BUGÜN, hayatın
vazgeçilmezleri vardır. Bunlardan birincisi müreffeh, hoşgörü sahibi, huzurlu
ve yüklerinden kurtulmuş bir anlayışı oluşturma gayreti; diğeri ise yıkıcı ve
yok edici bir anlayışın tesisidir. Bunların her ikisi de bilimsel verilerden
beslenirken insanın kullanımına bağlı olarak gelişiyor.
Sosyal medyanın
şımarıklığı ve atom bombasının ardından nükleer silahların insanlığı tehdidi,
mağara insanlığı geleneklerinin devamı olarak görülebilir. İnsanlar kendi
cinslerini bir atom bombası ile öldürdüler. Modern olarak nitelendirilen insanın
bu şekilde davranmaması gerekirdi. İnsanın iç dünyasına ve öz değerlerine ait
çalışmalar yetersiz kaldığında bu şekilde bir ikilem ortaya çıkıyor.
Pandemi
sürecinde Covid-19 ile ilgili çalışmalar yüz binlere ulaşmış durumdadır. Üstelik
süreli yayınlarda 2023 yılı bile bu alanda dolmuş dudumdadır.
Normal
şartlar altında bilimsel çalışmalar her on yılda bir ikiye katlanır. Özellikle
transistör, lazerler, dijital teknoloji, DNA’nın sırrı, nanoteknoloji,
biyoteknoloji, yapay zekâ, bilgisayar ve robotlar gibi konular bilimsel
yayınların artmasında öncü rol oynamaktadır. Bu konuların neden bu kadar
bilimsel yayında etken olduğuna bakıldığında, arka plânda Kuantum Kuramı’nı
kullanıyor olduğu görünür.
Kuantum
Kuramı’nın bu kadar güçlü olmasının asıl nedeni ise nesnelere dair bilgiden
kaynaklanan kuvvetleri kullanıyor olmasıdır. Bu noktadan bakıldığında Kuantum Kuramı’nın kullandığı kuvvetlerin elektromanyetik
kuvvetler, zayıf kuvvet ve güçlü kuvvet olduğu görülür.
Elektromanyetik
kuvvetin elektrik/elektronik devreleri kullanışlı hâle sokmakta başrol oynadığı
görülür. Daha detaylı bakıldığında, kimyasal reaksiyonlar, atomik ve moleküler
reaksiyonlar ve ışık dalgalarının kullanımda ve doğasında bunların odaklandığı
görülür. Bu tür olayların temelinde ışık tanecikleri olan fotonlar ve kuantumlu
hareket eden elektron gibi atom altı parçacıkların kuantumlu hareketleri
yatmaktadır.
Zayıf
kuvvetlerin atom bombası ve göklerin nasıl aydınlatıldığına dair insanlığa
anlaşılır bilgi sunması esas teşkil etmiştir. Nötron bozunması, muon bozunması,
tau bozunması ve nötrino etkileşimi gibi atom altı olayların açıklanmasında zayıf
kuvvetlerden yararlanılmaktadır.
Atom
çekirdeği, fizyon, füzyon, proton, nötron ve kuarkların yapısının
anlaşılmasında güçlü kuvvetlerden yardım alınmaktadır. Pakistanlı Nobel Fizik
Ödülü sahibi Muhammed Abdüsselam ve ödülü paylaşan ekip, elektrozayıf
etkileşimiyle ilgili çalışmaları ile zayıf ve güçlü kuvvetler arasındaki geçiş
üzerine görüşlerini ortaya koymuşlardı.
Buraya
kadar olan üç kuvvetin Kuantum Kuramı üzerine kurulu olduğu görülmektedir.
Özellikle Batı’da bu alandaki çalışmalar çok fazla dönem arz etmektedir.
Bilimsel makalelerin sürekli artmasında da büyük pay bu durumlardan dolayıdır. ABD,
Avrupa, Güney Kore, Çin ve Japonya gibi ülkelerde bu alanları ilgilendiren “kuantum
mekaniği” dersleri mühendislik alanında okutulmaktadır. Mühendislik alanındaki
laboratuvarlarda kuantum mekaniği ve bazı fizik kitapları mutlaka
araştırmacının elinin altında bulunur.
Aslında
bilimde, özelde ise fizikte dört temel kuvvetten bahsedilir. Yukarıda Kuantum Kuramı
ile açıklanan üç kuvvetin yanında Klasik Kuram ile açıklanan “kütle çekim kuvveti”
bulunmaktadır. Buna göre nesnelerin bu kuvvet ile hareket ettiği ifade olunur. Buna
göre endüstri devrimi, buhar gücü, otomobil ve lokomotif gibi gelişmeler böylece
tetiklenmiş oluyor. Kütle çekimine Genel Görelilik Kuramı da destek
vermektedir. Güneş Sistemi, galaksiler, karadelikler ve uzay-zaman gibi olaylar
da böylece açıklanıyor.
Özellikle
Batılı mühendisler bu dört kuvvetin açıklanmasına dayalı fizik kitaplarını
sürekli olarak ellerinin altında bulundururlar. Üstelik bu alandaki dersleri de
zorunlu olarak okuturlar. Türkiye’de iki yüzden fazla üniversite olmasına
rağmen bu alandaki kitapları okutan üniversite sayısı bir elin parmaklarını
geçmemektedir. Neden okutulmadığı ise anlaşılmamaktadır.
Açıkçası
Türkiye’de, Kuantum Kuramı ile açıklanan ve transistör, lazerler, dijital
teknoloji, DNA’nın sırrı, nanoteknoloji, biyoteknoloji, yapay zekâ, bilgisayar
ve robotlar gibi konuların çalışıldığı mühendislik fakültelerinin büyük
çoğunluğunda neden kuantum mekaniği okutulmadığı anlaşılamamaktadır!
Aslında
yazının konusu bilim, fizik veya mühendislik değildi. Bilimin çift taraflı bir
bıçak olduğunun ortaya konulmasıydı meselemiz. Bilim bir sorunu çözdüğünde, o
sorunun ardındaki yeni sorunlarla karşılaşılır. Bu yeni sorunlar, çözülen
sorundan daha da zordurlar. Bu durumu en temelde bir örnekle ortaya koyup
yazımıza nihayet verelim.
Bugün
periyodik cetveldeki bütün atomlar Kuantum Kuramı’nın getirisiyle izah edilmektedir.
Herhangi bir atom anlaşılmaya çalışıldığında, kuantum mekaniğinin omurgasını
oluşturan Schrödinger Dalga Denklemi
kullanılır. Çıkan bilimsel ve matematiksel veriler o atomun hâli hakkındaki bütün
bilgileri ortaya çıkarır.
1933
yılında Paul Dirac ile birlikte Nobel Fizik Ödülünü paylaşan Avusturyalı
fizikçi Erwin Schrödinger, kendi ismiyle anılan denklemi “tek elektronlu en
basit atoma uygulamış ve çözmüştür”. İstese bütün atomlara uygulayabilirdi.
Ama yapmadı. Çünkü tek elektronlu atom için “Schrödinger Dalga Denklemi”ni
çözdükten sonra kalemi bıraktı. Tek elektronlu en basit atom sorununu
çözdüğünde yeni ve daha güç bir sorunla ilk yüzleşen kişi, yine kendisi olmuştu.
Periyodik cetvelde daha yüzlerce atom vardı ve hepsi de tek elektronlu atomdan çok
daha karmaşıktı.