Bilinç, ahlâk ve insan

Bilinç kavramının içi, bugün olabildiğince daraltılmıştır. Bilinç, bugün sadece zihnin psikolojik ve bilişsel boyutu şeklinde dar bir yaklaşım içinde ele alınmaktadır. Bilincin ahlâk ve fıtrattan soyutlanarak salt zihinsel bir sürece indirgenmesi, bilincin, ahlâkın ve fıtratın içinin boşaltılması anlamına gelmektedir.

KÜRESEL ölçekte insanlığın yaşadığı sosyal, siyâsal, ekonomik, kültürel, manevî, ahlâkî, dinî ve ruhî sorunların, krizlerin ve açmazların “bilinç ve ahlâk” konusunda yeni bir dirilişe, diriliğe ve doluluğa ulaşmak için sahici bir farkındalık geliştirmek gerektiğini ve bunun küresel bir ihtiyaç hâline geldiğini söyleyebiliriz.

İnsanlık bugün fıtrî anlamda kendisiyle, Allah’la, toplumla ve tabiatla ilişki kurma bilincini kaybetmiş olup, bilinç ve ahlâk bütünlüğünü uygulama konusunda ise yetersiz kalmaktadır. Allah’a kulluk temelinde fıtrî ve manevî büyümeyi, sorumluluğu ve aklı esas alan bir ahlâkî bilinç arasındaki ilişkinin ve bütünlüğün sağlanması gerekmektedir.

Bilinç ve ahlâk olgusunun iç içeliğini anlamak için kişinin derin bir idrak ve gelişime ihtiyacı vardır. İnsanî durumumuzun merkezi durumundaki bilinç, kişinin “neyin iyi, neyin kötü olduğu” şeklindeki fıtrî-ahlâkî sistemin farkında olması, bu sistemi içselleştirmesi ve yaşaması hâlidir.

Kişinin, yaptığı ahlâkî seçimler konusunda derin bir bilinç düzeyine sahip olması lâzımdır. Çoğu zaman ahlâkî seçimlerimizin gerçek doğasını anlamakta yetersiz kalıyoruz. Ahlâkî seçimlerimiz, Allah’ın insanı yarattığı fıtrat durumuyla uyum içinde olmalı ve bilgi, özgürlük, irade, güzellik, merhamet, aşk, umut ve inanç unsurlarını içermelidir. Bilgiden, aşktan, akıldan ve umuttan soyutlanmış bir ahlâkın kuru şekilcilikten öteye geçmeyeceğini, başka bir ifade ile ahlâkın ahlâkîzme dönüşeceğini söylememiz lâzımdır.

Ahlâkîzm, insanın bilinç, bilgi, akıl, aşk, umut ve inancı kaybederek ahlâkî tercihlerde bulunduğunu görmeden vehmetme darlığı, açmazı ve sıkışmışlığı içine düşmesidir. Bilinç, ahlâkın bir “izm”e dönüştürülmemesini gerekli kılmaktadır.

Kişinin ahlâkî bir şekilde davranması için bilincin dış bir otorite, güç veya aktör tarafından yönlendirilmesi ve kontrol edilmesi gerektiğine dair yaygın bir inanç vardır. Aslında bilinç, kişiyi dış bir otoriteye bağımlı kılmayı değil, kişiyi bütün dış otoritelerden bağımsız kılarak akılla, bilgiyle, kalple, aşkla ve güzellikle, fıtrata uygun yaşamanın farkında olmayı içermektedir. İnsanı kontrol etmek için bilincimize tahakküm etmeyi amaçlayan her girişim, aslında insanlığımıza, bilincimize ve vicdanımıza yönelik yapılmış bir terörizm hareketidir.

Terörist olmak mı, ahlâklı ve bilinçli olmak mı?

Terörizm, bilinçleri yıldırmayı ve işlevsizleştirmeyi amaçlayan her türlü kontrol, şiddet ve tahakküm yöntemidir. Bilinç, kişinin kendi üzerinde otoriteler inşâ etmesini değil, kişinin insanî büyümesini sağlayacak bütün kanalları açık tutmasını ve araçları akıl çerçevesinde kullanmasını gerekli kılmaktadır.

Bilinç, genel anlamda neyin iyi, neyin kötü olduğu konusunda sahip olunan kavrayış ve anlayış olarak anlaşılmaktadır. Yaptığımız bir hareketin iyi veya kötü olduğu konusunda sürekli olarak yaptığımız değerlendirme, aslında o davranışla ilgili bilinç durumumuzu ortaya koymaktadır. Kişinin ahlâkî değerler çerçevesinde günlük hayatında karşılaşacağı durumlara bilinç ve vicdan meyvesi olan karşılıklarda nasıl bulunacağı sorusu, herkesin önünde duran büyük bir meydan okumadır. Bilinç ve vicdan, insanın kalp gözü ve aydınlığıdır. Akıl ışığında kalp gözümüz açık olabilir. Akleden ve açık olan bir kalp gözü, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırt etmemize yardımcı olabilir.

Bilinç ve vicdan, yaratılışımızın saf fıtrat hâlidir. Fıtrat hâli olarak bilinç, yaratılışımıza uygun bir şekilde yaşayıp yaşamadığımızı tezahür ettiren doğal durumdur. Bilinç, fıtrî bir şahitliktir. Kendimiz veya diğerleri hakkında saf olarak ne bildiğimiz, ne hissettiğimiz ve ne değerlendirme yaptığımız şeklindeki insanî durumdur. Bilinç, aslında insanın kendi kendinin şahidi olmasıdır. Bilincin “insanın kendi hayatına şahitliği” olarak anlaşılması, onun “insanın dışından bir yerden gelen yapay bir durum olmadığı, bizzat insanın kendisinden gelen doğal insanlık durumu” olduğu anlamına gelmektedir.

Kişinin, yaptığı ahlâkî seçimler konusunda derin bir bilinç düzeyine sahip olması lâzımdır. Çoğu zaman ahlâkî seçimlerimizin gerçek doğasını anlamakta yetersiz kalıyoruz. 

Kendimizin ne yaptığına, ne düşündüğüne ve ne hissettiğine şahitlik etmemiz, bilinç durumunun olmazsa olmazıdır. İnsanın kendi kendisinden gafil olma hâli, insanî varlığımızdaki bütün çürümüşlük ve yozlaşmışlıkların kaynağını oluşturmaktadır.

Bilinç, varlığımıza ve varoluşumuza derin bakışımızdır ve bizim sübjektif benliğimizdir.

Sübjektif benliğimiz olan bilinç sayesinde düşüncelerimizin, davranışlarımızın ve duygularımızın temelini oluşturan ahlâkî ve manevî değerlerimizin farkında olmaktayız. Bizi ahlâkî, manevî ve insanî yaşam sürmeye motive eden dinamik merkez, bilinçtir. Ahlâka, fıtrata ve insanlığa karşı düşünceler, duygular ve davranışlar içine girdiğimiz zaman, nefsimize karşı mücadeleye giren, “ben’i ben’e karşı uyaran” dinamik güç, bilinçtir.

Bilinç, benliğin bilgisinin, ahlâkî ve fıtrî prensiplerin farkında olmayı ve onlara uygun yaşamayı, kendimizi sürekli olarak varlığımızın derinliklerinden gelen ve “vicdan” olarak nitelediğimiz sübjektif benliğe göre değerlendirmemizi kapsayan sahici insanî özümüzdür.

Bilinçli dün, bilinçli bugün, bilinçli yarın

Bilinç kavramının içi, bugün olabildiğince daraltılmıştır. Bilinç, bugün sadece zihnin psikolojik ve bilişsel boyutu şeklinde dar bir yaklaşım içinde ele alınmaktadır. Bilincin ahlâk ve fıtrattan soyutlanarak salt zihinsel bir sürece indirgenmesi, bilincin, ahlâkın ve fıtratın içinin boşaltılması anlamına gelmektedir. Bilinç, ahlâkla, ruhla ve fıtratla birlikte ele alınmalıdır.

“Bilinç” ve “vicdan” terimleri çoğu zaman birbirinin yerine kullanılmaktadır. İngilizcedeki “conscience” kelimesi, Latincedeki “conscientia” kelimesinden türetilmiş olup, “paylaşılan bilgi” anlamındadır. “Vicdan” kelimesi de “insanın kendisini bir hâl üzerinde bulması” anlamına gelmektedir. Vicdan ve bilinci birlikte ele aldığımız zaman, “insanın kendisinin ve de diğer insanların farkında olması, kendisinin ve diğerleri hakkındaki bilgileri keşfetmesi ve paylaşması” anlamına gelmektedir. İnsanın kendisi hakkında sağlıklı bilgiye sahip olması, bunlara dair sağlıklı değerlendirmelerde bulunması, olgunlaşmış ve gelişmiş kişiliğin göstergesidir.

Bilinç ve vicdan kavramlarının kendimize dair bilgiyi kendimizle paylaşmamız ve kendimizi bulmamız anlamına gelmesi, varlığımızda iki insanî bene sahip olduğumuzu ifade etmektedir: Yüzeydeki benliğimiz, günlük hayatımızı devam etmemizi sağlayan benliktir. Derin benlik ise, varlığımızın derinliklerinde duygularımızı, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı değerlendiren, eleştiren, bize daha iyi insan olmamız için yol gösteren fıtrî benliktir. Biz kendimize ve diğerlerine dair bilgiyi derin benliğimizle paylaşmakta ve gerçek kişiliğimizi derin benlikte bulmaya çalışmaktayız.

Bilinç ve vicdan, “Bir ben vardır bende benden içerû” gerçekliğinin farkına ve şuuruna ulaşma olgunluğudur. Benliğimizin içindeki derin benliğimiz, sürekli olarak varlığımıza ve hayatımıza şahitlik etmektedir.

Bilinç ve vicdan, varlığımızdaki derin benin homojen boyutları değildirler. Her birey özgün olduğu gibi, sahip olduğu bilinç ve vicdan da ona özgüdür. Bilinç ve vicdan, her kişinin yaşadığı tecrübeye göre ona şahitlik etmektedir. Yaşantılarıyla kendi bilincinin ve vicdanının muhtevasını oluşturan, bizzat bireyin kendisidir. Bilincimizin ve vicdanımızın içini doldurduğumuz değerler, ahlâkımız, yaşam tarzımız ve tecrübemiz olmaktadır. Özgünlük, çoğulculuk ve sübjektiflik, insanî bilinç ve vicdanın temel karakteristiğidir.

Bilinç ve vicdan referans verilerek yapılan ve söylenen her şeyin ahlâkî ve vicdanî olduğunu ise söyleyemeyiz. Özgürlük, emek, din, kardeşlik, barış, demokrasi veya adalet gibi vicdana ve ahlâka hitap eden değerlerin referans olarak öne çıkarılması, bu değerlerin adını kullanarak aktivitelerde bulunan ideolojilerin, grupların, kliklerin, cemaatlerin ve partilerin ahlâklı, doğru ve vicdanlı oldukları anlamına gelmemektedir. Güç ve iktidar mücadelesi uğruna ahlâk, bilinç ve vicdan alanlarına ait değerlerin istismar edilmesi, kullanılması ve araçsallaştırılması tehlikesi karşısında bilincimizde sahici bir farkındalığın oluşması gerekmektedir.

Ahlâkî seçimlerimiz, Allah’ın insanı yarattığı fıtrat durumuyla uyum içinde olmalı ve bilgi, özgürlük, irade, güzellik, merhamet, aşk, umut ve inanç unsurlarını içermelidir. 

Demokrasi ve barış adına sömürgeciliğin yaygınlaştırılması, iktidar mücadelesi için manevî ve ahlâkî değerlerin istismar edilmesine dair sayısız tecrübeyi yaşayan dünya, derin bir vicdan ve bilinç krizi içinde bulunmaktadır.

Bilinç, kendimiz hakkında pasif bir şekilde bilgi toplamak veya ilgisiz bir şekilde kendi kendimizi gözlemlemek değildir. Bilinç ve vicdan, içimizdeki aktif benliklerdir. Bilinç ve vicdanı, benliğimizde kurulan, duygularımız, düşüncelerimiz ve davranışlarımız hakkında sürekli yargılamalarda bulunan ve hükümler veren aktif bir mahkeme ve hâkim olarak düşünebiliriz. Hayatımız, fıtrat ve ahlâk mahkemesi olan bilinç ve vicdanın huzurunda sürekli olarak yargılanmaktadır. Ahlâka ve fıtrata aykırı her türlü duygumuz, düşüncemiz ve davranışımız hakkında bilincin ve vicdanın verdiği hükümler, utanç, suçluluk ve pişmanlık şeklindeki tecrübelerle varlığımızı ısırmaktadır.

Fıtrat mahkemesi

Duygularımızı, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı sürekli olarak bilinç ve vicdanımızın ahlâkî standartlarında sorgulayıp daha ahlâklı insanlar hâline gelmek için çaba sarf etmeliyiz. Derin varlığımızda kurulan vicdan ve bilinç mahkemesinde yapılan devamlı yargılamalar sonucu benliğimiz, sürekli olarak yapboz gibi yeniden inşâ edilmektedir.

Bilinç ve vicdan, benliğimiz hakkında bilgiler toplayan ve değerlendirmeler yapan fıtrat mahkememizdir. Fıtrat mahkemesi olan bilinç ve vicdan sayesinde neyin ahlâkî olup olmadığını öğrenmekte ve ahlâklı davranışta bulunmak yönünde bilinç ve vicdanımız bizi motive etmektedir. Bilinç ve vicdan, aslında kimlik olarak gördüğümüz benliğimizi oluşturmaktadır. İnsanın kimliğini oluşturabilmesi için bilinç ve vicdan üzerinde hiçbir baskının kurulmaması ve dayatmanın olmaması gerekmektedir.

Fıtratımıza uygun bir hayat yaşayabilmemiz için bilinç ve vicdanımızın körleşmemesi, köreltilmemesi, çürümemesi ve işlevsizleştirilmemesi lâzımdır. İrade ve özgürlük sahibi bir varlık olarak, hayatın aslî gayesi olan “Allah’a kul olmayı” bilinçli bir şekilde hayatımızın başı, ortası ve sonu hâline getirmeliyiz. Akılla, düşünceyle ve bilgiyle Allah’a, insana ve kâinata dair bilgiyi ve hikmeti edinmenin peşinde olmalıyız.

Kalbimiz ve duygularımız “Allah, insan ve yaratılanların sevgisi” ile dolmalıdır. İnsana ve kâinata güzel bakanın güzel düşüneceği ve güzel davranacağı bilinciyle yaklaşmalıyız. Güzeli, doğruyu, sevgiyi, hakkı, umudu ve iyiyi, bilincin bizzat kendisi hâline getirmek, yaşam boyu önümüzde duran bir çetin meydan okumadır.