“HAYAT, onu ne kadar
anladığımızdan bağımsız bir gerçekliktir.”[i]
Dünya var olduğundan beri insanın devam eden bir arayışı vardır. Bu arayış,
dünyadaki varlığını anlamlandırma ve devam eden hayatına yön verirken baz
alacağı temel yapıtaşlarını oluşturma kaygısıdır.
İnsan
başlı başına madde ve ruh ikileminin birleşimi, dünya ve ahiret hayatının canlı
bir temsilidir. İşlevi bittiğinde yok olan beden dünyayı, daima varlığını
sürdüren ve asıl unsur olan ruh ise sonsuzluk âlemini bizlere hatırlatır.
İnsanın kendi ile hesaplaşması dışında bütün insanlığın birikimi de devamlı
değişen nesillerle hesaplaşmakta ve aynı sorulara muhatap bırakmaktadır.
Dünya
düzenini bir makine gibi düşünürsek, işlemesi için bütün taşların yerine
oturması gerekmektedir. Bu düzende en temel çarkları elbette dinler
taşımaktadır. Peki, günümüz dünya düzeni içerisinde hak din olarak
benimsediğimiz İslâm’ın konumu nedir ve dünyaya söylediği sözlerin bugüne
tercümesi nasıl yapılabilir?
Düşünme,
insanı diğer bütün varlıklardan ayıran en temel özellik olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu açıdan düşünme ile başlayan serüven, hayatın devamında çeşitli
görüşlerle dış dünyaya yansımaktadır. Bu noktada görüşleri oluşturan üç temel
dinamikten söz etmek yerinde olacaktır. Dini, materyalist ve İslâmî[ii] yani ruh, madde ve her
ikisinin birleşiminden oluşan mevcudiyettir. Aliya kitabında, bizlere İslâm
formülünün hayatın içerisinde olan ve yaşamı olanaklı kılan yegâne formül
olduğunu anlatmaktadır. İki bölümden ve on bir kısımdan oluşan kitabın ilk
bölümünde dinleri, ikinci bölümünde ise İslâm’ı ayrıntılarıyla işlemektedir.
Evrim ve yaratılış kısmında Darwin’in teorisi ile Michelangelo’nun eseri
üzerinden bilim ve sanatın çatışması gösterilmiştir. Ayrıca materyalistlerin
insanı kusursuz bir hayvan, bilimin zeki bir hayvan, dinin ise kişiliği olan
bir hayvan olarak görmesi üzerinden açıklamalar yapılmıştır. Hayvanların
insanlarda bulunan birtakım önyargı ve merhamet gibi duygulara hiç sahip
olmadığı içgüdüleri ile hareket eden ve hedefe odaklanan varlıklar oldukları
anlatılmıştır. Burada dikkatimi çeken bir örnek olarak, arıların hayranlık
uyandıran nizam ve kolektif hayat anlayışlarının yanı sıra zayıf düşen işçi arı
veya yaşlanan kraliçe arıyı kovandan atmalarının, yapılarını kusursuzluğa
götürmesinin yani merhametsizliğin onları karakterize etmesi çok ilginçtir.[iii]
İnsan
ise sürekli kült, mit ve hurafeler üretmiş, daima başka bir hayat arzusunda
olmuştur. En gelişmiş hayvanda bile bu tarz yasak ve hurafelerin mevcut olduğu
kanıtlanmamıştır. “İnsanın olduğu her yerde, onunla birlikte din ve sanat da
ortaya çıkmıştır. Bilim ise aksine, görece yeni genç bir fenomendir.”[iv]
Canlılar âlemindeki düalizme gelindiğinde ise canlıların varlığının mükemmelliği ve mucizevîliği çok bariz bilimsel veriler ve örneklerle aktarılmıştır. Özellikle bir molekülün bile tesadüfen oluşmasının imkânsızlığı, kuşların göç yollarını ve zamanlarını bilmelerinin açıklandığı bölümler çok etkileyici örnekler olarak aktarılmıştır. Bir kazı çalışması sırasında bulunan ve belli bir amaca binaen dizilen oyulmuş taşları birilerinin yaptığına inanan insanın, aynı kazıda bulduğu insan kafatasının bir üst bilincin ürünü olmadığını düşünmesi bariz bir kapris olarak nitelendirilmiş ve bu fikrin çürütülmesi açısından okura muazzam bir bakış açısı kazandırılmıştır.[v] Tüm bunlar Tanrı’nın varlığını zorunlu kılmakta ve bugünün dünyasının açıkladığı veyahut açıklayamadığı her türlü gerçeklik, bu hakikatin kapılarında insanı bekletmektedir. Bazı insanlar bu kapının anahtarını arayıp bulabilseler de, diğer kısımda kalan birçok insan çeşitli teorilerle hayatının sorgulamalarına cevap bulabilmek istese de başarılı olmamıştır.
Allah,
Kur’ân’a göre insanı dünyada halîfe kılmak için yaratmıştır (Kur’ân, 2/30)[vi]. İnsana eşyanın ismini
öğreten, onu halîfe kılan, belli temel dinamiklerle onun hayatını şekillendiren
ve tüm bu ahenk içinde insana sorumluluklar yükleyen dinin mükemmelliğinin
yanında Hıristiyanlık ve Yahudiliğin sonradan insanî bozulmalar ile şekillendiği,
temellendirildikleri düzlemlerden ve gayr-i aklî unsurlarından
anlaşılabilmektedir. Medeniyetin en önemli unsuru sayılan yazı Kur’ân’da ilk
inen surede dile getirilirken, İncil uzun bir süre sözlü rivayet olarak kalmıştır.
Her türlü düzlemde Hazreti Îsâ’nın Allah’ın elçisi ve İncil’in “bozulmamış” hâlininse
kutsal kitap olduğunu söyleyen İslâm, son ve korunmuş olduğunu ispatlamıştır.
İslâm
züht hayatını da, dünyaya tamahı da aşırılıktan saymakla beraber sakındırmış,
sınırlarının içerisindeki yaşantının orantılı olduğu takdirde mümkün olduğunu
insana gösterirken, kendini ispatın en büyük delili olarak insanı göstermiştir.
Kişi aynadaki karşılığında hem bu dünyayı, hem de ahiretin varlığının ispatını,
kendi zihninin içindeki çatışmaların sonuçlarını yine en açık delil olarak
kendi ile verebilmektedir.
Bu
kısımdan sonra özellikle kültür ve medeniyet, sanat fenomeni ve İslâm ile din
gibi çeşitli başlıklar altında incelenen konuların muhtevası kitabın
okuyucularına bırakılarak geniş anlamda içeriğin amacına ve açıklanma yöntemine
değinilecektir.
Aliya,
hayatının büyük bölümünü Müslümanların sorunlarına eğilerek geçirmiş, bu
konudaki düşünceleri yüzünden hapis cezasına mahkûm edilmiş ama dâvâsından
vazgeçmemiş, hayatını bu uğurda yaşamış bir isimdir. Gerek kendi ülkesindeki,
gerekse tüm İslâm âleminin içindeki virüsleri çok iyi tespit etmiş ve ilâç
olarak kitabını bizlere sunmuştur.
Kitapta
açıkça fark edilen ve örneklerle desteklenen görüşlerin temelini oluşturan İslâm
düşüncesi, bugünün gerçekleri ile tekrar ele alınmış ve aslında bir Müslümanın
zihnindeki soruların yanıtları aranmıştır. Anlatı oluşturulurken kullanılan dil
oldukça anlaşılır ve açıklayıcıdır. Kullanılan örnekler çeşitli araştırma ve
makale verilerinden, bazı düşünürlerin fikirlerinden ve sözlerinden
yararlanılarak aktarılmıştır. Verilen bilgiler kaynaklarla desteklenmiş ve
teorilerin temelleri sağlam bir düzlemde incelenmiştir. Öncelikle İslâm’ın
üstünlüğü belirlenmiş ve diğer din olarak görülen her türlü inançtan İslâm’ın
farkı tespit edilmiş, sonrasında dünya düzlemi içerisindeki konumu ele
alınmıştır. İnsanın hayret ettiği ve hayran kaldığı ölçüde inanç düzleminin
sabitleşmesi gibi hayatın anlamlanmasının da tek şekli ancak böyle olmaktadır.
Bugün
psikolojik sıkıntılar çeken, madde ve hayat arasında sıkışıp kalan, şahsiyetini
unutan veyahut hiç hatırlamamış olan insanın kurtuluşu, bu üçgenin tamamlanması
ve eksiksizliği ile inşâ edilen bir düşüncenin varlığı sayesinde mümkün
olabilmektedir. Sosyal hayatın içerisinde var olamayan, kendini materyalist
düzlemde mutlu etmek için tüketimin ayrılmaz bir parçası hâline getiren insan,
aslını inkârdan başka bir boyutta değildir. Bu dünyanın varlığının en büyük
ispatı olan, varlığı var eden ve ahiret hayatını bizlere sunan Allah’a (cc)
yöneliş, ancak kişinin özgür iradesinin olması ile mümkündür. Yine bu düzlemde
şahsiyet sahibi insan, kendi iradesinin, dünyadaki amacının, varlığının
sınırlarının farkında olan insandır. Maddeye tapan ve ruhunun imkânlarından
haberi olmayan veya ruhu yüceltip dünyayı reddeden tüm anlayışların karşısında
itidâl ile önce dine tam teslimiyet, sonrasında ise orta yol ile yaşamak,
inancımızın ayrılmaz bir bütünüdür. Kabul ettiği dinin muhtevasından uzakta
yaşayan, asıl anlam ve sırları keşfedemeyen insanın çırpınışlarıyla bulduğu ilk
ele uzanmasından başka bir şey olmayan ideolojiler, hatta İslâm’ın içerisinde
olduğu hâlde inancını çeşitli düşünce ve ritüellerin sentezleriyle yaşayan
insanlar, asıl dinin anlam boyutlarına vâkıf olamamışlardır.
Aliya’nın
kitabının sonlarında vurguladığı çaba ve eylem ile insanın hayatını kemâle
erdirmesi, ancak İslâm’a olan inancı ve teslimiyeti ile mümkün olacaktır.
“Ey
teslimiyet, senin adın, İslâm’dır!”[vii]
Aliya İzzetbegoviç, Doğu Batı
Arasındaki İslâm, çev. Edina Nurikiç, İstanbul: Ketebe Yayınları, 2019, 1.
Baskı, s. 400
[i] (İzzetbegoviç, 2019) s. 11
[ii] (İzzetbegoviç, 2019) s. 9
[iii] (İzzetbegoviç, 2019) s. 44
[iv] (İzzetbegoviç, 2019) s. 50
[v] (İzzetbegoviç, 2019) s.70
[vi] (İzzetbegoviç, 2019) s.287