Bilmenin bilincinde olmak

Yabancı kaynakları bırakıp önce kendi doğrularımızı, kendi değerlerimizi öğretmeliyiz. Onun için İslâmî düşüncenin kaynağı olan Vahye dönmek zorundayız. Kendi inanç değerlerini öğrenmeyen, inandığı gibi yaşamayan çocuksa bir zaman gelir, yaşadığı gibi inanmaya başlar. Artık uykudan ve gafletten uyanıp hakikate karışma, bilmenin bilincinde olma vakti gelmedi mi?

ÇOCUK, bir ülkenin geleceği, gelecek tasavvuru demektir. Bir ülkenin kültürü, çocukların yetiştiği doğal ortamlar ve doğal ocaklardır. O hâlde çocuk kimliğini kendi kültüründen, kendi medeniyetinden, kendi değerlerinden almalıdır ki sağlam temeller üzerine oturabilsin, köklerine bağlı olarak yetişebilsin.

Bir ülkenin gelecekte bağımsız, kalkınmış ve güçlü olması, çocukların yetiştiği kültürle, ruhla birebir ilişkilidir. Çünkü çocuğun yetişmesi, sosyalleşmesi, kişiliğinin oluşumu, şahsiyet kazanması ve en nihâyetinde toplumsallaşması, eğitim ve kültürle alâkalı bir durumdur.

Çocuk bir ülkenin hem gelecek, hem de mekân tasavvurudur. Tasavvur ise doğrudan doğruya kültürel beslenme kaynakları, eğitim unsurları, konuları ve araçları ile ilgilidir. Bu tasavvura karakterini veren, dolayısıyla çocuğun karakterini etkileyip oluşturan kültür ne kadar yerli ve millî ise, nesiller de o kadar yerli ve millî olurlar. Aksi durumda yeni nesiller kendi ülkelerinde kendi kaynaklarına, değerlerine ve kültürlerine yabancı olarak yetişirler. Tarih göstermiştir ki, kendi ülkesini tanımadan yetişen nesiller, ülkenin felâketi olabilirler.

Kültür ve medeniyet, eğitimde ana idealdir, asıl amaçtır. Bu ise önce insan tasavvuruyla ilgili bir durumdur. Acaba eğitim ve kültür politikalarımız, programlarımız ve projelerimizle nasıl bir insan tipi hedefliyoruz?

Her şeye itaat eden, “Evet” diyen, sorgulamadan kabul eden, düşünmeyen, soru sormayan, olayları ve olguları ölçüp biçecek bir değeri olmayan, kaygısız, dertsiz, tasasız, eğlence düşkünü, maddeperest, şehvetperest bir nesil mi yetiştirmek istiyoruz? Yoksa temelleri sağlam, kendi toplumunu, medeniyetini, değerlerini, tarihini tanıyıp bilen, kendi toplumuyla, kendisiyle barışık, sağlam karakterli, sağlam ruhlu, ideal sahibi, şahsiyetli, ülkesini ve halkını kendi çıkarlarından daha çok önemseyen, sorumluluk sahibi, şuurlu, imanın bilincinde olan bir nesil mi yetiştirmek istiyoruz?

İnsan tasavvurunun gerçekleştiği en önemli yer, ailede ve okulda eğitimdir. Aile ve okul, yetişmenin doğal ortamı olan kültürün oluştuğu, aktarıldığı merkezlerdir. Aile, hayatı tanıma ve okuma, okul ise kitabı tanıma ve okuma yeridir. Neslin en başta okuyup tanıması gereken kitap ise kendi kitabıdır. Çünkü tüm kitaplar tek bir kitabı anlamak içindir.

Müslümanca yaşamanın yolu Müslümanca düşünmekten geçer. Herhangi bir olay karşısında Müslümanca düşünmeden Müslümanca yaşayış da olmaz. Çünkü zihninde İslâmî fikir, amaç ve hedefler olmayan bir kimsenin niyeti de sâlih olamaz. Tefekkür eden zihin, şükreden kalp ile birleştiği zaman İslâmî bir düşünce, halis bir niyet ve doğru bir istikamet, onun arkasından ise ahlâkî, İslâmî yaşayış gelir. Bundan dolayıdır ki, önce kendi iç dünyamızda Müslümanca düşünmek zorundayız. Müslümanca düşünce ise çocukluktan itibaren okunan kitaplara, erişilen şuura, kültürel ve zihnî açıdan beslenme kaynaklarının doğru ve meşru olmasına bağlıdır. Çocukluktan itibaren kazılan ahlâk ve karaktere bağlıdır.

Aileden ve okuldan bağımsız bir çocuk, dinden bağımsız bir ahlâk ve sokaktan bağımsız bir din olamaz. İslâm, çağdaş ahlâkî erdemlerden daha üstündür. İslâm ahlâkı, Batı dünyasını tamamen etkisi altına alan Kant’ın erdem anlayışından daha üstündür. Bu da takvâdır. Bize yapılan iyiliğe daha büyük bir iyilikle, hattâ bazen bize yapılan kötülüğe bile bir iyilikle cevap vermek, takvâdır. Batı dünyasındaki erdem ise iyiliğe aynı iyilikle cevap vermek, kötülüğe de kötülükle cevap vermek anlayışı vardır. Oysa biz okullarımızda Batılı kültür ve medeniyetini, Batılı bir zihin ve anlayışını veriyor, hâlâ Batı’nın materyalist felsefesi ile yetiştiriyoruz çocuklarımızı. Düşünsel ve ahlâkî diriliş olmadan Müslümanların kurtuluşu gerçekleşemez.

Herkes kendi iç dünyasında ahlâkça dirilirse dünyada söz sahibi olabiliriz. Namaz kılan ama ticârette yalan söyleyen insan, İslâmî düşünceye sahip bir Müslüman değildir. Böyle bir Müslümanın zihni İslâmî düşünceyle beslenmiyor demektir.

Kendi kültürünü ve medeniyetini tanıyan, kendi halkının değerleriyle barışık yaşayan, kendi ülkesine yabacı olmayan bir neslin yetişmesi ancak kendi kitabını tanıması, okuması ve anlamasına bağlıdır. Peki, bugün okullarımızda, birçok toplum katmanında, kültür çevrelerinin ezici çoğunluğunda okumanın araçları, beslenme kaynakları nelerdir? Okumanın ve yazmanın ana düşüncesi, ana hedefi, ana istikameti nedir?

Hâlâ okullarımızda popüler oldukları veya dünya klâsiklerinden sayıldıkları gerekçesiyle yabancı yazarlara ait hikâye, roman, şiir ve diğer kitaplar okutulmaktadır. Yabancı bir bakış açısıyla, Batılı bir kültür, kelime ve kavramlarla yazılan bu kitaplar çocuklarımıza hangi bilgi birikimini, hangi ufku, hangi ideali vermektedir acaba? Üstelik bu kitaplardaki kahramanların ve yer isimlerinin yabancı olması, kültürel yapımıza uygun düşmediği için çocuklar tarafından da beğenilmemektedir. Bu durumda okumak, işkenceye ve nefrete dönüşmektedir. Öz kültürümüzle yoğrulmuş, kendi dilimizle yazılmış ve başarılı olmuş sayısız eserimiz varken, böyle bir tercih neden yapılmaktadır?

Yabancı kaynakları bırakıp önce kendi doğrularımızı, kendi değerlerimizi öğretmeliyiz. Onun için İslâmî düşüncenin kaynağı olan Vahye dönmek zorundayız. Kendi inanç değerlerini öğrenmeyen, inandığı gibi yaşamayan çocuksa bir zaman gelir, yaşadığı gibi inanmaya başlar. Artık uykudan ve gafletten uyanıp hakikate karışma, bilmenin bilincinde olma vakti gelmedi mi?

Hâlâ ataerkil düşmanlıkları zihin kodlarında taşıyan Batılı müesses nizama karşı en esaslı duruş, önce onların kültürel beslenme biçiminden vazgeçip kendi kültürel beslenme kaynaklarımıza dönmektir. Çocuklarımızı medeniyetimize ait olan kültürel beslenme biçimine göre zihnen yetiştirmeli ve doyuma ulaştırmalıyız ki başka bir şeye ihtiyaç hissedilmesin. Kendi doğrularımızı bilmeden, bilmenin bilincine sahip olmadan başkasının yanlışlarından sakınmak mümkün olmaz.