ŞUŞA Beyannâmesi’ndeki
“Üçüncü bir devletin tehdit ve saldırısı karşısında taraflar birbirine yardım
yapacak” ifadesi, Türkiye ile Azerbaycan arasında NATO benzeri bir durumu gösteriyor.
Gürcistan ve Ukrayna da NATO üyesi olmak yolunda ilerlerse Karadeniz iyice
ısınacak.
Ancak burada yeni bir tansiyonun
istenmediği Rusya, Türkiye, İran, Azerbaycan, Gürcistan ve Ukrayna’nın birlikte
bir barış çerçevesi söylemi de dile getirildi. Bu söylem aslında Pekin-Londra
düzleminde orta noktada stratejik bir çözüm önerisidir. Taraflar nasıl bakar
bilinmez, lâkin kazan ısınıyor.
14 Haziran NATO toplantısının
akabinde 15 Haziran’daki Şuşa toplantısına karşı Kremlin, Azerbaycan’da
kurulması plânlanan Türk askerî üssüne dair görüşmeleri takip ettiğini yüksek
sesle dillendirdi. Rusya’nın bu tutumu, “Gözüm üzerinizde, gelişmeleri anbean
takip ediyorum” anlamına da gelebilir.
Aynı şekilde Ermenistan da
Azerbaycan’ın İsrail tarafından desteklenmesinden rahatsızlığını her fırsatta
dile getiriyor. Böylece Rusya’nın Azerbaycan’ı ve İsrail’i kontrol etmesi
isteniyor. Rusya da bunu yapıyor. Fransa’nın Ermenistan’ın yanında durduğu düşünüldüğünde,
Rusya’nın Batı ile arasının kötü olduğunu düşünmek büyük hata olur. Dolayısıyla
bu coğrafyada çok dikkatli olunmalı. Bu dikkat, altı bölge ülkesinin isimleri
zikredilerek belirlenmiş olundu.
14 Haziran’daki görüşmelerde
ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve Türkiye’nin burada güvenliği sağlaması
gündeme geldi. Türkiye, Pakistan ve Macaristan’ın da yanında olmasını istedi. Macaristan’ın
istenmesi isabetli bir tercihti. Ancak Pakistan’ın Afganistan’da bulunmak
istememesini olumlu anlamak gerekir. Bunun iki nedeni vardır: Birincisi,
Pakistan ile Afganistan arasında geçmişte yaşananlar; diğeri ise, CIA’nın
Afganistan’da yapabileceği operasyonlarına Pakistan’ın destek olmak
istememesidir.
İslamabat’ın Afganistan için
Hindistan’ın yardımının daha olumlu olacağını söylemesi, Washington’un hamlesine
karşı koymadır. Zira ekonomik dengeler değişim sürecindedir. G7, yirmi yıl önce
dünya ekonomisinde GSYİH’nin yüzde 65’ini oluştururken, şimdilerde bu oran
yüzde 45’e düştü. Birleşik Krallık, Fransa, İtalya ve Kanada’nın G7 dışı kalıp
yerine Çin, Hindistan, Rusya ve Endonezya’nın önerilmesi, İslamabat tarafından
desteklenmiş görünüyor.
Afganistan’daki savaşı bir
haftada bitirebileceğini söyleyen Trump şimdi ortalarda bile yok. Moskova’nın
ardından Washington da çözülecek bir sorun bırakıp çıkıyor. Aslında bir tuzak
kurup bırakıyor. Nasıl ki Ukrayna’da bir plân izliyorsa, Kabil’de de bir plân
içerisinde. Ankara ve Washington’un, Türkiye’nin Kabil Havaalanı’nın
güvenliğinin sağlanmasında önde gelen bir rol oynaması konusunda uzlaştıklarını
ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın söylemesi, kontrolün
kendilerinde olduğunu ima açısından önemlidir.
Ankara’nın, Kabil Havaalanı’nın
güvenliğine yardım için olumlu adımı doğrudur. Zira bölgenin kuzeyi Türk
devletleriyle doludur. Ancak son yıllardaki gelişmelere bakılırsa,
Washington’un Ankara’ya çok sıcak durduğu söylenemez. Asker kontrolünde yemin
eden ve Türkiye’de yönetim değişikliğini takıntı yapmış bir ABD Başkanı iyi
niyetli olmasa gerektir.
Türk devlet geleneğindeki
tecrübeyle Kabil Havaalanı’nın güvenliği noktasında Türkiye başarılı bir sınav
verecektir. Lâkin Washington bunun karşılığında Irak ve Suriye’de yeni bir
girişim daha yaptığında Türkiye’ye söz hakkı bırakmamış olacak.
Almanya, Türkiye ile iyi
geçinmesi gerektiğini anladı ve bunu birinci ağızdan dile getirdi. Ekonomik
olarak yüzde 30 küçülen G7 ülkeleri, toplantılarını uzaktan yapabilirlerdi ama
yapmadılar. Çünkü Kraliçe operasyon çekmek istiyordu.
Yazılarımızda sık sık dile
getirdiğimiz üzere, Kraliçe, Londra-Pekin hattında karşısında Türkiye’yi görmek
istemiyor.
14 Haziran’da Türkiye Başkanı ile
ABD Başkanı’nın ilk doğaçlama görüşmesinde dünyaya bir fotoğraf servis edildi.
Aslında ABD Başkanı “Ben gencim” demek için koşmaya çalışmış ve Türkiye Başkanı’nın
ayağına gitmişti. Tam kalkış hamlesinin yaşandığı sırasında selâma karşı selâm
ile karşılık verilirken, objektifin bir noktadan çektiği fotoğrafla bizzat Kraliçe’nin
ülkesindeki Financial Times gazetesi, algı oluşturmaya çalıştı. Türkiye’de de hemen
birileri bunu dile getiriverdi.
Ukrayna ile Rusya arasında yer
alan Donbass bölgesi yeni bir statü kazandı. 14 Haziran’daki algı operasyonu
oluşturulurken, Biden Irak ve Suriye’nin kuzeyinde Donbass benzeri bir terör
devletini kurma adımlarını attı. Kısa süre içinde bu terör devleti, özerk
benzeri bir yapı ile gündeme gelecek. Batı ile arasını iyi tutan Putin,
Karabağ, Donbass ve de Suriye ile Irak’ın kuzeyindeki terör devleti için aynı safta
yer alıyor. Kraliçe de bu safı destekliyor.
Kısa süre önce İzmir ve
Diyarbakır’da iki siyâsî partiye saldırı oldu. Bu durumun kapatma dâvâsının
gündeme gelmesiyle eş zamanlı olması manidardır. Kapatma durumuyla karşılaşan
siyâsî yapının, Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki özerk terör devletine destek
vereceği görülebilir.
Türkiye bir kuşatma altındadır.
Libya’ya ABD de gelmek istiyor. Doğu Akdeniz’de Türkiye yalnız bırakılmak
istenmiyor ve Lübnan yeniden hareketlendirilmek isteniyor. İçeride terör olayları
bahanesiyle kaos çıkarılarak, dışarıda ise yeni özerk oluşum ile Türkiye
kuşatma altına alınıyor. Türkiye bunların hepsini yaracak güç ve iradededir.
Ancak, en azından ekonomiye olumsuz sonuçlar olacağı ve toplumu
kutuplaştıracağı da açıktır.