Bilge Lider Aliya’nın “Doğu Batı Arasında İslâm” adlı eserine dair

Aliya, hayatının büyük bölümünü Müslümanların sorunlarına eğilerek geçirmiş, bu konudaki düşünceleri yüzünden hapis cezasına mahkûm edilmiş ama dâvâsından vazgeçmemiş, hayatını bu uğurda yaşamış bir isimdir. Gerek kendi ülkesindeki, gerekse tüm İslâm âleminin içindeki virüsleri çok iyi tespit etmiş ve ilâç olarak kitabını bizlere sunmuştur.

“HAYAT, onu ne kadar anladığımızdan bağımsız bir gerçekliktir.”[i] Dünya var olduğundan beri insanın devam eden bir arayışı vardır. Bu arayış, dünyadaki varlığını anlamlandırma ve devam eden hayatına yön verirken baz alacağı temel yapıtaşlarını oluşturma kaygısıdır.

İnsan başlı başına madde ve ruh ikileminin birleşimi, dünya ve ahiret hayatının canlı bir temsilidir. İşlevi bittiğinde yok olan beden dünyayı, daima varlığını sürdüren ve asıl unsur olan ruh ise sonsuzluk âlemini bizlere hatırlatır. İnsanın kendi ile hesaplaşması dışında bütün insanlığın birikimi de devamlı değişen nesillerle hesaplaşmakta ve aynı sorulara muhatap bırakmaktadır.

Dünya düzenini bir makine gibi düşünürsek, işlemesi için bütün taşların yerine oturması gerekmektedir. Bu düzende en temel çarkları elbette dinler taşımaktadır. Peki, günümüz dünya düzeni içerisinde hak din olarak benimsediğimiz İslâm’ın konumu nedir ve dünyaya söylediği sözlerin bugüne tercümesi nasıl yapılabilir?

Düşünme, insanı diğer bütün varlıklardan ayıran en temel özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu açıdan düşünme ile başlayan serüven, hayatın devamında çeşitli görüşlerle dış dünyaya yansımaktadır. Bu noktada görüşleri oluşturan üç temel dinamikten söz etmek yerinde olacaktır. Dini, materyalist ve İslâmî[ii] yani ruh, madde ve her ikisinin birleşiminden oluşan mevcudiyettir. Aliya kitabında, bizlere İslâm formülünün hayatın içerisinde olan ve yaşamı olanaklı kılan yegâne formül olduğunu anlatmaktadır. İki bölümden ve on bir kısımdan oluşan kitabın ilk bölümünde dinleri, ikinci bölümünde ise İslâm’ı ayrıntılarıyla işlemektedir. Evrim ve yaratılış kısmında Darwin’in teorisi ile Michelangelo’nun eseri üzerinden bilim ve sanatın çatışması gösterilmiştir. Ayrıca materyalistlerin insanı kusursuz bir hayvan, bilimin zeki bir hayvan, dinin ise kişiliği olan bir hayvan olarak görmesi üzerinden açıklamalar yapılmıştır. Hayvanların insanlarda bulunan birtakım önyargı ve merhamet gibi duygulara hiç sahip olmadığı içgüdüleri ile hareket eden ve hedefe odaklanan varlıklar oldukları anlatılmıştır. Burada dikkatimi çeken bir örnek olarak, arıların hayranlık uyandıran nizam ve kolektif hayat anlayışlarının yanı sıra zayıf düşen işçi arı veya yaşlanan kraliçe arıyı kovandan atmalarının, yapılarını kusursuzluğa götürmesinin yani merhametsizliğin onları karakterize etmesi çok ilginçtir.[iii]

İnsan ise sürekli kült, mit ve hurafeler üretmiş, daima başka bir hayat arzusunda olmuştur. En gelişmiş hayvanda bile bu tarz yasak ve hurafelerin mevcut olduğu kanıtlanmamıştır. “İnsanın olduğu her yerde, onunla birlikte din ve sanat da ortaya çıkmıştır. Bilim ise aksine, görece yeni genç bir fenomendir.”[iv]

Canlılar âlemindeki düalizme gelindiğinde ise canlıların varlığının mükemmelliği ve mucizevîliği çok bariz bilimsel veriler ve örneklerle aktarılmıştır. Özellikle bir molekülün bile tesadüfen oluşmasının imkânsızlığı, kuşların göç yollarını ve zamanlarını bilmelerinin açıklandığı bölümler çok etkileyici örnekler olarak aktarılmıştır. Bir kazı çalışması sırasında bulunan ve belli bir amaca binaen dizilen oyulmuş taşları birilerinin yaptığına inanan insanın, aynı kazıda bulduğu insan kafatasının bir üst bilincin ürünü olmadığını düşünmesi bariz bir kapris olarak nitelendirilmiş ve bu fikrin çürütülmesi açısından okura muazzam bir bakış açısı kazandırılmıştır.[v] Tüm bunlar Tanrı’nın varlığını zorunlu kılmakta ve bugünün dünyasının açıkladığı veyahut açıklayamadığı her türlü gerçeklik, bu hakikatin kapılarında insanı bekletmektedir. Bazı insanlar bu kapının anahtarını arayıp bulabilseler de, diğer kısımda kalan birçok insan çeşitli teorilerle hayatının sorgulamalarına cevap bulabilmek istese de başarılı olmamıştır.


Allah, Kur’ân’a göre insanı dünyada halîfe kılmak için yaratmıştır (Kur’ân, 2/30)[vi]. İnsana eşyanın ismini öğreten, onu halîfe kılan, belli temel dinamiklerle onun hayatını şekillendiren ve tüm bu ahenk içinde insana sorumluluklar yükleyen dinin mükemmelliğinin yanında Hıristiyanlık ve Yahudiliğin sonradan insanî bozulmalar ile şekillendiği, temellendirildikleri düzlemlerden ve gayr-i aklî unsurlarından anlaşılabilmektedir. Medeniyetin en önemli unsuru sayılan yazı Kur’ân’da ilk inen surede dile getirilirken, İncil uzun bir süre sözlü rivayet olarak kalmıştır. Her türlü düzlemde Hazreti Îsâ’nın Allah’ın elçisi ve İncil’in “bozulmamış” hâlininse kutsal kitap olduğunu söyleyen İslâm, son ve korunmuş olduğunu ispatlamıştır.

İslâm züht hayatını da, dünyaya tamahı da aşırılıktan saymakla beraber sakındırmış, sınırlarının içerisindeki yaşantının orantılı olduğu takdirde mümkün olduğunu insana gösterirken, kendini ispatın en büyük delili olarak insanı göstermiştir. Kişi aynadaki karşılığında hem bu dünyayı, hem de ahiretin varlığının ispatını, kendi zihninin içindeki çatışmaların sonuçlarını yine en açık delil olarak kendi ile verebilmektedir.

Bu kısımdan sonra özellikle kültür ve medeniyet, sanat fenomeni ve İslâm ile din gibi çeşitli başlıklar altında incelenen konuların muhtevası kitabın okuyucularına bırakılarak geniş anlamda içeriğin amacına ve açıklanma yöntemine değinilecektir.

Aliya, hayatının büyük bölümünü Müslümanların sorunlarına eğilerek geçirmiş, bu konudaki düşünceleri yüzünden hapis cezasına mahkûm edilmiş ama dâvâsından vazgeçmemiş, hayatını bu uğurda yaşamış bir isimdir. Gerek kendi ülkesindeki, gerekse tüm İslâm âleminin içindeki virüsleri çok iyi tespit etmiş ve ilâç olarak kitabını bizlere sunmuştur.

Kitapta açıkça fark edilen ve örneklerle desteklenen görüşlerin temelini oluşturan İslâm düşüncesi, bugünün gerçekleri ile tekrar ele alınmış ve aslında bir Müslümanın zihnindeki soruların yanıtları aranmıştır. Anlatı oluşturulurken kullanılan dil oldukça anlaşılır ve açıklayıcıdır. Kullanılan örnekler çeşitli araştırma ve makale verilerinden, bazı düşünürlerin fikirlerinden ve sözlerinden yararlanılarak aktarılmıştır. Verilen bilgiler kaynaklarla desteklenmiş ve teorilerin temelleri sağlam bir düzlemde incelenmiştir. Öncelikle İslâm’ın üstünlüğü belirlenmiş ve diğer din olarak görülen her türlü inançtan İslâm’ın farkı tespit edilmiş, sonrasında dünya düzlemi içerisindeki konumu ele alınmıştır. İnsanın hayret ettiği ve hayran kaldığı ölçüde inanç düzleminin sabitleşmesi gibi hayatın anlamlanmasının da tek şekli ancak böyle olmaktadır.

Bugün psikolojik sıkıntılar çeken, madde ve hayat arasında sıkışıp kalan, şahsiyetini unutan veyahut hiç hatırlamamış olan insanın kurtuluşu, bu üçgenin tamamlanması ve eksiksizliği ile inşâ edilen bir düşüncenin varlığı sayesinde mümkün olabilmektedir. Sosyal hayatın içerisinde var olamayan, kendini materyalist düzlemde mutlu etmek için tüketimin ayrılmaz bir parçası hâline getiren insan, aslını inkârdan başka bir boyutta değildir. Bu dünyanın varlığının en büyük ispatı olan, varlığı var eden ve ahiret hayatını bizlere sunan Allah’a (cc) yöneliş, ancak kişinin özgür iradesinin olması ile mümkündür. Yine bu düzlemde şahsiyet sahibi insan, kendi iradesinin, dünyadaki amacının, varlığının sınırlarının farkında olan insandır. Maddeye tapan ve ruhunun imkânlarından haberi olmayan veya ruhu yüceltip dünyayı reddeden tüm anlayışların karşısında itidâl ile önce dine tam teslimiyet, sonrasında ise orta yol ile yaşamak, inancımızın ayrılmaz bir bütünüdür. Kabul ettiği dinin muhtevasından uzakta yaşayan, asıl anlam ve sırları keşfedemeyen insanın çırpınışlarıyla bulduğu ilk ele uzanmasından başka bir şey olmayan ideolojiler, hatta İslâm’ın içerisinde olduğu hâlde inancını çeşitli düşünce ve ritüellerin sentezleriyle yaşayan insanlar, asıl dinin anlam boyutlarına vâkıf olamamışlardır.

Aliya’nın kitabının sonlarında vurguladığı çaba ve eylem ile insanın hayatını kemâle erdirmesi, ancak İslâm’a olan inancı ve teslimiyeti ile mümkün olacaktır.

“Ey teslimiyet, senin adın, İslâm’dır!”[vii]

 



Aliya İzzetbegoviç, Doğu Batı Arasındaki İslâm, çev. Edina Nurikiç, İstanbul: Ketebe Yayınları, 2019, 1. Baskı, s. 400

[i] (İzzetbegoviç, 2019) s. 11

[ii] (İzzetbegoviç, 2019) s. 9

[iii] (İzzetbegoviç, 2019) s. 44

[iv] (İzzetbegoviç, 2019) s. 50

[v] (İzzetbegoviç, 2019) s.70

[vi] (İzzetbegoviç, 2019) s.287

[vii] (İzzetbegoviç, 2019) s. 398