Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete

Teknolojinin hızlı bir şekilde gelişim göstermesiyle birlikte internet, hayatın her noktasına girdi. Buna bağlı olarak sosyal medyaya olan bağımlılık giderek artmaktadır. İnternet keşfolunduğundan beri farklı bir hayat boyutu oluştu dünyada: Sanal hayat... Buna karşın elimizde, Kur’ân ve Sünnet ışığında kurulduğu taktirde her türlü fazilet ve erdemin kaynağı olan, korumamız gereken bir aile kurumumuz var. Adeta internet/sosyal medya ile aile arasında tercih yapmak gibi bir durumla karşı karşıyayız.

BİREY plânında giderek daha da silikleşiyoruz. Bu yüzden etkimiz azaldıkça “etkileyen” (influencer) olmaya çalışıyoruz. Varlığımıza dış dünyada karşılık bulamadıkça sosyal medyada görülmek için çırpınıyoruz. Metropollerde yaşamanın getirdiği kırsala bağımlılık, dışa bağımlılık, finansal bağımlılık ve sosyal medyayla birlikte hızla artan onay bağımlılığı da arttıkça kimseye ihtiyacımız olmadığını kanıtlamaya çalışıyoruz.

Olsun istediğimiz ne yoksa onu oldurmaya değil, o varmış gibi davranmaya, onun varlığını başkalarına ispatlamaya çalışıyoruz. Sistem de bunu dayatıyor zaten. Bireyin geçerliliğini kapitalist propaganda ile sistem belirliyor ve bu geçerlilik ne olduğunuza değil, nasıl göründüğünüze, dışarıya nasıl bir imaj çizdiğinize bağlı. Bu bağlamda sosyal medya öyle elverişli bir zemin sağladı ki herkes kendi reklâm panolarında kendi imajını servis etmekte ve kendi propagandasını yapmakta artık.

İnternet, sosyal medya, partner bulma siteleriyle birlikte birey, dünya çapında kalabalıklara ulaşabiliyor ve fakat kitlelere erişimi arttıkça daha da yalnızlaşıyor, izole oluyor, dolayısıyla daha güvensiz, daha kaygılı, ruhsal hastalıklara daha yatkın hâle geliyor. Aile kavramı dâhil… Millî ve Manevî değerlerimizi sosyal medya aracılığı ile felç ediyoruz.

Sevgili dostlar, yazımın konusunu, fark ettiğiniz üzere, en son yazacağımı baştan yazarak ifade etmek istedim. Çünkü hayatımız ne yazık ki tersyüz olmuş.

Günümüzde kitle iletişim araçlarının rolü oldukça fazla. Küreselleşmenin en önemli unsurlarından biri olan iletişim ve bilişim teknolojisi son yıllarda hızlı gelişmeler kaydetti. Ancak iletişim ve bilgi teknolojisinin ilerlemesi, beraberinde çeşitli sıkıntıları ortaya çıkardı.

İnternet ve bilişim teknolojisi, bilgiye daha hızlı erişim konusunda katkı sağlamasına rağmen ne yazık ki bilginin doğruluğuna her zaman hizmet etmemektedir. Çeşitli sosyal ağlarda insanlar, temel hak ve hürriyetlerden olan özel hayatın gizliliği ilkesini ihlâl etmektedirler. Dezenformasyon da bu yüzden alıp başını gitmektedir. İtibar, suikast girişimleri için silahtan daha tehlikeli bir hâle gelmiştir. Ki karşısında onu bertaraf edecek bir araç ne yazık ki bulunamamaktadır. Bunu her alanda hissetmekteyiz. Yani her an yanı başımızda!

Suikast yapan, yaptığı ile kalıyor. Karalanansa kendini savunmak için ne yapacağını şaşırıyor. Yaşıyor ve görüyoruz. Yani at izi, it izine karışmış durumda. Hani “Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete” derler ya, bundan ibaret. Sosyal medya, bu milletin altına konulmuş bir saatli bomba gibi.

İşte sosyal medya, kullanıcısının kendi ürettiği içeriği platformlarda yayınladığı ve paylaştığı çevrimiçi bir ağ. Sosyal medya araçları, internet ve bilişim plânında doğru şekilde kullanılmadığı takdirde birincil vazifeler ihlâl edilmekte, aile gibi temel kurumlara gösterilmesi gereken ilgi ve alâka sanal ortama harcanmaktadır.

 

 

İnsanlar kahve içmek için bir araya geliyor, masanın her köşesinde, elinde telefon olan herkes kendi sosyal medyasında dolaşıyor.

 

Baştan kokan balık

Muhafazakâr için aile, bir sosyal müessese olduğu gibi, aynı zamanda İslâmî bir kurumdur. Hammadde hâlindeki küçük yavruların her yönden büyümesini sağlayan, onları şahsiyet sahibi bir insan, Allah’a kulluk bilincine ulaşan bir Müslüman ve İslâm toplumunun sağlıklı bir üyesi olmaları için yetiştirip geliştiren bir fabrika. Aile, toplum eğitimi yaptırarak, kişiyi toplum hayatına hazırlayan sevgi, saygı, şefkat, fedakârlık ve birlik ocağı. Aile yuvası okuldur, mescittir. Ve aile aynı zamanda huzurun evi ve çocukların yuvasıdır.

Son derece önemli olan aile müessesini tehdit eden pek çok faktör var. Sosyal medyanın yanlış kullanımı, lüks yaşantıya özenti, karşılıklı sevgi ve saygının terk edilmesi, eşlerin birbirlerine iyiliği emretme ve birbirlerini hayra teşvik konusunda yeterli özeni göstermemeleri, çevrenin olumsuz etkileri, gelişen teknolojinin olumsuz etkileri, maddî kayıplar, görgüsüzlük, mahremiyet, aileden çalınan zaman, yalan, iletişim Problemleri ve aldatma gibi pek çok unsur… Hepsini art arda sıraladığımız zaman her birinin karşılığı, bugün sosyal medyayı da yanlış kullanan ebeveynlerin çocuklarına kötü örnek olduğunu göstermektedir.

Bugün ebeveynler ne yazık ki ektiklerini biçmektedirler. Çocuklarının internet bağımlısı olmasına katkı sağlamaktadırlar. Çocuklarının internet bağımlısı olduğundan şikâyet eden ebeveynlerin, çocuklarını bu bağımlılıktan kurtarmak için aldıkları önlemler çoğu zaman işe yaramamaktadır. Çünkü balık baştan kokmaktadır.

İpin ucunu kaçırdıktan sonra yakalamak hiç de kolay değil. Devletin bekâsı için sınırsız özgürlük olamayacağı gibi, aile içinde de ebeveynlerin evlatları için sınırsız özgürlük verme hakları olamaz. Devletin bekâsı için nasıl uyulması gereken kırmızı çizgiler, bir anayasa varsa, aile kavramının bekâsı için de ailenin bir anayasası olmak zorundadır.

İnternet de, sosyal medya da doğru bir biçimde ve gerektiği kadar kullanıldığı taktirde elbette yararlı. Merak ettiğiniz ve ihtiyaç duyduğunuz konularda hızlı bir şekilde bilgi elde etmenize imkân tanıyor. Fakat yine de yukarıda sıraladığımız problemler dikkate alınmalı ve sosyal medya bilinçli bir biçimde kullanılmalıdır.  

Mutlu bir ülke, mutlu bir aile ortamı ve huzur dolu yuvalar için her aile ferdi üzerine düşeni yapmalı. Bunun yolu, sınırlar koymaktan geçer. Yani aile anayasası bir olmazsa olmazdır. Kuralsız bir aile olamaz. Olursa parçalanmaya mahkûm kalır.

Sosyal medya ve toplum

Örneğin “sosyal medya cesareti” adı altında her türlü edepsizliği yapma hakkını hiç kimse kendinde bulamaz. Bulmamalı. Aslında “Kişi, kendi gibi bilir herkesi” sözü tam da bunun için söylenmiş gibi; etrafa pislik saçıp diğer insanların da kendisi gibi olduğunu zannedenler için adeta.

Ne yazık ki bu ülkede garip bir kitle oluştu; sürekli hak arama adı altında saldıran, sürekli hakaret eden, sürekli fitne üreten… Bir yasa çıktı, yasayı muhatap alan yok. Koca koca adamlar dahi fikir açıklıyor gibi yaparak şahsî fikriyle baskı kuruyor. Farklı paylaşımlar altında kendi gündemini dayatanlar ve kendi derdi dışında hayatı boş kabul edenlerle sosyal medya, tam bir sosyoloji laboratuvarı hâline geldi. Yüzlerce tez konusu oluştu. Herkes bir ucundan düşmüş oyuncak gibi oynuyor. Sosyal medyayı çok fazla kullanmanın sonucunda gerçek dünyadan ve insan biyolojisinden bîhaber milyonlarca insan türedi. Fikir ve bilgi üretimi değil, insanların kendi hobilerini tatmin etme aracı hâline gelen sosyal medya, toplumun yozlaşmasında, genç neslin aile kavramlarından uzaklaşmasında ve bir silah olarak kullanılmasında ne yazık ki önemli rol oynamaya başladı.

Sosyal platformlarında günbatımı, gündoğumu, plaj, içki sofrası, çakıl, deniz faslından gına geldi. İnsanların bu yüzden bir sahil restoranına bile uğrayası kalmadı. O derece kötü durumdayız ki yoğun bir bıkkınlık hissi ile baş başayız. Millî ve manevî değerlerin ayaklar altına alındığı paylaşımların milyonlarca beğeni toplaması ve paylaşılması için ne söylesek dilimiz varmıyor.

Sosyal medya, Türk toplumunun ve üstelik Türk kadınının ahlâk anlayışını da bozmaya başladı. Beğeni alabilmek için paylaşımları ve söylemleri ile kendilerini rezil kepaze etmedikleri bir gün geçmiyor. İçinde bulunduğumuz teknoloji bir çöplük çağını başlattı. Sosyal medya ile desteklenen birden fazla içerik uygulaması da bu ahlâkî çöküşün hız kazanmasına yardımcı oldu. Batı’nın daha güzel taraflarını örnek alabilirdik ama aşırı özgürlük, duvarlarımızı aşırı hızlı yıktı. Acı ama gerçek. Maalesef bunu sosyal medya üzerinden normalleştirdiler.

Avrupa Komisyonu’nun yönergesi ile Facebook, Youtube ve X gibi sosyal medya platformları, nefret söylemi ve zararları konusunda Avrupa Birliği Yayıncılık Kanunlarına bağlı olacak. Yayınlanan içerikten sorumlu olacaklar. Ülkemizde ise birileri “Küfür ve hakaret etmemiz elimizden alınıyor” demez, “Özgürlüğümüz elimizden alınıyor” türküsüyle bağırmaya başlar. Ne yazık ki bu güzel ülkede böyle tipler türedi. Şeref, haysiyet, onur ve gurur ayaklar altına alındıkça mutlu olan tipler bunlar. Babasının mezarına gidip bir Fatiha okumaz ama LGBT yürüyüşüne giderek “Özgürlük!” narası atar.

Öyle bir çarpık düzenden geçiyoruz ki arkadaşlık, komşuluk, aynı kadere ortak olma güdüsü yok oldu artık. Toplumun fay hatları belirgin hâle geldi. Yıllardır bir arada yaşayan milletimiz 12 Eylül öncesi sadece Solcu ya da Sağcı olmuşken bugünse yüzlerce fraksiyon ve görüş altında parçalandı. Bu aslında küresel emperyalizmin büyük bir oyunuydu. Yıllarca söyledik, dinleyen olmadı. “Bugünlere nasıl geldik?” diye kimse kendini sorgulamıyor. Kendimiz ettik, kendimiz bulduk.

 

Aslında “Kişi, kendi gibi bilir herkesi” sözü tam da bunun için söylenmiş gibi; etrafa pislik saçıp diğer insanların da kendisi gibi olduğunu zannedenler için adeta.

 

Medyanın arınması gerek

Öte yandan bir yazılı basın var ki, evlere şenlik! İşleri güçleri yaygara. Yaptığı haberin dayanağı var mı? Hayır. Derdi, “İlk ben yazayım, ilk benden duyulmuş olsun”. Bu telaş her şeyin önüne geçti. Gazeteciliğin, haberciliğin bir ahlâkı vardır. Ancak ahlâksız dolmuş ortalık. Bir de “sosyal medya gazeteciliği” diye bir şey uydurmuşlar, tek kutsalı beğeni almak, yeniden paylaşım almak. Ne hak ve hukuk, ne adalet, ne ahlâk var kitaplarında.

İletişim, insanlar arasındaki etkileşimdir. Meyvenin, sebzenin bile organiğini arıyoruz ama iş iletişime gelince sanal iletişim tercih ediliyor artık. Duyguların belirgin ve ifadelerin gerçek olmadığı bir ortamda ne derece doğru bir iletişim kurabilir, karşımızdakine ne derece güvenebiliriz, karşımızda olduğunu düşündüğümüz kişiyle ne kadar ortak hedefe yürüyebiliriz?

X, Instagram ya da Facebook gibi sosyal medya platformlarının aşırı kullanımı gerçekten önemli bir problem. Bu sitelerde her an çevrimiçi kalmaksa kişinin benliğine ve kimliğine zarar veren bir durum. Her anınızı yazmak ve buna bir yorum ve beğeni beklemek, her gittiğiniz yeri paylaşmak, her görüştüğünüz kişiyle resimlerinizi yayınlamak bir özgüven problemi olamaz mı? Bir açıdan teşhir değil midir? Aslında bu mesele sosyolojik bir tez konusu olur.

Sürekli onay almak adına yapılan paylaşımların insan fıtratına uygun gibi düşünülebilir. İnsanoğlu doğası gereği beğenilmek isteyen bir canlı olabilir. Peki, sizce bu şekliyle sağlıklı mı? Bu bize yeni dünya düzeninin dayatması olabilir mi? Yoksa eleştirilmekten, beğenilmemekten mi korkuyoruz? Sanal zemindeki tür yolları neden tercih ediyoruz?

Sosyal medyanın zararları hakkında

Sosyal medyanın ayrıca pek çok zararı mevcut. Çok fazla bilgi kirliliğinin olması ve paylaşılan her bilgiye doğrudan inanan kullanıcıları yanlış yönlendirmesi, kesilip biçilmiş fotoğraflar ve herkese yapılabilecek zorbalık seviyesindeki linç ve itibar saldırıları bu zararlar arasında sayılabilir.

Sosyal medyada paylaşılan yazı ve fotoğrafların beğeni toplayıp yorumlanması kişi için oldukça önemli. Bu anlamda yapılan araştırmalara göre sosyal paylaşım siteleri aslında insanların psikolojisini olumsuz yönde etkiliyor. Sigara, alkol ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapan maddelerin arasına sosyal paylaşım sitelerini de ekleyerek Yeşilay üzerinden topyekûn mücadele için geç bile kaldığımızı düşünüyorum.

Sosyal medyada insan sosyalleştiğini sanırken, aslında gitgide yalnızlaşıyor. Saatlerce ekrana bakarak kendini kalabalık bir ortamda zannediyor olabilir ancak bağırsa sesini duyacak tek bir dostu, arkadaşı yok. İnsanlar kahve içmek için bir araya geliyor, masanın her köşesinde, elinde telefon olan herkes kendi sosyal medyasında dolaşıyor. Dışarıdan bakana, “Arkadaşlarla buluştuk” diye paylaşım yapan bile var aralarında. Ama ortak ne paylaştığına dair bir cevap yok.

Ekran karşısında saatlerce hareketsiz kalmak hem bedenen, hem de ruhen insanları yormuyor olabilir mi? Anlık paylaşımları yüzünden insanlar dâvâlık olabiliyor, işlerinden kovulabiliyorlar. İnsanlar konuşmaya hasret! 

Sosyal ağlarda iletişim genellikle yazılı olarak kuruluyor. Bu da insanların günlük konuşma ihtiyaçlarını karşılamıyor. Artık her işimizi internetten hâllediyoruz. Hayata dair ne gerekiyorsa siparişlerimizi oradan veriyor, gazetemizi orada okuyor, dostlarımızı sadece sosyal mecralardan takip ederken onları zorlu günlerinde yalnız bırakırken bayramlar yahut özel günlerde sadece oradan tebrikleşiyoruz. Eskiden en özel günümüz olan düğünümüze ait davetiyeyi dağıtmak günler sürerdi, şimdi ise “Mesajla davet ettim, yeter” deniliyor. Sanal davete katılım da sanal olur elbet.

Sosyal medya ağlarının beğeni ve yeniden paylaşım almak gibi özelliklerinin beyindeki mutluluk hormonunun salgısını arttırdığı, bu sitelerde yeterince beğeni alamamanın ise kişide kıskançlık ve huzursuzluk duygusu yarattığı araştırmalarla gösteriliyor. Birey, sosyal medyada süreler artmaya başladıktan sonra hayatî meseleleri kaçırmaya ya da görmezden gelmeye başlıyor. Kişisel bakım, yemek-içmek gibi gündelikleri bile unutabiliyor. Sosyal medya bağımlılığı ile kişi bireyselleşiyor ve vurdum duymaz bir hâl alıyor. Uyumayı erteliyor, toplantılarını kaçırıyor, işe/okula geç kalabiliyor.

Burada önemli soru şu: Sosyal medyanın zararlarından kendimizi nasıl koruyacağız?

Kitle iletişim araçlarını kullanırken zaman israfından kaçınılmalı. İnsanın kendisine, ailesine ve en önemlisi de Allah’a karşı sorumlulukları olduğu unutulmamalı. Sanal ortamda gereksiz geçirilen vaktin, sorumlulukları yerine getirmeye engel olmamasına dikkat edilmeli. Hazreti Peygamber’in (sav) zaman israfı konusundaki uyarısı dikkatten kaçırılmamalı. Yüce Kitabımız, kaçırılan zamanın bir daha geri gelmeyeceğini, insanın kendisine verilen ömür nimetini iyi değerlendirmeyip Allah’a iman etmeden huzur-u İlâhîye çıktığındaki durumu apaçık ifade ediyor.

Aile, insanın hayatında yer edebilecek en büyük zenginliktir. Aileyle geçirilecek zaman dilimlerinin her saniyesi pek kıymetli. Bu nedenle ileride “Eyvah!” dememek için sosyal medyada geçirilen zaman sınırlandırılmalı ve aileye daha çok zaman ayrılmalı. Bu dayatma ile değil, aile içindeki sevgi ve hoşgörüyle yani aile kavramına sadakatle başlar.

Kişi, sanal ortamda da, gerçek hayatta da her zaman sorumluluklarını bilmek ve buna göre davranmak zorundadır. İyi kötü, sevap günah, helâl haram, doğru yanlış, güzel çirkin mefhumları hakikatte de, sanal ortamda da geçerlidir. Nasıl ki mümin, hayatının her anında kul ise, başta Yaratıcısı, ailesi, akrabası, komşusu, çevresi ve tüm insanlara karşı sorumlulukları varsa, bu hakikat sanal ortamda da geçerlidir ve bu sorumlulukların bilincinde olmak, İslâm ahlâkından ayrılmamak durumundadır. Doğruluk ve istikamet üzere bulunmak sorumluluğumuzdur.

Hassaten sanal ortamın kişinin nefsiyle baş başa kalmasından dolayı günaha ve harama karşı daha müsait hâle gelebildiği de bir gerçekliktir. Bu durum bazı kişileri sanal ortamda haram şeyler yapmaya sevk edebilmektedir. Müslüman, “Ben Allah’ı göremesem de O beni görüyor” bilinciyle hareket eder. Yazıcı meleklerin faal olduğunun idrakindedir. Müslüman, her yerde sorumluluklarının bilinciyle hareket etmelidir. Sanal dünyada söylediği sözlerin de hesabını vereceğini unutmamalıdır. Zira Rabbimiz, Kerim Kitabında, “Bilmediğin şeyin üstüne durup ısrar etme; çünkü kulak, göz ve kalp, hepsi yaptıklarından sorumludur. Kıyamette yaptıklarından sorguya çekilecektir” (İsra, 36) buyurmaktadır.

Kişinin mahremiyetini sanal ortamda başkalarına ifşa etmesi, bunu başkalarıyla paylaşması dinen uygun değildir. Eşler birbirleri için her türlü çirkinliğe ve harama karşı birer örtü konumundadırlar. Eşler arasında sevgi, ilgi ve yakınlık, İlâhî bir ihsan ve lütuftur. Eşler birbirlerinin haklarına saygı göstermeli, birbirlerine ilgisiz kalmamalı, hanelerine sevgi hâkim olmalıdır. Gönül huzuru, aranan mutluluk, itminan haramda ve gayrimeşru fiillerde değil, ancak helâl daire içerisinde mümkündür.

 



Sosyal medyanın pek çok zararı mevcut. Çok fazla bilgi kirliliğinin olması ve paylaşılan her bilgiye doğrudan inanan kullanıcıları yanlış yönlendirmesi, kesilip biçilmiş fotoğraflar ve herkese yapılabilecek zorbalık seviyesindeki linç ve itibar saldırıları bu zararlar arasında sayılabilir.

 

Sonuç

Teknolojinin hızlı bir şekilde gelişim göstermesiyle birlikte internet, hayatın her noktasına girdi. Buna bağlı olarak sosyal medyaya olan bağımlılık giderek artmaktadır. İnternet keşfolunduğundan beri farklı bir hayat boyutu oluştu dünyada: Sanal hayat... Buna karşın elimizde, Kur’ân ve Sünnet ışığında kurulduğu taktirde her türlü fazilet ve erdemin kaynağı olan, korumamız gereken bir aile kurumumuz var. Adeta internet/sosyal medya ile aile arasında tercih yapmak gibi bir durumla karşı karşıyayız. O hâlde Müslümana düşen, ölüm ve hayatın dahi imtihan için olduğunun idraki içerisinde olmak, sahip olduğumuz nimetlerin hepsinin hesabını vereceğimizi bilmek ve gereğini yerine getirmektir.

Bilimsel bütün araştırmalar şunu göstermektedir: Sosyal medya kullanımı anksiyete, depresyon, stres, yalnızlık ve düşük özsaygı gibi duygusal ve mental sorunlar, uyku kalitesinin düşmesi gibi fiziksel sorunlar ve yanlış bilgiye maruz kalma ve siyâsî kutuplaşma gibi genel sorunlar da dâhil olmak üzere çeşitli sorunlarla ilişkilendirilmektedir. Bağımlılığın en önemli işareti ise, sosyal medya sitelerinde günde 5 saatten fazla harcamak…

Yazımı bir soru ile bağlayalım: Şimdi herkes kendi telefonundan kontrol etsin bakalım, hastalık durumunuz ne hâlde?