Bir Anadolu ütopyası: Köy kahvesinden rejisör koltuğuna

Yıldırım sonrasında sırasıyla İbrahim Erkal, Müslüm Gürses, İsmail Türüt, Zara, Pınar Dilşeker, Doğuş, Gökhan Tepe, Uğur Işılak, Orhan Hakalmaz, Mine Koşan ve daha onlarca sanatçının co-prodüktörlüğünü yapmaya başlayan Yıldırım, Ulus Müzik ve diğer yapım şirketlerinde çok sayıda ünlü isme klip çekmeye de başlar. Böylece çocukluk hayâli olan yönetmenliğe geçiş yapmış olur.

TÜRK sinemasının başyapıtları arasında sayılan “Selvi Boylum Al Yazmalım” filmi, hem yayınlandığı dönemde sinemalarda büyük ilgi görmüş, hem de sonraki yıllarda televizyonda aynı ilgiyle takip edilmiş bir eserdir.

Film, Türk sinemasının en çok ses getiren eserlerinden olmasının yanı sıra kendisinden sonra çekilen çok sayıda yapım ve kişiye de ilham kaynağı olmayı başarmış eserlerden biridir. Filmin ilham kaynağı olduğu kişilerden biri de 1976 doğumlu yönetmen Fatih Yıldırım’dır.

Köy kahvehanesinde atılan ilk tohumları Mustafa Öğretmen suluyor

Erzurum’un Narman ilçesinin Beyler köyünde doğan Yıldırım, ilkokul ikinci sınıftayken televizyon geleceği haberini alarak köy kahvehanesine gider. Televizyon ve sinema kavramlarını kısa süreliğine yurt dışında bulunan babasından duyduğu kadarıyla bilen Yıldırım, yaşıtlarıyla birlikte televizyonu ilk kez burada görür.

Yıldırım’ın burada ilk seyrettiği sinema filmi, “Selvi Boylum Al Yazmalım”dır.

Filmi izlerken adeta büyülenen ve filmin tüm sahnelerini oracıkta ezberleyen Yıldırım, “Biz de böyle şeyler yapabilir miyiz?” diye düşünür. Yıldırım filmden hemen sonra akranlarıyla filmi canlandırmak için kolları sıvar. En yakın arkadaşlarından birine kadın elbisesi giydirerek “Asya” karakterini oluşturan Yıldırım, amcasının oğluna da “İlyas” rolünü verir. Kendisi ise yönetmen rolüne bürünür.

Yıldırım ve arkadaşları, evlerinin hemen yanındaki ilkokulun bahçesinde kendi “Selvi Boylum Al yazmalım” filmini çekmeye başlarlar. Bahçede hareketliliği gören öğretmenleri, çocukları bir müddet seyreder. Sonra yanlarına gelir.

Öğretmenlerinin geldiği gören Yıldırım ve arkadaşları, öğretmenlerinin kendilerine kızacağı zannıyla tedirgin olurlar. Fakat öğretmen Mustafa Altay, şimdilerde çektiği belgesellerle ulusal ve uluslararası festivallerde ödüller alan yönetmen Ensar Altay’ın babasıdır. Yani öğretmen Mustafa Altay, babacan biri olmasının yanı sıra sanata son derece önem veren bir öğretmendir.

Mustafa Öğretmen, çocuklara, “Bu yaptığınız işin adı nedir, biliyor musunuz?” diye sorar. Yıldırım, televizyonda gördükleri filmin bir benzerini çektiklerini söyler. Mustafa Öğretmen, çocuklara yaptıkları işin “tiyatro” olduğunu, Yıldırım’a da yaptığı işin literatürdeki adının “rejisörlük” olduğunu söyler.

“Rejisör” kelimesini ilk kez duyan Yıldırım, izlediği film ve Mustafa Öğretmenin anlattıklarının etkisiyle rejisör olmaya karar verir. Fakat bir sorun vardır; yaşadığı yer, köy yeridir. Ailesi köyde hatırı sayılır arazi varlığına sahip olduğundan insan kaynağına ihtiyaç duyar. Yıldırım, bu nedenle ailesinin bu işe çok sıcak bakmayacağını düşünür.

İlk büyükşehir macerası istediği gibi gitmiyor

Yıldırım, ilerleyen günlerde hayâllerini gerçekleştirmek için büyük şehre gitmenin gerekli olduğunu kavramaya başlar. İlkokul sonrası gireceği ortaokul sınavlarını büyük şehre gitmek için bir fırsat olarak gören Yıldırım, ilkokul sonrası girdiği sınavlarda Bursa’da yatılı bir okul kazanır.

Yıldırım, büyük şehre gideceği için çok sevinçlidir. Fakat Bursa’ya varınca işler umduğu gibi ilerlemez. Bursa’da okulun müzik ve tiyatro kolunda görevler alsa da burada istediği zemini bir türlü bulamaz. Bursa’da sinema hayâlini gerçekleştirmek için uygun bir zemin bulamayan Yıldırım, burada müziğe ilgi duymaya başlar. Bu süre zarfında güfteler kaleme alır. Fakat aklı hep sinemada ve yönetmenliktedir.

Okuldan arta kalan zamanlarında gazetelerin sinema sayfalarını ve sinema dergilerini okur. Okuduklarından sektörün kalbinin İstanbul’da attığını, bu nedenle de hayâllerini gerçekleştirmek için İstanbul’a gitmesi gerektiğini düşünmeye başlar. Bunun için de lise sınavlarını bir fırsat olarak görür. Ama ortaokul sonrası ailesinin, özellikle de annesinin isteğiyle memleketi olan Erzurum’a dönerek yine yatılı bir okula kaydını yaptırır.

Lise yıllarında da sinema hayâli devam eden Yıldırım, müzik tutkusunu da korumaktadır. Lise bitince ailesini ikna ederek İstanbul’a müzik eğitimi almaya gider. Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı Teldendile Müzik Merkezine kaydolan Yıldırım, burada kalacak yer hususunda sıkıntısı yaşar.


İbrahim Erkal ile başlayan dostluk, hayâllerinin kapılarını açıyor

Birkaç gün yakın akrabalarının yanında kalan Yıldırım, daha sonra hayatının en önemli dönüm noktası olan Erzurumlu ünlü sanatçı İbrahim Erkal ile tanışır.

İbrahim Erkal o yıllarda henüz ünlü olmamıştır. O da aslında hayâllerinin peşinde koşmak için İstanbul’a gelmiştir. Memleketi olan Narman’da “Pala” namı ile tanınan babasının İbrahim Erkal ile bir dostluğu vardır. Yıldırım İstanbul’a gidince, babası Halis Yıldırım, İbrahim Erkal’a oğluna göz kulak olması için ricada bulunur. Erkal da Pala Halis’i çok sevdiğinden ricasını kıramaz ve Fatih Yıldırım’ı yanına alır.

Yıldırım, Çağlayan’da İbrahim Erkal ile aynı yerde kalmaya başlar. Artık ikili, kariyer basamaklarını beraber çıkmaya başlayacaklardır. Abi-kardeşlikleri ve dostlukları sanat camiasını hayran bırakır. Bu durum İbrahim Erkal’ın vefatına dek sürecektir.

Yıldırım, Teldendile Müzik Merkezinde 2 yıl nota, solfej, repertuar ve bağlama eğitimi alır. Müzik merkezinde aldığı eğitimin yanında beraber kaldığı İbrahim Erkal’ın müzik bilgisinden de faydalanan Yıldırım, bu arada bestekâr olarak Türkiye Mûsikî Eseri Sahipleri Meslek Birliğine (MESAM) üye olur.

Erkal ile beraber kurulan hayâller ete kemiğe bürünüyor

İbrahim Erkal da ilk çıkış albümü olan “Tutku” adlı albümünü 1993 yılında piyasaya sürer ama albüm istenen başarıya ulaşamaz. Erkal ikinci albümü olan “Aklımdasın”ı 1996’da Ulus Müzik’ten müzikseverlerin beğenisine sunar. Albüm, beklendiği gibi büyük bir patlama yapar.

Yıldırım da Ulus Müzik’te yapım asistanı olarak çalışmaya başlar. Bu arada askerlik çağına gelen Yıldırım, Sivas Ordu Evinde solist olarak vatanî görevini yapar. Askerlik dönüşü Ulus Müzik’te yapım sorumlusu olarak çalışmaya devam eder. Bu arada yaptığı besteler, Türkiye’nin ünlü isimlerince seslendirilmeye başlanır. Daha sonra Ulus Müzik’te co-prodüktör  olarak görev yapmaya başlar. İlk yaptığı albümler, Yudum’un “Yaban Gülü” ve Murat Yıldız’ın “Hazan Oldu” albümleridir.

Yıldırım sonrasında sırasıyla İbrahim Erkal, Müslüm Gürses, İsmail Türüt, Zara, Pınar Dilşeker, Doğuş, Gökhan Tepe, Uğur Işılak, Orhan Hakalmaz, Mine Koşan ve daha onlarca sanatçının co-prodüktörlüğünü yapmaya başlayan Yıldırım, Ulus Müzik ve diğer yapım şirketlerinde çok sayıda ünlü isme klip çekmeye de başlar. Böylece çocukluk hayâli olan yönetmenliğe geçiş yapmış olur.

“Fıkralarla Türkiye”

Yıldırım, 2008’de Kanal 7’ye bir arkadaşıyla birlikte “Fıkralarla Türkiye” isimli projeyi sunar. Proje beğenilir. İsmail Türüt ile dostluğundan dolayı programın sunuculuğunu İsmail Türüt yapar. Yıldırım burada programın senaryosundan yönetmenliğine kadar her şeyle ilgilenir. Özellikle Erzurum’da çok bilinen bir karakter olan “Teyo Pehlüvan” karakterini programa dâhil eder. Ayrıca “Teyo Pehlüvan” gibi Türkiye’nin dört bir yanındaki gerçek hayattan bazı karakterleri bu program sayesinde televizyona taşır.

Fıkralarla Türkiye o kadar çok beğenilir ki diğer kanallarda benzerleri yapılmaya başlanır. Yıldırım, Fıkralarla Türkiye’deki başarısından sonra Kanal 7’ye “Güldürgeç” isimli bir program daha hazırlar. Bu aşamadan sonra müzikle olan bağını profesyonel anlamda tamamen kopararak televizyona yönelir. Sonra reklâm filmleri çekmeye başlar.

Reklâm filmlerini TV dizi ve programları takip eder. İlk olarak TRT Müzik’te “Şirin Notalar” isimli 52 bölümlük müzik programını yapar. TRT Belgesel kanalına Makedonya’daki Şardağları belgeselini çeker. Ayrıca TRT Kürdi’ye 26 bölümden oluşan “Şerinamın” isimli bir dizi çeken Yıldırım, diziden sonra senaryosunu kendisinin yazdığı sinema filmlerini de çekmeye başlar.

Yıldırım, ilk olarak komedi türünde didaktik bir çocuk filmi olan “Kaçak Avcılar” filmini çeker. Pandemi nedeniyle uzun süre gişe göremeyen Kaçak Avcılar, didaktik yönü beğenilince TRT tarafından satın alınır. Yıldırım, Kaçak Avcılar filminden sonra yine senaryosunu kendisinin yazdığı, yaşanmış bir hikâyeyi beyaz perdeye taşıyan, Arzu Yanardağ ve Erkan Bektaş’ın başrollerinde oynadığı “Hükümet Bey” filmi için yönetmenlik koltuğuna oturur.

Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesinde çekimler sırasında filmdeki bazı sahneler gerçek olur. Yıldırım’ın hikâyesi, aslında 80 ve 90’lı yıllarda Anadolu’dan İstanbul’a gelen hemen hemen herkesin hikâyesidir. Fakat o yıllarda hayâllerini gerçekleştirmek için İstanbul’a gidenlerin birçoğu için o hayâller ütopyadan öteye geçemez. Fakat Fatih Yıldırım uzun bir yolculuk sonucu bu ütopyayı gerçeğe dönüştürür. Bu hikâyeyi ve hikâyenin son meyvesi olan “Hükümet Bey” filmini sonraki yazıda ele almaya devam edeceğiz.

Sonraki yazıda, yönetmen Fatih Yıldırım ile yaptığım röportajda, Yıldırım’ın sinema serüvenine, 6 Ekim’de sinema salonlarında görücüye çıkacak olan son yapımı komedi türündeki “Hükümet Bey” filmine ve çekimler sırasında gerçek olan ve duyanları güldüren olaylara değineceğiz.