Bir ambar yakmak yeter

Bir yerde bir ambar yakmak yeter. O ambar dünyanın en küçük ambarı dahi olsa medya onu en büyük, hatta dünyanın tek ambarı yapmayı becerir. Antalya’da sel olduğu gün Ankara’daki pazar esnafının “Sel oldu” mazeretiyle tezgâha serdiği ürüne zam yapması için gerekli ve yeterli şarttır bu durum. Küresel tüccarlar ise daha ahlâksızlar.

KOCAELİ’de yaşanan buğday silosu patlamasının ardından bir de Fransa’daki bir başka siloda gerçekleşen yangın, dünyanın büyük bir kıtlık sürecine girdiği söylentilerini güçlendirdi.

Kovid-19 Salgını sırasında bu söylentiler derinlemesine şekilde başlamış, piyasalardaki yüksek fiyatlama dönemine böylece girilmişti.

Kocaeli ve Fransa’daki silo yangınları sonrasındaki söylentiler, bu yangınların/patlamaların birer komplo olarak özellikle gerçekleştirildiği, böylece kıtlığın tetikleneceği yönünde.

Bu noktada basit iki soralım:

Birincisi, kıtlık yapay mıdır, doğal mıdır?

İkincisi, kaç silo patlatarak kıtlık çıkarılır?

Evvelâ teknik anlamda kıtlık, doğal şekilde ilerleyen bir sürecin sonucudur.

Saniyen, silo patlatarak kıtlık çıkarılamaz.

Peki, kıtlık olduğunu nasıl kabul ettirirsiniz?

Önce yeryüzünde kıtlık olduğu haberi yayar, sonra da silolarda, ambarlarda buğday olmadığını gösterirsiniz.

Ambarlar doluyken bunu yapamıyorsanız, boşken ya patlatır ya da yakarsınız.

Bir yerde bir ambar yakmak yeter. O ambar dünyanın en küçük ambarı dahi olsa medya onu en büyük, hatta dünyanın tek ambarı yapmayı becerir. 

Antalya’da sel olduğu gün Ankara’daki pazar esnafının “Sel oldu” mazeretiyle tezgâha serdiği ürüne zam yapması için gerekli ve yeterli şarttır bu durum. Küresel tüccarlar ise daha ahlâksızlar.

Pazar esnafının sel nedeniyle daha sonra alacağı ürünün kendisine maliyeti daha yüksek olabilir, o ürünü tezgâhına serdiğinde yapacağı ücret artışı anlaşılabilir. Peki, diğeri helâl midir?

Daha önce bir dosya hazırlayarak kıtlığa ve sonrasına dair çözümlemeleri arz etmiştik.

O dosyadan bir hatırlatmayla şu soruyu soralım: Musa Nebî’den (as) sarımsakla mercimek istemeye devam mı edeceğiz, yoksa “Bıldırcın ve kudret helvası yemekten bıktık” diyenlerin tuzağına mı düşeceğiz?

Tamer Karadağlı özelinde toplumsal tanımlama özrü

Herhangi bir diyalogda birbirini tanımayan tarafların birbirlerine yönelttikleri ikinci yahut üçüncü soru mesleğine dairdir.

Meslek, kişinin kendisini tanımlamasının yanında toplumun da o kimseyi tanımlamasını sağlayan önemli unsurlardandır.

Bir anlamda meslek, yanınızda yörenizde bir başka etken kimse yahut referans kurum/kuruluş olmaksızın ne işe yaradığınıza işaret eder. Yani onunla varsınızdır.

Kendinizi birkaç unvan yahut başka kimseleri veya kurumları referans vererek tanımlıyorsanız ya eksiksinizdir ya da belirttiğiniz şeyler değilsinizdir. Yani bir anlamda yoksunuzdur.

Birkaç yıldır bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de şahsiyet tarifi yani kişinin kendisini arz etmesi yahut bir kimsenin toplum tarafından tanımlanmasına dair bir kaos yaşanıyor.

Bunun ilk nedeni dil kullanımının noksanlığı, hatta dil yoksunluğu.

Bu dil yoksunluğu öyle ileri seviyede ki mesleğinin ne olduğu ve ne tür ürün veya eserler ortaya koyduğu bilinen kişiler dahi yanlış tanımlamalarla arz ediliyor. Bu da daha büyük yanlışların doğmasına neden oluyor.

Tamer Karadağlı, geçtiğimiz hafta Devlet Tiyatroları Genel Müdürü olarak atandı. Karadağlı’nın atanması üzerine azgın azınlığın gösterdiği tepkiler kendilerinden beklenen türdendi.

Biz bu tepkilere Nejat Birecik’in DT Genel Müdürü olarak atandığı süreçte de şahit olmuştuk. Daha doğrusu, kimseler görmezken biz görmüştük.

Birecik’in DT Genel Müdürü yapılması, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu kurumda millî sanat için giriştiği ilk hamleydi. Birecik’e kimse sahip çıkmadı. Kendisiyle bir röportaj yapmış, sorunları doğrudan kendisinden öğrenmiştim.

Birecik’e sahip çıkmayan iktidar yanlısı medya, sosyal medya ve köşe yazarları, Tamer Karadağlı için muazzam bir savunma geliştirdi.

Ancak konuyu abarttılar. Zira Birecik sürecini görmedikleri ve anlamadıkları için onun mücadelesini görmezden geldiler.

Hele Tamer Karadağlı’yı “Ünlü oyuncu Tamer Karadağlı DT Genel Müdürü” şeklinde tanımlamarı, bu konuya ne kadar yabancı durduklarını çok açık ediyor.

Devlet Tiyatroları’nda yapılmak isteneni anlamadıklarını fark ediyoruz, fakat azgın azınlığa adeta Karadağlı’yı tartıştırmak istercesine “oyuncu” denildiğine de şahit oluyoruz.

Karadağlı’yı “oyuncu” olarak tanımlamak, “tepeden inme atama” algısı için fazlasıyla yeterli. Ancak onun nasıl bir tiyatro sanatçısı olduğunu ortaya koyarsanız, söz konusu atamayı “İşi ehline veriniz” hakikatine bağlarsınız.