Bilim mutluluk hakkında ne diyor?

Sadece insanla ilişki kurmayacağız, doğayla da ilişki kuracağız. Ahbabımız, arkadaşımız, mekânlar olacak. Ahbabımız, arkadaşımız çiçekler olacak, kediler olacak, belki ağaçlar olacak, belki gökyüzü olacak. İnsan, doğadaki değişiklikleri fark ettikçe psikolojik anlamda daha güçlü olabiliyor. Araştırmalar, insan erken kalkıp yürüyüş yaptığında kendini gün içinde daha güçlü hissedebiliyor, diyor.

HERKES, bir ömür mutluluğun peşinden koşar; kimi yakaladığını, kimi ise hiçbir zaman yakalayamayacağını düşünür. 

Peki, mutluluk, peşinden koşarak mı yakalanır, yoksa zaten içimizde mi saklıdır? Mutluluk, bir andan mı ibarettir, yoksa kişinin çabalarından mı doğar?

Mutluluk, insanların merak ettiği ve üzerinde araştırmalar yapılan bir konudur; biz psikolojide hep hastalık ve psikopatoloji üzerine konuşuyoruz.

Psikoloji biliminin uğraş alanını, büyük ölçüde normal dışı davranışlar ve ruh sağlığı bozuklukları oluşturmuştur. Bu nedenle psikoloji alanında sorun çözmeye odaklı bir anlayış ön planda olmuştur. Depresyonu nasıl çözebiliriz? Kaygı bozukluğunu nasıl tedavi ederiz gibi… İnsanların olumlu güçlü özelliklerini inceleme ve araştırma ise büyük oranda ihmal edilmiştir.

Sağlık nedir? Mutluluk nedir? İyilik hâli nedir? Hayatın anlamı ve amacı nedir? Bunlar çok konuşulmamıştı. Tâ ki şu son yıllara kadar, pozitif psikolojinin de etkisiyle bireylerin olumsuz, eksik yönlerine değil, daha olumlu özelliklerine ve güçlü yanlarına odaklanan bir yaklaşım olması sebebiyle temel konu olarak mutluluk ele alınmıştır.

Düşünce tarihine baktığınızda, antik çağa, Platon’a, Aristo’ya, Sokrates’e ve onların öğrencilerine, bizim dünyamıza Farabi’ye, İbni Sina’ya ve Gazali’ye baktığımızda, hepsinin üzerinde durduğu konulardan biri mutluluktur. Birçok fikir insanı mutluluk için farklı düşünceler belirtseler de birkaç ortak noktada hemfikir olmuşlardır. Mutluluk; erdemle, bilmekle, bilinçle, sevmekle, iletişim ve empati kurmakla, doğaya ve insana saygı duymakla ve yardımseverlikle elde edilir.

İnsanlara, “Size göre mutluluk nedir?” diye sorduğumuzda genellikle onları neyin mutlu ettiğini söylüyorlar. “Mutluluk ailenin yanında olmasıdır”, “Sağlıklı olmaktır” gibi cevaplar alıyoruz. Ayrıca kimse, “Mutluluk mu, o da ne, hiç bilmiyorum!” demiyor. Herkes ne olduğunu biliyor ama belki tanımlamakta güçlük çekiyor. Tanımlamak, kavramsallaştırmak ve ölçmek de bilim insanlarının işidir.

Bilim mutluluk hakkında ne diyor? 

Mutlulukla ilgili en çok kabul edilen tanımlardan birisi Dr. Ed Diener’e ait olan şu tanımdır: Bireyin olumlu duyguları daha sık yaşaması, olumsuz duyguları daha az yaşaması ve genel olarak yaşamından memnuniyet duyması, mutlu olduğu anlamına gelmektedir. Yani birey yaşamında sevinç, neşe, cesaret, onur ve güven gibi olumlu duyguları daha sıklıkla yaşıyorsa, buna karşılık öfke, düşmanlık, kaygı, korku ve tedirginlik gibi duyguları ise daha az yaşıyorsa ve genel olarak yaşamının farklı alanlarından (sağlık, eğitim, evlilik, kariyer vb.) memnunsa bu birey, mutlu olarak kabul edilmektedir. 

Harvard Üniversitesi’nden Tal Ben Shahar, “Mutluluk, hayatı keyif alarak anlamlı bir şekilde yaşamaktır” demektedir. Bu tanımda hem hayattan keyif alma söz konusu hem de değerli ve anlamlı yaşama vurgusu yapılmaktadır. (Tayfun, Doğan, 2023)

Dr. Paul Wong, mutluluğu, “Bireyin kendisiyle, başkalarıyla ve dünya ile barış hâlinde olduğu; içsel uyum, şükran ve hoşnutlukla karakterize bir durum” olarak tanımlıyor.    

Birleşmiş Milletler 2012 yılından itibaren her yıl “Dünya Mutluluk Raporu” yayınlıyor. 154 ülke arasında yapılan bu araştırma sonuçlarına göre en mutlu ülkeler İskandinav ülkeleri çıkıyor. 2024 Dünya Mutluluk Raporu’na göre en mutlu ülkeler Finlandiya, Danimarka, İzlanda, İsveç, Hollanda ve Norveç olarak belirlenmiştir. Türkiye bu sıralamada 98’inci sırada yer alıyor. En mutsuz ülkeler ise Afganistan ve Suriye gibi savaşın olduğu ülkeler. 

Örneğin, Danimarka’da yaşayan insanların neden mutlu olduğuna baktığımızda, öncelikle Danimarka’nın ekonomik sıkıntıları olmayan bir ülke olduğunu görüyoruz. Bu, eğitim, sağlık, iş ve gelecek güvencesi anlamında vatandaşlarına büyük avantajlar sağlıyor. Bunun dışında, insanların birbirine güven oranı yüzde 70’lerde. Güven duygusu, doğal olarak mutluluğu getiriyor. Ayrıca, pek çok konuda fırsat eşitliğinin olması, Danimarkalıların çok rekabetçi insanlar olmamaları, dayanışma ve başkalarına saygının yüksek düzeyde oluşu, iş yaşam dengesi ve tüm ülkede yeşil alanların fazla olması gibi pek çok değişken, bu ülkenin mutlu olmasına katkı sağlamıştır. Hatta, bize göre olumsuz iklim koşullarına sahip olmalarına rağmen mutludurlar. Yıl içinde güneşli gün sayısı çok az ve soğuk bir ülke. Sağlıklı yiyecekler tercih ediyorlar ve yürüyüş ile koşmayı ihmal etmiyorlar. Hareket ettikleri için vücutları endorfin yani mutluluk hormonu salgılıyor. (Tayfun, Doğan, 2023)

Evden ayrılırken sevdiği birine sarılmak, kişiyi daha güçlü kılabiliyor. Baktığımızda, hepsi zahmetsiz, para istemeyen, çok yorulmak gerektirmeyen şeyler. Küçük küçük şeyler insanı güçlü kılıyor mu? Kılıyor… Bu yüzden büyük sırlar aramayalım. Onların kıymetini bilelim, farkına varalım.

Mutluluk ne değildir?

İnsanın mutluluğu nasıl tanımladığı çok önemlidir. Mutluluk, kesintisiz bir neşe, eğlence hâli ve sürekli bir haz duygusu içinde olmak değildir. En büyük yanılgı buradan kaynaklanmaktadır. Sanki mutluluk hiçbir derdin, tasanın olmaması ve sürekli bir neşe ya da sevinç hâli gibi algılanıyor. Oysa bu, mutlulukla ilgili yanlış bir değerlendirmedir. 

Mutluluk, sürekli bir neşe hâli değildir, sürekli bir hareket hâli de değildir. Rus yazar Maksim Gorki, Amerikaya gitmiş. “Amerikalılar tuhaf insanlar, o kadar mutsuzlar ki devamlı eğlenme ihtiyacı içindeler. Beni bir akşam konsere, başka bir akşam tiyatroya, başka bir akşam müzikli eğlenceye götürdüler. Niye bu kadar çok hareket ediyoruz, anlamıyorum…” diyor. O kadar mutsuzlar ki devamlı eğlenme ihtiyacı hissediyorlar. Yani mutluluk demek, taşkın bir neşeyle, enerjiyle devamlı bir hareket hâlinde olmak değil, insan sakinken de mutlu olabilir.

Akış teorisinin mucidi olan Macar asıllı Amerikalı Prof. Dr. Mihaly Csikszentmihalyi, İkinci Dünya Savaşı’nın bütün acılarını yaşamış ve hapishaneye kapatılmış bir psikologdur. İnsana zamanı unutturan anlar üzerinde çalışmıştır. Mutluluğu şöyle tanımlıyor: “Gerçekten de zamanı unuttuğumuz anlar mutluluğu en yoğun ve en derin yaşadığımız zamanlardır.” Bir akışa gömülme hâli, bir kitap okurken bir müzik dinlerken, ibadet ederken veya kişi sevdikleriyle birlikte zaman geçirirken, zamanın nasıl aktığını unutma hâlidir, diyor. 

İkinci Dünya Savaşı sırasında Csikszentmihalyi, bir çocuk olarak çevresindeki insanların acılarına, mutsuzluklarına ve ıstıraplarına tanık olmuştur. Savaşın bitmesinin ardından, savaş sırasında işlerini, evlerini ve güvenliklerini kaybettikten sonra birçok insanın mutlu bir hayat yaşayamadığını, ancak bunun tersine bazı insanların normal yaşamlarına nasıl döndüğünü, onca acıya, kedere, fakirliğe ve zorluğa rağmen mutlu olacak, tutunacak bir şeyler bulduğunu şaşkınlıkla gözlemlemiştir.

Sonuç olarak, mutluluk bilimi konusunda bir merak geliştirmiştir. Yaşamaya değer bir hayatın olduğunu anlamış ve bu sorunun cevabını ilgi duyduğu felsefede, sanatta ve dinde aramıştır. 

Bu arayışın içerisindeyken İsviçreli ünlü psikolog Carl Jung’un bir konferansına katılmıştır. “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa halkının travmatize olmuş psikolojik durumlarından söz ediliyor.” Son derece ilgisini çeken bu alana ve Jung’un çalışmalarına duyduğu merak üzerine, psikoloji eğitimi almak için Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmiştir. Burada mutluluğun nedenlerini araştırmaya başlıyor.

Bir hayatı yaşamaya değer kılan nedir, insanları yaşam içerisinde mutlu eden şeyin esasında ne olduğu, yaşamlarına anlam katanın ne olduğu soruları üzerine 25 yıldan uzun bir süre boyunca yanıt aramıştır. Müzik bestecileri, sporcular, oyuncular, dansçılar ve dağcılarla çalışmıştır. İnsanların en üretken oldukları ve akış hâlindeyken mutlu olduklarını anlamaya başlamıştır. Çalışmaları sonucu, mutluluğun dışsal değil, içsel bir durum olduğu sonucuna varmıştır. Bu duruma “akış deneyimi” adını vermiştir.

Kişi bütün becerilerini kullandığında akış gerçekleşir. Akış hâlinde olan kişi ödül veya takdir beklemiyor. Çalışmanın asıl ödülü, akışın kendisinde geliyor. Akış hâlinde beynimizdeki bütün devreler harekete geçirilebiliyor. Duygusal zekânın en üst noktası olan akış, pozitif psikolojinin çok önemli bir konusudur.

Günümüz insanı sürekli bir dikkat çekici ile yaşıyor ve mutluluğumuzun en büyük hırsızı da bu dikkat çekicilerdir. Ekranlar başta olmak üzere sürekli bir enformasyon bombardımanına maruz kalmak, bizi kendi hakikatimizle baş başa kalma fırsatından mahrum bırakıyor. Halbuki insanın sessizlik içinde kendini dinleyebileceği zamanlar olmalıdır. İşte mutluluk, biraz da oralarda insana zuhur ediyor.



Önemli olan sadece mutlu olabilmek değil, aynı zamanda mutlu kalabilmektir. Bunun için de mutlu olmamızı sağlayan eylem ve davranışlarımızı alışkanlık hâline getirmemiz gerekir.


Mutsuzluğun en büyük nedeni sosyal karşılaştırma

Karşılaştırma, mutluluğu olumsuz etkiliyor. Aslında hayatta hepimizin kulvarı farklı, yüzme havuzlarındaki yüzme duvarlarını düşünün. Benim odaklanmam gereken sadece kendi kulvarım olmalı, ama yan taraftaki daha ileriye gitmiş, bir diğerinin çoktan bitiş çizgisine gittiğini görünce olumsuz etkileniyorum.

Sosyal medyada insanlar, özellikle oldukları durumu değil de sanki hep daha mutlu, hep daha zengin, hep daha iyi imkânlara sahipmiş gibi kendilerini sunduklarından dolayı bu durum kıskançlığa ve karşılaştırmaya neden oluyor. Ve şu duyguyu yaşayabiliyorlar: Herkes mutlu, ben mutsuzum… Herkes geziyor, ben gezemiyorum… Herkes ailesiyle güzel şeyler yapıyor, ben yapamıyorum gibi… 

Sosyal karşılaştırma, insanları mutsuz eder. Hiçbirimiz sosyal medyaya üzgün fotoğrafımızı koymayız; hep güldüğümüz, güzel anılarımızın olduğu fotoğraflarımızı paylaşırız. İnsanlar bunu gördüğünde sanki hep öyleymiş gibi zannediyor; oysa insanların mutlu olduğu zamanlar da vardır, mutsuz olduğu zamanlar da... Daha gerçekçi yaklaşmak gerekir. Aslında başkalarıyla karşılaştırmasa herkesin mutluluğu kendine yeter. Var olduğumuz durumda mutlu olmamız lazım, çünkü istemenin hududu yoktur.

İstek ile ihtiyacı ayırt etmemiz gerekir. İhtiyaçlar önemlidir. İhtiyaçlarımız karşılanmazsa mutsuz oluruz. Sinoplu Diyojen, “İhtiyaçlarımız oldukça az iken, isteklerimiz fazladır. İnsanların çoğu zaman peşinden gittikleri şeyler, ihtiyaçları değil istekleridir” der. Eğer kişi mutlu olmak istiyorsa, ihtiyaç ile isteği ayırt edebilmelidir. Çünkü isteklerimizin sınırı yoktur.

İnsanı ne mutlu eder?

İnsanın ilişki anlamında zengin olması, insanı mutlu ediyor. (Yani çevresinde fikir alabileceği, güvendiği, sevincini ve üzüntüsünü paylaşabileceği eşinin, dostunun olması.) Bununla alakalı küreselleşmeyi anlatan çok güzel bir söz var, “Bu dönemin insanın talihsizliği, eşyadan yana zengin, insandan yana fakir olmasıdır” diyor.

İnsandan yana fakir olduğumuz zaman mutsuz oluyoruz; eşyadan yana zengin olmak bizi mutlu etmiyor. Dolayısıyla bizim varlıktan yana bir iddiamızın değil, tecrübe ve ilişkiden yana bir iddiamızın olması lazım. Psikolojik dayanıklılık araştırmaları da bize diyor ki, psikolojik anlamda güçlü olan insanlar, çok bilgili, çok varlıklı, çok güçlü insanlar değiller, fiziksel anlamda sağlıklı insanlar değiller. Bu insanların birkaç tane özelliği var…

Meselâ ilişki diyoruz, sadece insanla ilişki kurmayacağız, doğayla da ilişki kuracağız. Ahbabımız, arkadaşımız, mekânlar olacak. Ahbabımız, arkadaşımız çiçekler olacak, kediler olacak, belki ağaçlar olacak, belki gökyüzü olacak. İnsan, doğadaki değişiklikleri fark ettikçe psikolojik anlamda daha güçlü olabiliyor. Araştırmalar, insan erken kalkıp yürüyüş yaptığında kendini gün içinde daha güçlü hissedebiliyor, diyor.

Evden ayrılırken sevdiği birine sarılmak, kişiyi daha güçlü kılabiliyor. Baktığımızda, hepsi zahmetsiz, para istemeyen, çok yorulmak gerektirmeyen şeyler. Küçük küçük şeyler insanı güçlü kılıyor mu? Kılıyor… Bu yüzden büyük sırlar aramayalım. Onların kıymetini bilelim, farkına varalım.

Beynimize olumlu hatıraları hatırlatmamız gerekir. Başarılarımızı, güzel anlarımızı biz pek çok şeyin değerini kaybedince anlarız. Şükran, kaybetmeden önce farkına varma ve takdir etmedir. 

Olana razı olmak, rıza hâli (elimizdekine razı olmak) ve kanaat hâli çok önemlidir. Bununla ilgili bir araştırma var, şükür günlüğü tutmak gibi… Meselâ şükür meselesi, psikolojinin üzerinde çalıştığı bir konudur. İnsan, elindekilerin kıymetini bilir ve ne kadar fark ederse, o kadar mutlu ve huzurlu olur.

İlginç bir araştırma okudum. Araştırma, şükür, insanı psikolojik olarak güçlendiriyor, diyor. Peki, haftada üç gün şükredenlerle her gün şükredenler arasında bir fark var mı? 

Ben araştırmaya bakmasam, her gün şükreden daha mutlu, daha güçlüdür, derim ama değil. Tam tersi, üç gün şükreden daha mutlu, daha güçlü. Niye? Çünkü her gün şükreden otomatikleşmiş bir şekilde söylüyor, çok hissederek söylemiyor. Bazen ağzımızın ne söylediğini beynimiz bile anlamıyor. Üç gün olduğunda fark ediyor, düşünüyor, anlıyor, hissediyor… 

Mutlulukla ilgili beğendiğim söz ve tespitlerden birisi Fransız şair Charles Baudelaire’e ait, “Her nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi geliyor” diyor. Bu durumumuzu çok güzel özetliyor. Çoğu zaman sahip olduklarımızla içinde bulunduğumuz koşullarda mutlu olmayı beceremiyoruz; elimizdeki kuş yetmiyor, gözümüz hep daldaki diğer kuşlarda oluyor. Sanıyoruz ki başka hayatlar yaşasak, başka ortamlarda bulunsak, başka şeylere sahip olsak daha mutlu olacağız. Bu düşünce ve inanç da mevcut hâlimizden şikâyet etmemize neden oluyor. Şikâyet, olumsuz duygularımızı tetikliyor, bizi kötü hissettiriyor ve mutsuz ediyor.

Burada sosyal medyanın rolü büyük; bize insanların imkânlarını gösteriyor, imtihanlarını göstermiyor. Halbuki imtihanlarını görsek, o imkânlara talip olmayacağız. O imkânların çok büyük imtihanları var.

Güzel bir söz var, diyor ki: “Elâleme şen görünür, dört köşem bilen bilir, kırık yerim neremdir?” Hepimizin kırık yeri var, hepimiz yaralıyız; bazılarımızın yarası daha fazla ama imkânlar görünüyor, o yaralar görünmüyor. Biz o insanların imtihanlarını bilsek, o imkâna asla talip olmayacağız, yanına yaklaşamayacağız belki ama imtihanları görmediğimiz için imkânlar cazip geliyor.

Önemli olan sadece mutlu olabilmek değil, aynı zamanda mutlu kalabilmektir. Bunun için de mutlu olmamızı sağlayan eylem ve davranışlarımızı alışkanlık hâline getirmemiz gerekir. Yazımızı İbn-i Sina’nın sözüyle bitirelim: “Erdemler, alışkanlık hâline geldiğinde saadet doğar” demiş büyük bilim insanı. 

Mutlu ve anlamlı bir yaşam sürmeniz dileğiyle…