BİZİM gibi toplumlarda
baklavanın dilimlerini gizlice götürenler, hatayı temizlemek gündeme geldiğinde
onu toplum önüne sürerler. Bu durum menfaat odaklı olduğundan zaten başta bir
hata içerir.
Max
Planck ve Johann Wolfgang von Goethe gibi Almanlar kendi toplumlarında bile
olması gereken düzeyde değildir. Türkiye’de de benzer durum vardır. Türkiye’de
insanın kıymeti öldüğünde anlaşılır, dillerden dillere destansı bir şekilde
anlatılır. Bunun da nedeni, aslında bitişin kabulüdür.
Her
milletin iyi ve kötü yönleri olabilir. Esas olan durum, yaygın kanaattir. Buna
göre Batı’nın Max Planck ve Johann Wolfgang von Goethe gibi insanları ne derece
içselleştirdiği önemlidir. Fuat Sezgin gibi kıymetli hocaların değerleri
Avrupa’da yetişip 2019 yılında “Prof. Dr. Fuat Sezgin Yılı” ilân edilmesiyle
taçlandırılmıştı. Ancak Fuat Sezgin Hocanın bir darbe neticesinde Avrupa’ya
intikali asla unutulmamalıdır. En önemlisi de, Fuat Sezgin Hocanın eşsiz
çalışmalarının ne derece anlaşıldığı ve ne derece içselleştirildiğidir.
Batı’da
çok değerli bilim ve fikir insanlarının varlığı ve insanlığa katkıları inkâr
edilemez bir gerçektir. Özellikle son asırda yapılanlar takdiri hak ediyor.
Yalnız fikir, bilim ve teknoloji dünyasında elde edilenlerin yorumları dikkate
alındığında, özellikle Oryantalistlerin ve İngilizlerin genel kanaat yolunda
oldukları görülür.
Geçmişte
ve şimdi, İngiliz bilim insanlarının her biri İngiliz Kraliyet Ailesi ve
Anglikan Kilisesinin hizmetkârlığı için bilim yapar. İngilizlerin fikir ve düşünce
dünyasına aykırı bir beyanda bulunmak İngiltere’de neredeyse mümkün değildir.
Günümüzde
Almanya, Fransa, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelere gitmek isteyenlerin
çokluğu sadece Batı’nın dünyaya gösterilen yüzüdür. Arka plânda asla İngiliz
Kraliyet Ailesine bağlı olan Anglikan Kilisesinin fikrine aykırı oluşum içine
girilemez. Bilim ve teknolojinin yorumlarını dünyaya “bilimsel bilgi” olarak
sunmakta çok maharetli olan İngilizler ve Batılı Oryantalistlerin çok büyük
kısmı art niyetli veya misyoner faaliyet içindedirler.
Bilim
ve teknolojinin baş döndürücü hızda ilerleyişi içerisinde insan askerlerden
robot askerlere geçiş sürecinde, insanlı savaş uçaklarından insansız hava
araçlarına geçişte ekonomik krizler yeni bir çağı insanlık için zorluyor.
İnsanlık tercih yapma aşamasına gelmiş durumdadır. Bunlardan birincisi madde
odaklı ilerlemeler olurken, diğeri değer odaklı gayretlerdir.
Aslında
olması gereken, zamanın ruhuna uygun olan yapılanmadır. Bu durum ise maddenin
değerler için araçsallaştırılmasıdır. Bu yönde bir gayret ciddî anlamda
olmadığından iki yoldan başka bir seçenek yokmuş gibi görünüyor.
Bu
durum ne Batı’nın, ne de Doğu’nun tek başına başarabileceği bir şey değilmiş gibi
gösteriliyor.
Her
taşın altından çıkan İngilizlerin de dünyaya yeni bir anlayış sunmaları mümkün
değil. Bilim ve teknolojinin araçsallaştırıldığı maksimalist düzeyde şehirlerin
kalplerine bakmak gerekir. Eskiden şehirlerin kalpleri mabetler, camiler,
mescitler ve kütüphanelerdi. Şimdilerde ise şehirlerimizin kalpleri işgal
altındadır. Evet, şehirlerin kalpleri bankalar, marketler, kafeler, hızlı yemek
zincirleri ve oyun salonlarıyla işgal altındadır. İşin daha da vahim tarafı ise,
bu işgalin kendi ellerimizle yapılıyor oluşudur.
Makam,
para ve hazzın hâkim olduğu yapılanma içerisinde ne Batı Doğu’dan, ne de Doğu
Batı’dan ayırt edilebilir bir hâldedir. Abdullah Bin Cübeyr kumandasındaki okçu
birliğini tepeye yerleştirmişken savaş kazanıldı diye ganimete saldırınlar,
savaşın kaybedilmesine neden olmuşlardı. Şimdilerde durum buna da benzemektedir.
Makam, para ve haz peşinde koşma ganimetine aldananlar, araçları amaç edinmiş
görünüyorlar.
Şehirlerin
kalpleri önemlidir. Zira medeniyetin yansımaları kalp olarak duygu yuvası,
bilgi yuvası ve akıl/hikmet dengesini esas alır. Şehirlerden bu üçlü
kaybolduğunda ise Batı ile Doğu arasındaki fark da ortadan kalkar.
Kimliklerde
farklı şeyler yazsa da yaşantıda aynılık, insanlığa giydirilmiş deli gömleği olarak
görülmektedir.