Bir ABD-İran Savaşı çıkar mı?

Batılı güçler emperyalist emelleriyle bir ülkeyi parçalarken, İran ise aynı “sırtlanlardan pay kapmaya çalışan leş kargaları gibi” kaos ve savaşın bir tarafında olmayı âdet edinmiştir. İran’ın bu münafık ve bölücü karakteri tarih boyunca Batı’nın işine gelmiştir. O leş kargası ne zaman hâdsizlik yapar da avdan fazla pay almaya kalkarsa, sırtlanlar gereken cezayı keser. Süleymani suikastının özeti işte tam olarak bu!

İRAN, General Kasım Süleymani’nin intikamını almak için 8 Ocak tarihinde harekete geçti. Gece yarısı ABD’nin Irak’taki Ayne’l-Esad Hava Üssü ve Erbil’deki Amerikan askerlerinin bulunduğu noktalara füze saldırısı gerçekleştirdi.

İran’ın abartılı tepkisi, beklediğimiz gibi boş çıktı. Saldırı etkisizdi. İran’ın saldırıdan önce Iraklı yetkilileri ve dolaylı yoldan da ABD’yi uyarmış olduğu ortaya çıktı.

ABD, İran saldırısını iki saat önceden duymuştu. Askerlerinin birçoğu vurulacak denilen üsleri terk etmişti. Terk etmeyenler ise güvenli sığınaklara geçmişlerdi. ABD’nin birkaç askerî bina, depo ve birkaç askerî teçhizat dışında ciddî bir kaybı yoktu.

İran, kendi kamuoyunu tatmin etmek için yalan haberlerle konuyu geçiştirmeye çalıştı. Yüzlerce askeri etkisiz hâle getirdiğini iddia etmişti.

O gece, evet, iddia ettiği gibi yüzlerce kişiyi öldürmüştü İran. Ama katlettiği insanlar, ABD’li askerler değildi. İranlı askerler yanlışlıkla Ukrayna’ya ait bir yolcu uçağını vurmuştu ve 176 masum sivili katletmişlerdi.

Önce bu olayı da yalanladılar. Kabullenmediler. Ancak dünya kamuoyu bu olayın üzerine gidince, örtbas etmeye çalıştıklarını yüzlerine gözlerine bulaştırdılar ve sonunda gerçeği itiraf etmek zorunda kaldılar.

İran, “Öfkeyle kalkan zararla oturur” misâli, etkisiz olduğu kadar beceriksiz, kontrolsüz ve yeteneksiz bir orduya sahip olduğunu bir kez daha ispat etmiş oldu.

Bu olay, zaten Devrim rejimine karşı bilenen ancak Süleymani suikastı ile susturulan Devrim karşıtlarına protestoları başlatmak için büyük bir fırsat sundu. Ukrayna uçağının düşürülmesi sonucu katledilen 176 sivili anmak için toplanan Devrim karşıtları, anma törenleri sonrası protestolarına yeniden başladılar.

Protestolar, ceset parçaları hâlâ soğumamış olan Kasım Süleymani’nin fotoğraflarını ve posterlerini parçalayacak seviyeye ulaştı ve olaylar İran genelinde yayılmaya başladı. Amerika bu fırsatı elbette kaçırmadı ve Trump, göstericilere açıkça destek verdi.

Süleymani’nin öldürülmesi ile Devrim’in, halkı konsolide ederek karşıtları susturma plânı geri tepmiş oldu. Dahası, ABD, ayaklanmaları kışkırtarak İran rejimine akıllı olması gerektiğini hatırlatmış oldu.

Bundan sonra ne olur?

İran bundan sonra ABD’ye karşı büyük çaplı bir saldırı yapamaz. Yaparsa, bedeli ağır olacaktır. Bu yüzden milis gücünün etkili olduğu bölgelerde ABD kuvvetlerini taciz edebilir. Ufak çaplı saldırılar ve askerî konvoylara pusularla hem ABD’ye, hem de kendi halkına “Ben hâlâ etkinim, beni ciddîye al” mesajı vermek isteyebilir.

Ama bundan ötesi olmaz!

Bu suikast ile ABD, istediği vakit, istediği şekilde İran’a saldırabileceğini, tehdit gördüğü an istediği hedefi yok edebileceğini gösterirken, İran ise ciddî bir cevap veremeyeceğini göstermiş oldu.

Güç dengesini tartışmaya gerek yok. ABD’nin, İran tehdidini ciddîye aldığı an düğmeye basması yeterli. Yeterli, ancak asıl sorulması gereken galiba şu: ABD neden bu düğmeye basmıyor? Neden meselâ bir Irak gibi halka demokrasi vaadiyle İran’a saldırmıyor? Neden yıllardır sadece gerilimi yükseltmek ve çeşitli yaptırımlarla yetiniyor?

Bu sorunun cevabı, İran Devleti’nin karakterinde saklı...

İran’ı tanımak için, daha doğrusu bugünkü İran rejiminin karakterini anlamak için İslâm’ın daha ilk yıllarına gitmek gerekli…

İran topraklarını İslâm’la şereflendiren Hazreti Ömer ve Hazreti Ebû Bekir’e karşı (fetihten dolayı) duyulan büyük ve hiç bitmeyen kin ve nefret, bugünkü İran rejiminin asıl karakterini oluşturuyor. Öyle ki, bu sapkın inançları, Batı emperyalizmi ve İsrail Siyonizmini bile Sünnî Müslüman kardeşinden üstün tutuyor.

İçlerindeki kin ve öfke öyle büyük ve karakterleri öyle sapkın ki, masum Müslümanların kadın ve çocuk demeden kanlarını dökmeyi kendilerine mubah görüyorlar.

İran, ABD ve Batı için asla ciddî bir tehdit unsuru olmadı. Aksine, bahsettiğim o sapık karakterlerinden ötürü tarih boyunca sadece Müslümanlar için tehdit oldu, olmaya devam ediyor.

Şurası artık kesin: Orta Doğu’da nerede kaos, savaş ve çatışma varsa, içinde mutlaka Batılı güçler ve Siyonist İsrail, bir kenarında da İran vardır. Batılı güçler emperyalist emelleriyle bir ülkeyi parçalarken, İran ise aynı “sırtlanlardan pay kapmaya çalışan leş kargaları gibi” kaos ve savaşın bir tarafında olmayı âdet edinmiştir.

İran’ın bu münafık ve bölücü karakteri tarih boyunca Batı’nın işine gelmiştir. O leş kargası ne zaman hâdsizlik yapar da avdan fazla pay almaya kalkarsa, sırtlanlar gereken cezayı keser.

Süleymani suikastının özeti işte tam olarak bu!

Şii-Pers yayılmacılığı Suriye’den sonra Irak’ta da ABD’nin ayağına dolanmaya başlamıştı ve ABD, bu hâdsizliğin cezasını kesti.

“ABD-İran dosttur” demiyorum. Aksine, çıkarları birbirine zıttır. Güçlü bir İran, ABD’nin asla işine gelmez.

“İsrail-İran dosttur” da demiyorum. Aksine biri Büyük İsrail, biri de Büyük Pers Devleti hayâliyle çatışıp durmakta. Ancak bahsettiğim gibi, her şeye rağmen ABD ile İran arasında ciddî bir savaş çıkmaz.  Çünkü hem İran, hem İsrail, hem de ABD için en büyük ve en öncelikli düşman, diğer Müslümanlardır. Ve İran, ümmet bilincinin, birlik ve beraberliğinin önündeki en büyük engeldir. Çünkü İran, bu ümmetin kanayan en büyük yarasıdır.

Çok iyi biliyorlar ki, İran’ın tarih boyunca Müslümanlara verdiği zararı Batı’nın hiçbir silahı verememiştir.

Bu yüzden aslında Batı dünyasının Orta Doğu’da İran’a, İran’ın da hayâlleri için Batı dünyasına ihtiyacı vardır.