Bilimin salgınları bitirdiğini söyleyenler neredeler?

En son Elaziz-Malatya’da meydana gelen depremlerde mezar soyguncularının hâllerini müşahede ettik. Nitekim bu depremlerde hayırsever vatandaşların, yardım eden diğer ülkelerin yardımlarını alıp satmaya çalışanları da… Şimdilerde söz konusu virüs için kullanılan dezenfektan ürünlerini fahiş fiyatla satan yani “kara borsacılık” yapanları görüyoruz. Aralarında nasıl bir fark vardır? “Sağlık Bakanlığı adına tarama yapmaya geldik” deyip hırsızlık yapanlara “Nebbaş” denmez mi?

“NEREDE olursanız olun, ölüm sizi yakalar; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa, ‘Bu Allah’tan’ derler, başlarına bir kötülük gelince de, ‘Bu senden’ derler. ‘Hepsi Allah’tandır’ de. Ne oldu bu adamlara ki, bir türlü sözü anlayamıyorlar?” (Nîsâ, 78 )

İnsanoğlu, tarihin en büyük salgınlarından biriyle yüz yüze. Şehirler boşalıyor, binlerce insan ölüyor, milyonlarca insan hastanelere koşuyor, dünya bir baştan bir başa aynı hastalıkla pençeleşiyor. Bütün dünya kendisini tehdit altında hissediyor. Ölüm korkusu nesnel gerçekliğiyle herkesin kapısını çalıyor. Zengini, meşhuru, ayrıcalıklısı, muktedir olanı, kendini Firavun ilân eden zalim tiranlar, milyarlık villalarında ömür süren leşler, petro-dolarlarla yatlarda güneşlenen edepsizler, Robocop kıyafeti giymiş askerlerin komutanları demeksizin, bilâistisna herkesi endişelendiriyor.

Yeniden ölümün eşitlik vasfıyla çarpılıyoruz. Uzak gördüğümüz, aslında nedense üzerimize almak istemediğimiz ölümle temasa geçiyoruz. Öyle bir soğuk temas ki, dünya mutluluğunun sonunu hatırlatıyor. Yine bilimin de, paranın da, iktidarın da geçiciliğini hatırlatan temastır bu olanlar.

Diğer bir hakikatin işareti ise şu: İnsanın acizliğini gösteren bu temas, rûhumuzu ürperten teması da hatırlattı. Ve ayrıca, bilimin salgınları bitirdiğini ve insanı (hâşa) Tanrı ilân eden, akla tapan sürrealistlerin ve materyalistlerin iflâsını da tescil etti.

Bugün sadece Çin değil, bütün dünya Koronavirüs tehdidi altında ve zerrelerin zerresi bu canlı varlık, bütün insanlığa korku ve aklını kullanmak isteyenlere de müthiş bir ders vermektedir. Âdeta Yûnus Sûresi’nin 107’nci âyetinin tecelli beyanıdır: “Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O bağışlayandır, esirgeyendir.”

***

Bu virüs, ilk olarak Çin’de kendini gösterdi ve sonra dünyanın hemen her tarafına yayıldı. Hâlen yayılma istidadında... Hastalananların sayısı yüz binlerle, ölümler de resmî açıklamalara göre binlerle ifade ediliyor. Çin’den sonra en büyük darbeyi İran ve İtalya yemiş bulunuyor. Resmî ifadelere göre iki ülke de zamanında gerekli tedbirleri almamış.

Büyük hadîs âlimlerinden Muhammed el-Buhârî ve Ebu’l Hüseyin Mülsim’in kaynaklarına göre, veba konusunda karantinaya dikkat çeken Allah Resûlü, “Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya girmeyin, bulunduğunuz yerde veba çıkarsa o bölgeden ayrılmayın” buyurmuştur. İnsanlık Nebevî nasihate muhtaçken, söz dinlemeyenlere inat Hazreti Muhammed (sas), mübelliğ sıfatıyla İslâm’da korunması gereken en temel beş esas arasında insanın kendini (canını) koruması geldiğini bildirmiştir. Bu yüzden insanoğlu, hem hâricî, hem de dâhilî tüm belâ, hastalık ve musîbetlerden kendisini tarih boyunca korumaya çalışmıştır.

Allah’a (CC) hamdolsun ki, Devletimiz bu Nebevî öğüde uymuş, ismi geçen hastalık ortaya çıkınca gerekli tedbirleri almıştır.

***

Ancak yine fitne boş durmamıştır, durmamaktadır.

Koronavirüsün bütün gündemleri değiştirmesini yadırgamamak lâzım; zira günümüzün en büyük silahı olan “sosyal medya” kullanıcılarını kullanan şeytanî akıl, biri bin ve de olmayan şeyleri varmış gibi göstermekte mâhirdir.

Dünyayı kasıp kavuran bu hastalıktan bile kendine malzeme devşiren sosyal medya, âdeta kıyamet borazanlığı yapıyor. Sağlık Bakanı’nın bütün hassasiyetine rağmen, “Yüzlerce ölü var, hastanelerde boş yer kalmadı, zamanında tedbir alınmadı” iftirasını yaydılar, yurtdışından gerek umre dönüşsü, gerekse diğer Batılı ülkelerden getirilen vatandaşların işin ehemmiyetine binaen, tedbir icabınca misafir edildikleri Kredi Yurtlar Kurumu’nun yurtlarının yatakhanelerini beğenmeyerek yaptıklarına şâhit olduk.

Bu bedbahtların yanında kimileri de, bir öğrenciyi yakalayıp, “Sizi dışarı mı attılar?” diyerek bunu cep telefonlarının çeşitli şekillerdeki yayınlarına malzeme edip “sosyal medya” dedikleri fitne ortamında yayarak hem ülkemizin aleyhine olan kinlerini kustular, hem de şer cephesinin “algı operasyonlarını” her hâl ve şartta devam ettireceklerini gösterdiler.

Zira bağlı oldukları fitne merkezinin yaptıkları münasebetsizlikler ortadadır. Nitekim ABD, İngiltere, İtalya ve Almanya’da, Koronavirüs ile ilgili yapılan yayınlarda Türkiye’den görüntüler yayınlamalarının başka bir açıklaması var mıdır? Bu şer mihraklarının niyetlerinden şüphelenmemek mümkün müdür?

***

Nebbâşların (kefen soyucuların) ahvâlleri ayrı bir yazı konusu... Milletçe yüreklerin toplu atması gereken bu demde, yardımcı tıbbî cihazların ve dezenfektan malzemelerinin çok fahiş fiyatlarla satılması, beşeriyet nâmına utanılması gereken bir hâldir. Süper marketlerin âdeta yağmalanması gibi, erzak stok etmek de hiç bu milletin asâletine uymamıştır.

Daha önce de şimdiki hastalığın dışında cereyan eden ve bütün memleketi ilgilendiren zelzele, yangın ve diğer türden afet durumlarında bu milletin aslî değerlerine ihanet edenleri biliyor ve tanıyoruz.

Meselâ Marmara, Van ve en son Elaziz-Malatya’da meydana gelen depremlerde mezar soyguncularının hâllerini müşahede ettik. Nitekim bu depremlerde hayırsever vatandaşların, yardım eden diğer ülkelerin yardımlarını alıp satmaya çalışanları da… Şimdilerde söz konusu virüs için kullanılan dezenfektan ürünlerini fahiş fiyatla satan yani “kara borsacılık” yapanları görüyoruz. Aralarında nasıl bir fark vardır?

“Sağlık Bakanlığı adına tarama yapmaya geldik” deyip hırsızlık yapanlara “Nebbaş” denmez mi? Türkçesiyle “Allah’ın men ettiği yalan ve iftirayı alışkanlık hâline getirenlerin” hâlleri, beşeriyet adına utanç belgesidir!

***

Dünyayı kasıp kavursa da, bu Coronavirüsün bize öğrettiği, tefekkür etmemizi sağlayan müspet tarafları yok mudur?

İnsanoğlu olarak basit yaşamayı unuttuk; milyarlık evlerimiz, yatlarımız, katlarımız var. Çamur deryâsındaki mültecileri görmez (!) olduk.

Beş yaşındaki Suriyeli çocuk, en ağır acılar içinde ölürken diyor ki, “Bana yaptığınız her şeyi Allah’a söyleyeceğim! Her şeyi diyeceğim Allah’a!”.

O beş yaşındaki çocuğun söylediklerinin bedelini ödemeyen İslâm dünyasına yazıklar olsun! O çocuğun, “Sizi Allah’a söyleyeceğim” sözünün vebâli, Sünnî ve Şiî bütün Müslüman devletlerine aittir. Bu feryâd u figânı bazı sağır kulakların işiteceğini ne kadar bekleyebiliriz?

Beş yıldızlı otellerde çöpe giden milyonlarca değerdeki taamın, Avrupa’da domuz gibi tıkınanların Afrika’daki açların farkına varılır inşallah. “Önce deveni sağlam kazığa bağla, sonra tevekkül et” diyen Nebevî öğüde kulak asmamız gerektiğinin farkına varırız inşallah.

Belki de, çok su içiyorlar diye develeri öldüren Avustralya’dakiler de virüsten dersler çıkarırlar.

“Bu Corona virüsünün sebebi, Doğu Türkistan’daki zulmün, Afrika’daki açlığın, Myammar’daki sefâletin, Suriye’deki yetimlerin, Avustralya’daki develerin âhıdır” nidalarına gönül gözüyle bakınca, “Alma mazlumun âhını, çıkar aheste aheste” kelâmının boşa söylenmediği aşikâr.

Zira Cenâb-ı Allah, Zalimlerin yanında olmayın, sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre, bir yerden yardım da göremezsiniz!” (Hûd, 113) buyuruyor.

Asrın vebası diye tarif edilen Coronavirüs salgınının ne zaman sonlanacağını Rabbim bilir. Ancak çok alışkanlığı değiştirecek, dijital iletişimin zirvesi olacağı kesin. Akıllarına tapanların, materyalistlerin davulunun yırtıldığı da malûm.

Ergün Yıldırım Hoca şu notları kaydetmiş:

“Salgın ve din arasında her zaman anlamlı ilişkiler olmuştur. Ancak modernite, bu ilişkiyi altüst etti. İlerlemeyle beraber hastalıkların sona ereceği ve insanın ölümsüzlüğü yakalayarak Tanrı hâline geleceğini ileri süren fikirlere yol verdi.”

Bundan böyle modernitenin putunun devrileceğine inanmaya başlayabiliriz. Çünkü modernite insanlığı, merhameti, estetiği yani aşkı, kısacası Allah’ın (CC) halk ettiği bu beşerî üst yapıyı yıktı. Ne yazık ki, güce hükmedenle paraya sahip olup “Abdulpara” olan materyalistler de modernizm adına dünyayı yaşanmaz hâle getirdiler.

Bize düşen, “Mümin, ümitvar olmak zorundadır” emrini sertâc edip inancımızı kaybetmemektir.

Unutmamak lâzım; zulümle âbâd olunmaz! Mülkün Sahibi, mülkünü âbâd eder. Kula düşen görev, yaratılıştaki ahenge uymayı vazîfe bilip fıtrata müdahale etmeye kalkışmamaktır.

Vesselâm...