TRUMP döneminde ABD’nin
Suriye’den çekilmesi, psikolojik üstünlüğü Ruslara kaptırmasına sebebiyet
verdi. ABD yeniden Suriye’ye girer mi bilinmez ama buradaki Rus etkisini kırmak
için yeni dengeler oluşturmak isteyeceği muhakkak.
Suriye’de
ABD’yi bekleyen bir diğer sorun ise İran etkisi. İran’ın Rejim üzerindeki
etkisi ve Lübnan sınırındaki Hizbullah militanları üzerindeki belirleyiciliği,
ABD için bir başka sorun. Bu hem Orta Doğu politikaları, hem de İsrail’in
güvenliği açısından ABD’nin önemsediği bir durum.
Suriye
özelinde bir başka sorun ise ülkemizi de yakından ilgilendiren terör grupları
ile ABD’nin ilişkilerinin seyrinin hangi yönde olacağı. Biden’in dış politika
ekibi, BTÖ ve uzantılarıyla yakın ilişkiler içerisinden olan isimlerden
oluşuyor. Dolayısıyla ilk bakışta BTÖ ve uzantılarıyla ABD arasındaki sıcak
ilişkinin devam edeceği yönünde bir tez, kamuoyunda sıklıkla dile getiriliyor.
Ama
ülkemizin bu konudaki net tavrı ve “Kendi göbek bağımızı kendimiz keseriz”
yaklaşımı, ABD dış politika ekibindeki isimlerin kimlerden oluştuğunu
önemsizleştiriyor.
Biden
döneminde ABD’nin Suudi Arabistan ile ilişkileri de Trump dönemindeki kadar
sıcak olmayacaktır. Bu da Suudların merkezinde yer aldığı Yemen gibi
bölgelerdeki politikaları doğrudan etkileyecektir. İran hususunda Suudlara
ABD’nin ihtiyacı olduğu tezi belli yönleriyle geçerliliği olan bir tez olsa da
Biden’in, Suudların Cemal Kaşıkçı cinayetindeki gibi pervasızlıklarına sessiz
kalmayacağı aşikâr.
Irak
meselesi de Biden’in önündeki sorunlardan biri. Diğer bölgelerde olduğu gibi
psikolojik üstünlük burada da ABD’den yana değil. Özellikle İran etkisi hâlen Irak’ta
çok fazla. Üstelik Süleymani suikastından sonra İran ile ilişkiler oldukça
gergin. Biden, bu gerginliğe rağmen nükleer anlaşmaya dönmeyi arzuluyor. Ama bu
anlaşmanın İran’a avantaj sağlayacağı gerekçesiyle İsrail ve Suudlar buna karşı
çıkıyor. Bu nedenle nükleer anlaşmaya geri dönüş noktasında lobi etkisi
Biden’in karşısında duruyor.
Yeni
dönemde ABD dış politikasının merkezinde hiç şüphesiz Çin ve Rusya yer
alacaktır. Çin’in giderek devâsa bir ekonomik güce dönüşmesi ve ABD
müttefikleriyle artan ilişkisi, ABD’nin işine gelmiyor.
Çin
son dönemde ABD’nin en önemli müttefiklerinden AB ile ciddî ticârî ilişkiler
geliştirdi. Çin’in yanı sıra ekonomik bir güç olarak beliren Hindistan’ın
ABD’den ziyâde Çin ile yakın ilişkiler içerisinde olması, ABD’nin küresel
ekonomik politikaları olumsuz etkileyen bir başka durum olarak öne çıkıyor. ABD
merkezli küresel şirketlerin bile Çin’de üretim üsleri kurması, ABD’nin Çin ile
mücadele noktasında kendi ortaklarını ikna etmesini zorlaştırıyor.
ABD,
Huawei örneğinde olduğu gibi Çin’in teknoloji devlerinin prestijini sarsan
yaptırımlara başvursa bile Çin’i pek fazla etkilemedi. Çin’in ürettiği
ürünlerin birçoğunun kopya ürün olduğu ve bunun fikir hırsızlığı olduğu yönünde
ABD’nin geliştirdiği tezler de dünya ölçeğinde prensip olarak karşılık bulsa
bile pratikte Çin’in kopya ürün imâl etmesine ve bunları rahatlıkla
pazarlamasına engel teşkil etmiyor.
ABD,
ekonomik anlamda Çin’e karşı daha kapsayıcı yaptırımlar uygulamak istiyor.
Diğer yandan ise Doğu Türkistan ve Tayvan gibi bölgelerde Çin’in insan
haklarına yönelik uygulamaları ile Çin’in prestijini kırmayı deniyor. Ama bu
bölgelerde askerî operasyon düzenleme gibi bir şansa sahip olmadığı yani fiilen
buralarda var olamadığı için bu bölgelerde Çin’e karşı pek başarılı sonuçlar
elde edebilmiş değil.
Toparlayacak
olursak, özellikle dünyanın çatışma kuşaklarının olduğu bölgelerde son 4 yılda
oluşan zemin, ABD’nin küresel politikaları açısından zorluklarla dolu. ABD bu
zorlukları bölgesel ittifaklarla hafifletmeye çalışacaktır. Ama bu noktada da
ABD’nin aşması gereken çok sorun var. Dolayısıyla Biden’in, küresel
politikaları yeniden inşâsı çok kolay olmayacaktır. Üstelik Trump’un ABD iç
kamuoyunda oluşturduğu etki nedeniyle Biden ve ekibinin enerjisi bölünecektir.
Bakalım
yeni dönem nasıl şekillenecek…