
UZUN zaman evvel duyduğum bir söz, şimdilerde yeniden kulaklarımı çınlatıyor: “Hiçbir zulüm sonsuza dek sürmez!”
Nihayet bu cümlenin doğruluğuna bugünlerde bir kez daha şahit oluyoruz. Bir vakitler zulmüyle kendinden söz ettiren baba Esat gittikten sonra da Suriye’de değişen herhangi bir şey olmamıştı. Lakin ne olursa olsun neticede o zulüm dönemi nihayete erdi.
Çocukken Hafız Esad denildiğinde bana korkutucu gelirdi. Hakkında anlatılan diktatörlük ve zulüm hikâyeleri dillerde dolaşırdı. Sonrasında gelen aile üyeleri dönemleri de zulümle geçti. Doğruydu, yanlıştı diye sorgulamak düne kadar belki yapılabilirdi, ancak bugün ortaya çıkan gerçekler gösteriyor ki kesinlikle yanlıştır.
Katil İsrail’in Gazze’de işlemekte olduğu soykırıma karşı tavrımız gibi, yarım asırdan fazla zamandır kimselerin bilmediği ama vatandaşlarına cehennemi yaşatan idareye de tavrımız bellidir. Ama’sız, lakin’siz bir durum orta yerdedir.
Suriye savaşı başladığında kendi şehirlerine bomba yağdıran Esad rejimine karşı büyük bir öfke duymuştuk. Ancak, rejimin devrilmesiyle ortaya çıkan tablo nefretten ötedir. Zulüm konusunda katil İsrail ile yarışacak kadar ileriye gitmiş bir idarenin ayakta kalması mümkün değildi…
Rejimin devrilmesi ve Suriye’nin gerçek sahiplerinin idareyi ele almasıyla Seydnaya Hapishanesi’nden haberdar olduk. Oradan çıkan insanların, insanlıktan çıktığı, adını dahi unutacak kadar zulüm ve işkenceye maruz kaldığı ve yaşatılanların insanlık dışı olduğu tüm çıplaklığıyla ekranlarda yer buldu. Büyük kesimin itirazlarına rağmen, sınırımıza gelen kardeşlerimize kapıları kapatamayız, bu vebale ortak olamayız, diyen iktidarın bu zulümlerin ortaya çıkmasıyla ne kadar haklı olduğu görülmüştür.
Hiçbir zulüm sonsuza dek sürmez, lakin her şeyin vakti olduğu ve Kudret-i İlâhi’nin tecellisi için bir vaktin yazıldığı tartışmasızdır. Bu vakti kulların bilmesine imkân yoktur ama yaklaşan şer veya yaklaşan zafer bazı işaretler taşır. Bu işaretleri görmek, ona göre tavır almak elbette insanoğlunun işidir.
Suriye konusunda Devlet’imin yaklaşımını evvelden beri desteklemiştim. Yeri geldiğinde pragmatik, yeri geldiğinde operasyonel davranışların zamanlaması da hakkını vermek gerekirse gerçekten yerindeydi. Gazze hususunda evvelce yazdığım yazılarda duygusallıkla ifade ettiğim, “Ne zaman, daha ne kadar beklenecek!?” gibi serzenişlerim elbette insanî sebeplerleydi. Suriye konusunda atılan adımları ve on iki gün gibi kısa bir sürede askerimin neredeyse tek kurşun sıkmadan Esad rejiminin lehimize yıkılması, Suriye’de yeniden bir düzen kurulması için yol açılması elbette beyhude sözlerle olacak iş değildir. Nitekim görülmüştür ki Devlet’imiz zorlu bir sabır sürecinden geçerken atılması gereken adımları atmıştır.
Yıllarca yapılan çalışmaların, bölgede yürütülen faaliyetlerin neticesi, başkaları, ne oluyor demeye kalmadan adeta Yıldırım Bayezid Han taktiği ile taşlar yerine konuldu ve Ortadoğu’da yepyeni bir pencere açıldı.
Bir önceki yazımda, “Türk beklenendir!” ifadesini kullanırken elbette bugün gelinen durumdan haberdar değildim. O çağrımın bu kadar kısa sürede karşılık bulacağını tahmin bile edemezdim. Lakin ne yalan söyleyeyim mutlu oldum. Çünkü orada bitirilen zulüm yalnızca işkence gören insanların değil tüm insanlığın üzerinde yük iken bugün bitti. Orada bunca zulmün yaşandığından haberdar olmadan yaşamımızı sürdürürken bir akıl çıktı ve yepyeni yol için zırhını giyindi. Türk’ün zırh giyip kılıç kuşanmasının mânâsını bazılarımız bilebilir ama inanıyorum ki düşmanımız çok iyi bilir.
“Türk Devlet Aklı” ve “Türk Savaş Aklı” hafife alınamaz. Neticede bunun böyle olduğunu, iki bin beş yüz yıllık devlet ve ordu geleneğimizin aslında bizden hiç gitmediği yalnızca bazı dönemlerde suskunluğa büründüğü tezini bugünlerde Çin medyası dillendirmektedir. Kaynağını araştıracak kadar vaktim olmadı ama gelen haberin doğru olduğunu kabul edersek, başka devletler özellikle eski büyük düşmanlar “Kurt uyudu sananlar yanıldı!”gibi cümleleri sarf ediyorlar. Evet, bu noktada onlara katılıyorum.
Lakin üzüldüğüm bir nokta var ki, bu durum gönlümde yaradır. Batı dünyasının bize bakışının değişmeyeceği hususu benim için kırmızı çizgidir. Buna ek olarak birkaç evvelki yazımda içimizden çıkacak düşmanca aykırılıkların bize büyük darbe vurması ihtimalinin göz ardı edilmemesi konusundaki fikrim bu süreçte perçinlendi. Gerçekten de ne yapılırsa yapılsın memnun olmayan, her olayda olsun olmasın kusur bulan, ülkemin aslında boş ve gereksiz işler yaptığını başka devletlerin güdümünde ve boyunduruğu altında olduğu gibi içeriden pompalanan mesnetli aykırılıkların olması kederli bir tablodur.
Dün Suriye’den gelen kardeşlerimizin gerekirse zorla gönderilmesi için propaganda yapan kitle bugün Esad’ın gidişine ve Suriyeli kardeşlerimizin yurtlarına dönmelerinin önünün açılmasına karşı duydukları üzüntüyü ben muhalefetlik ile veya eleştirellik ile bağdaştıramam. Bunun apaçık bir adı var ancak müsaadenizle bu ifadeyi kullanmayacağım.
Kıymetli okurlarım… Yaşananları düşünüp idrak ettikçe, başta Sayın Cumhurbaşkanımız ve Dışişleri Bakanımızın açıklamalarını, evvelce ifade ettikleri konuları masaya yatırınca ortaya bir detay çıkıyor.
Dün Azerbaycan’da, Libya’da, Mavi Vatan meselesinde yapılan çalışmalar ve ortaya çıkan sonuç bugün Suriye için de gerçekleşti. Ve birilerin deyimiyle “Adam yine kazandı!”ifadesini haklı çıkardı. Demek ki Filistin ve Gazze meselesi için ve Fırat’ın doğusu için söylenen sözler beyhude değildir. Her biri için Türk Devlet Aklı’nın görünür ve görünmez el misali çalışmalarını yürüttüğü, vakti gelince bugün yaşananlara benzer sonuçların inşallah oralar için de görüleceği az çok ortaya çıkıyor. Mutlaka tüm bunların Yüce Allah’ın izni ve inayetiyle olduğuna ve olacağına şüphe yoktur. Ancak bu izni hak etmek icap eder. Bunun için çalışmak, görünür, görünmez düşmanla mücadele etmek zaruridir. Yalnızca miskinler gibi durup olması gerekeni söyleyerek ahkâm kesmenin yaşanan fiili veya politik gelişmelere katkı sağlamayacağı aşikârdır.
Zorlu bir süreçten daha farklı ama yine zorlu bir sürece pencere açtık. Ama engelleri aşmak için o engellerle yüzleşmek zorunda olduğumuz gerçeğini göz ardı edemeyiz. Acı, sert ve keskin bir yüzleşme olması ihtimaldir. Ama Allah’ın inayeti ve yardımıyla bu zorlukların da üstesinden gelebileceğimize inanıyorum. Yürürlükte olan akıl ve ilerletilmekte olan yol inşallah başta İslâm Âlemi ve milletimiz olmak üzere tüm mazlumlara büyük bir zafer getirecektir. Nedendir bilinmez yine Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in bir dizesi dolandı dilime. Yazıma son vermeden evvel bunu sizlerle paylaşmak istiyor. “Bir akıl gelecek…”mısraların devamını hepimiz biliyoruz öyle değil mi?