
Her geçen gün, canımızı yakarak dost bildiğimiz birileri ayrılıyor aramızdan…
TÜRK şiirinin usta isimlerinden biri olan Ziya Osman Saba, 1941 yılında yazdığı “Rabbim, Nihayet Sana” adlı şiirinde zengin fakir, güçlü güçsüz, yaşlı genç, iyi kötü, imanlı imansız demeden ve hiçbir istisna gözetmeden hepimizin kapısını çalacak olan ölüm gerçeğini “Rabbim nihayet sana itaat edeceğiz/ Artık ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı,/ Belki bir gece vakti, belki gece yarısı,/ Artık nefes almayı bırakıp gideceğiz/ Ben artık korkmuyorum, her şeyde bir hikmet var,/ Gecenin sonu seher, kışın sonunda bahar,/ Belki de bir bahçeyi müjdeliyor şu duvar/ Birer ağaç altında sevgilimiz, annemiz,/ Gece değmemiş sema, dalga bilmeyen deniz,/ En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz,/ Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz” anlamlı dizeleriyle dile getirerek ölüme büyük bir hoşgörüyle, büyük bir teslimiyetle ve şükürle bakıyor.
Aslında Hakk’a inanan herkes için bu bakış açısıdır doğru olan. Çünkü mutlak hakikat olan ölüm, birilerini cehenneme, birilerini de cennete taşıyor. Yani demem o ki, her şey biz kullarda olup bitiyor. Dünyadaki eylemlerimizin karşılığını görüyoruz. Durum bu iken ve asıl muhatap bizken başka yerlerde suç ve suçlu aramak abesle iştigalden başka bir şey değildir. Üstelik ölüm, insanları sonunda eşitliyor, hak yerini buluyor.
Her geçen gün canımızı yakarak dost bildiğimiz birileri ayrılıyor aramızdan. Ebediyete göçen bu kişiler yakınlık bakımından annemiz, babamız, dedemiz, ninemiz, halamız, teyzemiz, dayımız, amcamız, gelinimiz, damadımız, ablamız, abimiz, eşimiz, çocuğumuz, kuzenimiz ve arkadaşlarımız olabiliyor. Gidenler arkalarında, hatırlandıklarında bizi hüzne boğan hatıralar bırakıyor. Fakat bizler hiç ölmeyecekmişiz gibi tekrar hayata dahil oluyoruz.
Ölüm, dünyanın kıyametine kadar hiç ölmeyecek. Öldükten sonra bizler de inşallah ölümsüz olacağız. Bu da gösteriyor ki ölüm kapısından içeri girmedikten sonra ölümsüz olunamıyor, saadet yurdu olan cennete girilemiyor. Onun içindir ki ölüm bizim yapışık ikizimiz gibidir. Bizi adım adım izliyor, vakti gelince de son darbeyi vuruyor.
Ölüm karşısında boynumuz kıldan incedir. Peygamberler ve nice Allah dostları öldüyse ölüm kötü bir şey olamaz. Korkumuz ve endişemiz, ölüme hazırlıksız yakalanmaktır.
Beni en çok üzen ölümler öncelikle kendi yakınlarımın, dost ve akrabalarımın ölümleridir. Onları millete mal olmuş şair, yazar ve düşünce adamlarının ölümleri takip eder. Çünkü onlar genetik anlamda akrabamız olmasalar da duygu ve düşünce olarak ünsiyet kurduğumuz kişilerdir. Onlar duygu ve düşünce dünyamızı şekillendirenlerdir.
İşte benim için bu kişilerden biri Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan’dı. Kendisiyle herhangi bir akrabalığım ve şahsî dostluğum olmasa da duygu ve düşünce anlamında ortaklıklarım mevcuttu. Onun içindir ki kendisinin vefatı aynı mahfildeki birçok insan gibi beni de derinden üzmüştür.
Eskişehir’den yola çıkan bir bilim meraklısının akademiye çıkan yolunun hikâyesi
Kaleme aldığı birbirinden kıymetli kitapları, bilim dünyasına ışık tutan akademik çalışmaları ve dinleyenlere millî ve manevî şuur kazandıran konferanslarıyla ilgiyle takip edilen ve takdir toplayan Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan, 79 yaşında hayatını kaybetti.
1945’te Eskişehir’in Mihalıççık ilçesinde dünyaya gelen Ersin Nazif Gürdoğan, 1967 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Makine Mühendisliği Bölümü’nden mezun olmuştur. İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadi Enstitüsü’nün uzmanlık programını 1968 yılında tamamlamıştır. Devlet Planlama Teşkilatı’nda 1968 ve 1972 yılları arasında proje değerlendirme uzmanı olarak çalışmıştır. Bu arada bir yıl İngiltere’de incelemelerde bulunmuştur. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde 1972’de akademik çalışmalara başlamıştır. Gürdoğan, bu görevini 1976’da Ankara Üniversitesi Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne aktarmıştır. Doktora çalışmasını 1975’te bitirmiş,
1987’de doçent, 1994’te de profesör olmuştur. Değişik zamanlarda yurt içi ve yurt dışındaki üniversitelerde dersler vermiştir. Bu çerçevede 1981-1984 yılları arasında Suudi Arabistan’da Kral Abdülaziz Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak bulunmuştur. Bir süre İstanbul’daki finans kurumlarında çalışmıştır. Marmara ve Kırıkkale Üniversitesi’nde ders vermiştir. 2016 yılına kadar Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarlığı yapmıştır. Merhum Gürdoğan, evli ve üç çocuk babasıydı.
Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı, akademisyen, yazar ve mütefekkir gibi birçok işi bir arada gören Nazif Gürdoğan’ın gerek akademik gerekse hayata dair rehber vazifesi görecek önemli çalışmaları bulunuyordu. Gürdoğan, Üsküdar Üniversitesi tarafından 2020’de düzenlenen 5. Yüksek İnsanî Değerler Ödülleri töreninde ödüle lâyık görülmüştü. Nazif Gürdoğan, Türkiye Yazarlar Birliği’nden “Teknolojinin Ötesi” ve “Zamanı Aşan Şehirler” kitapları ile “Düşünce ve Gezi Edebiyatı” ödüllerini almıştı.
AK Parti’nin kurucularından biri olan Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan, merhum Turgut Özal ve Necmettin Erbakan dönemleri başta olmak üzere, Türkiye’nin ekonomisinde ve politikasında önemli görevler yüklenmiştir. Fakat siyaseti daima bir hizmet aracı olarak görmüş, bu işi sadece iyi bilenlerin yapması gerektiğine inanmıştır.
Ölüm sadece bedeni iptal eder, eserler hep bâkî kalır
Güçlü bir kalem erbabı olan merhum Gürdoğan, zaman içerisinde gerek bilim gerekse kültür alanında birbirinden değerli kitaplar kaleme almıştır. Bu kitaplar arasında şunları saymak mümkündür:
Üretim Planlamasına Doğrusal Programlama (Doktora tezi, 1981), Teknolojinin Ötesi (1985), Ticarî ve Sosyal Açıdan Proje Değerlendirme Yöntemleri (1987), Kültür ve Sanayileşme (1987), Hicaz’dan Endülüs’e (Gezi Notları, 1989), Kirlenmenin Boyutları (Denemeler, 1989), Görünmeyen Üniversite (Mehmed Zahid Kotku’nun hayatından hareketle tasavvufun modern toplumdaki yerini ve önemini tartışır, 1993), Zamanı Aşan Şehirler (Buhara, Semerkand, Taşkent, Bakü ve Şeki gezi notları, 1994), Günler Akarken (Denemeler, 1996), New York’tan Los Angeles’a Yeni Roma (Denemeleri, 2003), Her Şehir Bir Dünyadır (Denemeleri, 2020), Düşünceyi Eylem İçin Bilmek (Denemeleri, 2018), İki Dünyanın
Hesaplaşması (Denemeleri, 2017), Dünya Bir Şehirdir (Denemeleri, 2019)…
Önemli İslâmcı yazarların bir araya geldiği, bir mektep vazifesi gören Mavera dergisinin kurucularından olan Gürdoğan, 2020 yılı Mehmet Akif İnan Kültür Sanat ve Edebiyat Ödülüne lâyık görülmüştür. 2022 yılında Prof. Ersin Nazif Gürdoğan’ın adı büyük bir vefa örneği gösterilerek Ankara Sincan’da bir Anadolu lisesine verilmiştir.
Onun halk nezdinde akademik kimliğinden daha çok, düşünür ve yazar kimliği ön plandadır. Bu belki de onun deneme, gezi ve günlük türlerine yoğunlaşmasından dolayıdır.
O merhum Rasim Özdenören’in adlandırmasıyla “Zamanın Seyyahı”ydı. Gözlem ve betimleme yeteneği üst düzeyde olan Gürdoğan gezip gördüğü yerleri okuyucunun gözü önüne getirmede ve o anları okuyucuya yaşatmada bir hayli başarılıydı.
Ersin Nazif Gürdoğan deyince aklımıza Mavera dergisi gelir
Ersin Nazif Gürdoğan deyince aklımıza, İslâmcı kesimin gözünde ve gönlünde efsaneleşmiş bir dergi olan Mavera dergisi gelir. Mavera dergisi, 1976 senesinde aralarındaki dostluk ve düşünce bağları güçlü olan bir grup arkadaş tarafından Ankara’da kurulmuştur. Bu kişiler Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Akif İnan, Ersin Nazif Gürdoğan, Bahri Zengin ve Hasan Seyithanoğlu gibi isimlerden oluşmaktadır. Daha sonrasında Cahit Zarifoğlu’nun “Yedi Güzel Adam” şiir kitabından hareketle bu isimler “Yedi Güzel Adam” olarak adlandırılmıştır. 1976’dan 1990’a kadar aylık edebiyat dergisi olarak yayımlanan Mavera, toplamda 164 sayı çıkmıştır. Dergiyle İslâm kültür ve medeniyetini geniş kitlelere tanıtmak amaçlanmıştır. Bununla birlikte Anadolu kültürü ve medeniyeti öne çıkarılmıştır.
Nazif Gürdoğan, derginin ilk sayısında “Ersin Gürdoğan” imzasıyla “Erdem Bayazıt Teknolojiye Karşı mı?” adlı kısa bir yazı kaleme almıştır. Bunu diğer sayılarda “Yönetenler Kim?”, “Edebiyatta Evrensellik ve Yerellik”, “Bıçak Yarası” adlı yazılar takip etmişti.
Ersin Nazif Gürdoğan, günümüz düşünce hayatının önemli isimlerinden biriydi. Düşünce olarak kökü mâzide, dalları âtîdeydi. Sevgi ve hoşgörünün günümüzdeki timsallerinden biri olan Gürdoğan, Yunus Emre’nin, Mevlâna’nın ve Hacı Bektaş Veli’nin ete kemiğe bürünmüş hâliydi. Zira hayatı ve onun içindekileri bu minvalde yorumlardı. O, Mevlâna’nın “İnsan bir pergele benzer. Onun bir ayağı tıpkı bir pergel gibi kendi köklerinde, medeniyetinde ve mefkûresinde sabit kalmalıdır, öbür ayağı ise bütün dünyayı gezmelidir…” şeklinde özetleyebileceğimiz pergel metaforunu sohbetlerinde musahiplerine sık sık hatırlatırdı. O, kendi köklerine yabancı olmayı büyük bir mesele olarak görürdü. Bunu bugünün gençlerinde ortadan kaldırmak için büyük bir mücadele vermiştir.
İstanbul’u fethederek Bizans’ın saltanatına son veren görünürde II. Mehmed olsa da onu yetiştiren Akşemseddin de, Molla Güranî de, Molla Hüsrev de bu fethin gizli ortaklarından birkaçıydı. Çünkü Fatih Sultan Mehmed onların rahle-i tedrisinden geçmişti. Onun içindir ki Prof. Dr. Gürdoğan yerli ve millî eğitimin öneminin farkındaydı. Bunun için de bir eğitimci olarak elinden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyordu.
“Bir Güzel İnsan Ersin Nazif Gürdoğan” kitabı bize ne söyler?
Bir düşünce adamını, bir yazarı doğru bilgilerle tanımak ve anlamak için öncelikle onun yazdığı kitapları ve müstakil yazıları okumak gerekir.
Gürdoğan’ın bu çağın insanlarına verdiği mesajı doğru okumak için onun birbirinden kıymetli kitaplarını incelemek, yazılarında, satır aralarında verdiği mesajlara vakıf olmak gerekir. Günümüz düşünce adamlarından biri olan Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan’ı daha geniş çerçeveden ve doğru bilgilerle tanımak için Hıdır Yıldırım tarafından kaleme alınan ve Hece Yayınları tarafından yayımlanan “Bir Güzel İnsan Ersin Nazif Gürdoğan” adlı kitabı okumak gerekir. Bu kitapla ilgili tanıtım yazısında Gürdoğan’la ilgili şu bilgilere yer veriliyor:
“Nazif Hoca, hayatı, insanı ve dünyayı Yunus gibi, Mevlâna Hazretleri gibi, Hacı Bektaş Veli gibi yorumlar. Bütün insanlara Mevlâna Hazretleri’nin meşhur pergel metaforunu tavsiye eder. Bu metafor çok önemlidir. Mevlâna Hazret der ki: ‘İnsan bir pergele benzer. Onun bir ayağı tıpkı bir pergel gibi kendi köklerinde, medeniyetinde ve mefkûresinde sabit kalmalıdır, öbür ayağı ise bütün dünyayı gezmelidir.’ Nazif Hocam da her fırsatta, ‘Dünyayı da iyi okumalısınız. Dünyayı iyi okuyamayanların hayatta, işte, siyasette ve sanatta başarılı olmaları mümkün değildir. Ancak, kendi köklerine de yabancı olmak aynı şekilde büyük bir sorundur’ der. ‘Sultan olmak yerine, Akşemseddin olmayı hedefle’ diye tavsiyede bulunur hep. Düşünce dünyamıza çok önemli yollar çizen ve ‘düşünce evimize’ kavramları ile büyük katkıda bulunan hocamız, siyasetin bir araç olduğunu sürekli olarak bize telkin ederken ‘Siyaseti, siyasetçilere bırakın, çok heveslenmeyin siyasete. Bu ülkede çok fazla siyaset konuşuluyor, iş yapılmıyor. Siyaseti konuşmak yerine, iş hayatını, ekonomiyi, üretmeyi, kalkınmayı, sanatı, edebiyatı, düşünceyi konuşalım. Sultan, lider bir tanedir. Sultan makamı ayrı, Akşemseddin makamı ayrıdır. Biz Akşemseddin olmayı hedefleyelim. Milletin bağrında yatmak her şeyden önemlidir…’ der.”
O hiçbir zaman akademik kariyerini, profesörlüğünü öne çıkarmadı, aksine kulluğunu ve fâniliğini öne çıkardı. Bugünkü yaygın tabirle söylemek gerekirse popüler insan olmayı hiç istemedi. Her ortamda duygu ve düşüncelerini apaçık dile getirdi. Birey olarak hoşgörülü bir insan olsa da İslâm davası ve düşüncesi söz konusu olunca daima kitabın ortasından konuştu. İnancı ve düşüncelerinden dolayı bedel ödemekten çekinmedi. Nimetten çok, külfete talip oldu. Millettin değerlerinden ve değerlilerinden uzak moda akımlara rağbet etmedi.
O kadim değerlerinden vazgeçmese de çok ve derin okumalar yaparak kendini güncelleştiren, fikir anlamında zenginleştiren, isabetli öngörülerde bulunabilen bir insandı.
Sürekli düşünen ve hiç kimsenin ötekileştirilmediği adil bir dünya için hâl çareleri arayan Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan’ın özgün düşünceleri ve orijinal tespitleri vardı. Ona göre modern dünyayı inşâ edenler çamura saplanmış, çırpındıkça batmaktadır. Kültür kirlenmesi ruhların kirlenmesini de beraberinde getirmiştir. Dünyada büyük bir gelir adaletsizliği ve kapitalizmin körüklediği tüketim çılgınlığı yaşanmaktadır. Necip Fazıl’ın da deyimiyle “Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul” taksimi yapılmaktadır.
Çok yönlü şahsiyetlerden biri olan Ersin Nazif Gürdoğan gelenekle geleceği mezceden özgün fikirleriyle dikkat çekiyordu. Dünün birikimlerinden yararlanmanın gerekliliğine inanırdı. O, akla gelebilecek her konuda pratik fikirli ve çözüm odaklı bir insandı. Günümüz neslinin bazı konularda yalpalamalarına rağmen o, gelecekten ümitsiz değildi.
Ersin Nazif Gürdoğan, 79 senelik bereketli bir ömrün sonunda güzeller güzeline, Cenab-ı Hakk’a kavuştu. Yunus Emre, Tabduk Emre, Nasreddin Hoca, Hızır Bey, Sinan Paşa gibi millete mal olmuş şahsiyetlerin doğduğu topraklarda, kıyamet sabahı uyanmak üzere, sırlandı. Şimdi yeni nesiller onun yazdıklarından ilham alarak geleceklerini tasarlayacaklardır.
Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan her fâni gibi bu dünya sürgününü tamamlayarak ebedî yurduna seyrü sefer eyledi, çıkınını toplayıp göç eyledi. Dünya denen rüyadan hakikate uyandı. Cenazesi 20 Ağustos 2024 tarihinde öğlen vakti Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nde kılınan namazın ardından Eskişehir’de defnedildi. Allah rahmet eylesin…