Bir Alman generalin Balkan Savaşı günlüğü

93 Harbi, Balkan Savaşları ve Birinci Cihan Harbi ile başlayan süreçle Rumeli topraklarının çoğu kaybedildi; geride kalan Müslümanlar da İkinci Cihan Harbi ve Yugoslavya’nın dağılma süreçlerinde katliama uğradılar. Bu kayıpların sonucu olarak bugün Türkiye’de milyonlarca Balkan kökenli vatandaşımız bulunmaktadır.

BOSNA/MOSTAR

TÜRK tarihi boyunca, özellikle Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi, Batı’dan birçok seyyah, ilim adamı, tarihçi, yazar ve din adamı coğrafyamızı ziyaret etmiş, ziyaretlerinde kültürümüz, tarihimiz, edebiyatımız ve sosyal hayatımız hakkında yüzlerce eserler vermiştir. Bu eserlerin bazıları keşfedilerek Türkçeye kazandırılmışsa da bazıları kazandırılmayı beklemektedir.

Dışarıdan gelen, ne maksatla olursa olsun bizim hakkımızdaki düşünceleri, gezdikleri yerler ile alâkalı izlenimleri, mekân çizimleri ve fotoğrafları tarihimizin görünmeyen bazı noktalarını aydınlığa kavuşturmaktadır. Dışarıdan bir gözün değerlendirmeleri, bize de bazı özeleştiri kapıları açılmasına ve tarihten dersler çıkarmamıza fayda sağlamaktadır.

Bu kitaplardan bir tanesi de Osmanlı son döneminden başlayarak birçok alanda müttefik olduğumuz Almanya tarafından görevlendirilen komutan Gustav von Hochwächter’dir.

Balkan Savaşı cephesinde görevliyken yazdığı ve 1913 yılında Berlin’de (Mit den Türken in der Front im Stabe Mahmud Muchtar Paschas. Mein Kriegstagebuch über die Kämpfe bei Kirk Kilisse, Lüle Burgas und Cataldza) yayınlanan bu günlüklerin tercümeleri Sumru Toydemir tarafından yapıldı ve 2008 yılında Türkiye İş Bankası Yayınları arasında basıldı.

***

12 Ekim-24 Kasım 1912 arasında yaklaşık altı hafta Osmanlı’nın Doğu Cephesi’nde görev yapan Hochwächter’in değerlendirmeleri, gözlemleri, çizim ve haritaları, tam bir Prusya ordusu titizliği ile Balkan Savaşı sırasında ordumuzun ve devletimizin hangi hatâlardan dolayı savaşı kaybettiğini belgelemektedir.

Yayınevi, Türk okuyucularının mukayese edebilmesi için de aynı bölgede Kolordu Komutanı olan Mahmut Muhtar Paşa’nın savaşa ilişkin değerlendirmelerini kitabın başına eklemiştir.

Birinci Balkan Savaşı’ndan önce Osmanlı sınırları, bugün Adriyatik Denizi’ne sınırı olan ve Arnavutluk’un kuzeyinde yer alan İşkodra şehrine kadar uzanmaktaydı. Savaş sonrasında ise Osmanlı, Çatalca sınırına kadar çekilmek zorunda kalmıştır. Birinci Balkan Savaşı’na katılan devletlerin kazandıkları toprakları pay etmekte anlaşmazlığa düşmesi sebebiyle İkinci Balkan Savaşı’nda Osmanlı, tekrar Edirne şehrini geri alabilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin Rumeli’yi kaybetmeye başlaması, 1683 yılında Kara Mustafa Paşa tarafından gerçekleştirilen İkinci Viyana Kuşatması’na rastlar. Bu tarihten itibaren başta Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Doğu Politikası (Drang nach Osten) çerçevesinde olmak üzere imparatorluğun son dönemlerinde ise Rusya’nın, direkt Osmanlı ile birçok defa savaşa girmesi ya da hem Slav ırkdaşlarını, hem de Ordodoks Balkan Slavlarını himâye etme düsturuyla örgütleyerek bu milletlerin bağımsızlıklarını kazanmalarında önemli rolleri olmuş ve Balkan Savaşı zamanında ise bu devletleri desteklemiştir.

Mahmut Muhtar Paşa, değerlendirmesinde eleştirisini şu sözlerle ifade ediyor:

“Gazetelerde hakaret etmedik devlet bırakmadık. İki de bir kesin bir sayıymış gibi, var olmayan otuz milyonluk Osmanlılıkla övündük. Ne yazık ki, üç yüzyıldan beri çeşitli bozgun, acınacak durum, eğitimsizlik aynası olan tarih sayfalarımıza bakmayarak, sürekli altı yüzyıllık şan ve şereften söz edip yüksekten uçarak kendimizi aldatmaktan bir an bile geri kalmadık…

Gerek bu durum, gerekse her şeyden önce iç düzeni sağlaması gereken ordunun, darbecilerin elinde oyuncak olması ve subayların görevlerinden başka her şey ile ilgilenmeleri, Avrupa tarafından bizim için beslenen tüm umutları söndürüp nefret uyandırdı. İşte başımıza gelen, tüm durumların hak ettiğimiz sonuçlarıdır.”

Paşa’ya göre savaşı kaybettiren siyâsî, sosyal ve askerî nedenleri yazının ilerleyen kısımlarında ifade edeceğiz.

Savaşa çağırılan rediflerin sık sık askere alınması, dinsel duyguların zayıflaması ile askerden kaçmaların sık olması, eğitimsiz askerlerin çokluğu gibi nedenleri “Tanrı korkusu, kurşun korkusunu yok etmiyor” cümleleri ile ifade etmiştir. Müttefikimiz Alman ordusunun, “Önce tartmak, sonra saldırmak” şeklindeki kuramını ve birçok Alman savaş stratejisini de özümseyemememizi, yine kaybedişin nedenleri arasında görmektedir.

***

Hochwächter, Üçüncü Kolordu Kurmay Subayı Mahmut Muhtar Paşa’nın birçok konuda kendisine yardımı olduğunu, cesareti, azmi, özgüveni, misafirperverliği ve savaş taktikleri gibi birçok konuda kendisini hayran bıraktığını kitabın birçok bölümünde sıklıkla dile getirmektedir. Savaşın ortasında yaralanan Muhtar Paşa’yı günlerce arama sonucunda bulduğunu, yaşadığına sevindiğini ve kendi ifadesiyle bu muhteşem adamı ne kadar çok sevdiğini anladığını ve son muharebenin son günlerinde Türk ordusunun cesurca savunması netîcesinde Bulgarların İstanbul’a kadar ilerleyemedikleri ifade ediliyor.

Ordunun savaşa hazır olmayışı, subayların kendilerini düşmandan üstün görmeleri, askerlerin subayların emirlerine itaat etmemeleri, askere iaşenin yeteri kadar sağlanamaması, yolların ve köprülerin savaş öncesinde tamir edilmemesinden şiddetli yağmurlarda bozulması ve bundan kaynaklanan sonuç olarak İstanbul’dan desteklerin zamanında ulaşamaması, rediflerin ümitvar görünmemesi ve kaçışların yoğun olması, yaralılar için tıbbî desteğin sağlanamaması, kaçışlar sonrası cephanelerin bırakılması gibi birçok savaş alanındaki sıkıntıdan bahsetmektedir.

Bazı dönemlerde Bulgarları geri püskürtseler de yeteri kadar cephane desteği alamadıkları için kısa sürede kaybettiklerini üzülerek belirtiyor Alman general ayrıca.

Ara sıra İstanbul’a farklı görevler ve dinlenme için gittiğinde yaşama sevincinin tekrar geri geldiğini, ailesini düşündüğünü ve tekrar insan olduğunu hatırladığını ifade ediyor.

Cepheye tekrar döndüğünde ise tren istasyonlarında bekleyen yaralılara, yol kenarına bırakılmış ölülere rastladığını, bazı ölülerin sadece üzerine azıcık toprak atıldığını, bozgunlar sonrası askerlerin kaçmaya devam ettiğini, Çorlu’dan gelen 10 bin redifin ihtiyaç olmadığı gerekçesiyle Abdullah Paşa tarafından geri gönderilmesi gibi birçok sıkıntılı durumu gözler önüne seriyor.

***

Hochwächter, savaş öncesi yapılan hatâları ise şöyle sıralıyor:

Ordunun hazır olmadan savaşa girmesi, ordunun savaşa hazırlıksız yakalanması, tren ve normal yolların ve köprülerin tamir edilmemesi, lokomotiflerin kısa zamanda bozulması, yedek birliklerin bir süre önce terhis edilmesi, deneyimsiz kurmayların varlığı, Yemen, Trablusgarb ve Arnavutluk’taki isyanlarda birçok askerin kaybedilmesi, askerin yeni tüfek kullanımını bilmemesi, cephane israfı, tıbbî malzemelerin ve doktorların eksikliği, kolera salgının baş göstermesi, açlıktan yere yığılan askerlin kolera olduğunu sanmaları ve ölüp ölmediğini kontrol etmeden üzerlerine kireç atılması, Alman generallerin önerilerinin dikkate alınmaması…

Bu gibi hatâları sıraladıktan sonra, aslında gerçek kabahatin bu elverişsiz şartlarda askerleri cepheye süren ve gerekli önlemleri almayan sorumlu mercilerde olduğunu da ekliyor notlarına.

Kitabın son sayfasındaki mevzilerin ve krokilerin çizimleri ise önemli kaynaklar arasında…

***

93 Harbi, Balkan Savaşları ve Birinci Cihan Harbi ile başlayan süreçle Rumeli topraklarının çoğu kaybedildi; geride kalan Müslümanlar da İkinci Cihan Harbi ve Yugoslavya’nın dağılma süreçlerinde katliama uğradılar. Bu kayıpların sonucu olarak bugün Türkiye’de milyonlarca Balkan kökenli vatandaşımız bulunmaktadır.

Balkan Savaşı ile ilgili başvurulacak diğer kaynak ise, konuyu Bulgar Cephesi’nden bir gözle incelemek isteyen araştırmacılar için zamanın Bulgar Devlet Müzesi Müdürü Bogdan Filov’un 1912 yılında “Balkan Savaşı Günlükleri” adlı önemli eseridir.

Tarihteki savaş günlükleri, dersler çıkarmak için önemli belgelerdir.

Bu dersleri çıkarmak ümidiyle…