kılacağını düşünenlerdenim. Ama her zaman ve her koşul için değişmez ve
sarsılmaz değerler vardır. Bunlar, hiçbir çağın ve modern eğilimlerin altında
ezilemez, yerini bir başka harekete devredemez. İşte annelik de böyle bir hassasiyetle
icra edilmesi gereken değerler arasında. Şimdi bir anne çıkıp da, “Bu benim
hayatım” deme lüksüne sahip değil. Elbette o “ben yaşamı”, bir yerlerde süreğen
olarak var olacak. Kişisel zevkler, beklentiler, aktiviteler göz ardı edilemez
bir gerçeklik. Fakat “Benim hayatım” sloganına fedâ edilenler de göz ardı
edilecek cinsten değil.
İnsanlara
hep sosyal olmayı ve genç görünmeyi aşıladılar. Bu uğurda öyle büyük gedikler
açılıyor ki hayatlarda, hepsi birer hayâl kırıklığı istifi hâlinde göz ve kalp
kirliliği meydana getiriyor. Anne olmak ve bir çocuğu yetiştirmek nasıl
yetersiz bir tatminse artık, zamanı beyhude hevesler peşinde harcamak daha
cazip geliyor.
Bir
çocuğun dıştan okunmayan satırları vardır. Ve o satırlardaki hemen hemen bütün
cümleler ya “Anne” diye başlar, ya “Anne” diye biter. Annesinin güne
başlamasından yaptığı işlere ve kendine olan tavrından diğer insanlara
iletişimine kadar hepsi bir çocuğun içindeki kâinatta yankılanır. Bu yankılar
birikir, çocuk büyür ve bütün birikmişleri âleme frekans dalgaları hâlinde gönderir.
Yani daha açık bir dille söylemeli ki, çocuk, annesinden gördüğü, duyduğu ve benimsediği
her hareket ve duruşu, ileride dışavurumcu bir hâlde fiiliyata dökecektir.
Bir
kadının iki yaşam döngüsü ve keskin bir yol ayrımı vardır oysa: Anne olmadan
önce, anne olduktan sonra… Anne olmadan öncesinde de bireydir, sonrasında da.
Ama bu ayrımdan sonra büyük değişimler de kaçınılmazdır. Aynı “ben yaşamı”nı
anne olduktan sonra da sürdürmeye yeltenmek, çocuğa zulümden başkası değil.
Çocukları
dünyanın en verimli eğitim modeline sahip okullara verebilir, en neşeli
aktivitelerin yapıldığı mekânlara bırakabilirsiniz. Çocuk hem öğrenme, hem
eğlenme ihtiyacını en üst perdeden karşılayabilir. Bütün bunlar annenin çocuk
üzerindeki etkisine bir nebze etki etmez.
Anne-çocuk
arasında görünmeyen akışkan bir bağ vardır. Çocuğun anneden alacağı her besin,
yaşamsal değer taşır. Yine Yaradan, insanoğluna bir ders okutuyor. Okuyabilene
aşk olsun!
Anne
sütünden alınan besini hangi bilimsel metotla sağlayabilirler? Hangi karışımla
bir anne sütü değerini çocuğa zerk edebilirler? Anne sütü kadar çocuğun
zihinsel, fiziksel ve ruhsal gelişimini sağlayan herhangi bir besinden
bahsedebilir miyiz? Meselâ serumlarla, çeşitli otlarla anne sütündeki besin
değeri karşılanabilir mi? Haydi bilim ve tıp bunu başardı, anne sütünün mânevî
tadını verebilir mi?
Anne
sütü çocuğa güven duygusunu, sevgiyi ve bağlığı da nakşeder. Dünya üzerindeki
hiçbir besin maddesinde fiziksel ve mânevî etkisi bu kadar elzem ve bu kadar
yüksek bir örnek daha yoktur.
İşte
bu gerçekten ibretlik bir bilgi! Tıpkı bu şekilde, annenin herhangi bir
hareketiyle veya sözüyle o çocuğa aktarılacak yaşamsal bilgi, hiçbir okul ve
kitap aracılığıyla aktarılamaz. Ne kadar çabalansa da eksik kalacaktır.
Bahsini
ettiğim bu modern sloganları hayat felsefesi hâline getirenler de şöyle bir
durup düşünmeliler. İnsan hem anne, hem bilim insanı olabilir; hem anne, hem
kadın olabilir; hem anne, hem aktif olabilir. İnsan zâten sürekli bir devinimde
olmak mecburiyetindedir. Devinimin olmadığı yerde körelme başlar. Fakat bir
kadın, anne olduktan sonra çocuğu beslemek giydirmek dışında ona öğretmek,
onunla öğrenmek ve onunla eğlenmek gibi faaliyetlere de mecburdur. Okuldan eve
gelen bir çocuk, -annesi ister evde olsun, ister işte- o evde bir düzenin
varlığını hissetmeli, bir annelik sürecine şâhit olmalı ve yaşam sürdüğü çatı
altında anne telâşını yudumlamalıdır.