ABD Başkanı Biden, 24
Nisan günkü konuşmasında 1915 yılında asi Ermeniler için Osmanlı Devleti’nin
aldığı tehcir kararını, sözüm ona soykırım olarak kayda geçirdi. Bu ifadenin
iyi tarafı, başımızda hangi akla hizmetse bir tehdit kılıcı gibi sallanan bu
şantajdan kurtulmamızdır. Biden soykırım dedi de ne oldu? Hiç! İşte bu hiçi
bize karşı kırk yıl bir şantaj olarak kullandılar. Bu şantaj algısını kamuoyuna
mâl eden kesim ise ABD çıkarları için çalışan bazı işbirlikçilerdir.
Bu
işbirlikçi ve ABD lobisi gibi çalışan kesim, bize hep “Soykırım lâfı geçerse Ermeniler
tazminat dâvâları açar, toprak talep hakları olur, bunun altından kalkılamaz”
teraneleriyle bir kabulü dayatmaya çalıştılar. Bu algının altında yatan şey,
bütün bu söylenenlerin ABD başkanının iki dudağının arasında yattığına dair bir
psikolojik operasyondan başka bir şey değildi. Yıllardır yapılan bu algı
oyunlarının amacı, bizi buna benzer talepleri direnç göstermeden kabule hazır
hâle getirmekti.
Bu
tabiri 1981 yılında Reagen da kullanmış ve bizim anlı şanlı ABD muhibbi ihtilâlci
paşalarımız gıkını çıkaramamıştı. Kime gık diyeceklerdi, 12 Eylül Darbesi’nin
asıl aktörü olan ABD’ye mi?
Şimdi,
ABD Başkanı’nın bu beyanına karşı Hükûmet’in gösterdiği sert tepki, seçimle iş
başına gelmesi, gücünü milletten alması ve bağımsız bir politika
izlemesindendir. Bu iş, milletin iktidarını gasp ederek omuzlarını yıldızlarla
dolduran iktidar hırsızı kof generallerin değil, milletin sinesinden kopup
gelen hakikî vatan evlatlarının işidir.
Nitekim
Biden’in bu hâdsiz hayâsız demecini Hükûmet, ABD’nin Ankara Büyükelçisini
Dışişleri Bakanlığı’na çağırarak en ağır şekilde kınadığı gibi, muhalefet
partileri de anlamlı bir karşı duruş göstermişlerdir. Bunun nedeni Türk
milletinde ABD’ye karşı oluşan derin nefret ve güvensizliktir. Milletin bu talebine,
ceplerinde ABD’nin açık çekleriyle dolaşan particikler bile kayıtsız
kalamayarak kem kümle karışık kınama demeçleri vermek zorunda kaldılar. Ama
esas olan, bu aziz milletin ABD’ye olan derin güvensizlik ve kinidir.
Bendenizin
bakış açısına göre Biden’in “soykırım” demesiyle “büyük felâket” demesi
arasında hiçbir fark yoktur. Hatta “dram” da dese fark etmez. Tarih daima
olması gerektiği gibi olur ve bu olmuşa 100 yıl sonra don biçmek kimseye
-siyâsî çıkar ve şantaj dışında- bir fayda sağlamaz.
Evet,
ABD’ye bu bapta gösterilecek tepki önemlidir ve gösterilmelidir. Ancak ABD ile
ilişkilerimizin özellikle Birinci Körfez Savaşı’ndan beri seyrinde öyle büyük
kırılma noktaları var ki bunların bazıları için bırakınız tepki göstermeyi,
ilişkileri rafa kaldıracak ve gerekirse bir çatışmayı göze alacak kalemler
vardır.
Şimdi…
ABD, bize casus papaz olayından sonra “Ekonominizi mahvederim” diye saldırıp
kendilerine Başkan Erdoğan tarafından iade edilen bir mektup yazdı mı? Yazdı.
Bu
örtülü savaş biçimini her hassas ânımızda yapmaya ve kırılgan hâle gelen
ekonomimizi sarsmaya devam ediyorlar mı? Ediyorlar.
Kendileri
küçülüp biz büyüdüğümüz, kendileri borç batağında olduğu ve biz en makul borç
stokuyla işi götürdüğümüz hâlde, onların parası nasıl oluyorsa katlanarak
tepemize çıkıyor mu? Çıkıyor.
ABD,
FETÖ denen bir Gladyo yapılanmasıyla iliklerimize kadar sızıp 15 Temmuz hain
kalkışmasını tertip ettirdi mi? Ettirdi.
Şimdi
o hain kalkışmanın din taciri mendeburunu ülkesinde tutuyor ve her türlü
faaliyetini yürütmesi için zemin sağlıyor mu? Sağlıyor.
Biz
tır dolusu belge sunarak bu alçağı istediğimizde kulaklarının üstüne yatıp daha
çok kanıt istiyor mu? İstiyor.
Bizim
Doğu Akdeniz’de Mavi Vatan mücadelemizin ete kemiğe bürünmesi ve o alanda
zengin karbon yataklarının olduğunun anlaşılması üzerine, kukla Yunan üzerinden
yirmiye yakın üsle özellikle Girit’e donanma çekip Dedeağaç’a asker yığmakla
bize gözdağı vermeye çalışıyor mu? Çalışıyor.
Buna
ilâve olarak, Bulgaristan ve Romanya üzerinden kurmaya başladığı üsler ve
Ukrayna’yı Ruslara karşı kışkırtarak Karadeniz’i istikrarsız bir deniz hâline
getirmek istiyor mu? İstiyor. Böyle bir durumda buradan en büyük zararı biz
görür müyüz? Görürüz.
Türkiye’nin
tarihî ilişkileri olan Suud, BAE ve Mısır gibi Arap ülkelerini iktidar
operasyonlarıyla ele geçirip bunları özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden
sonra kuduz köpek gibi üzerimize saldırtıyor mu? Saldırtıyor. Bunları İsrail ve
Yunanistan’ın emrine verip bize cevrediyor mu? Ediyor.
Türkiye’nin
Rusya’dan S-400 almasını bahane ederek bizi daha sonra çıkardığı ABD’nin
düşmanlarına yapılacak yatırımlar listesine alıp parasını peşin ödediğimiz F-35
programından çıkardı mı? Çıkardı.
Gelelim
meselenin bam teline…
Bu
ABD denen NATO müttefiki(!), Irak ve Suriye’de PKK ve YPG adlarıyla kendi
kontrolü altında faaliyet gösteren kukla yapıya tırlar dolusu silah ve mühimmat
taşıyarak bize karşı bir kukla devlet oluşturup bizden toprak koparmayı
amaçlıyor mu? Amaçlıyor.
Türk-Amerikan
ilişkilerinde bu arızalardan fazlasını sayıp dökmemiz de mümkün. Hele içte
oluşturduğu işbirlikçi yapılarla siyâsî ve sosyolojik zemini zehirlemesine
değinmiyorum bile.
Bu
sorunların mahiyetine bakılınca, artık bizi düşman diye hedefe koyan bir devlet
yapısıyla karşı karşıya kaldığımız açıkça görülür. Böyle bir devlet başkanının büyük
felâket yerine soykırım demesi, bence gafletten uyanmamız için öbüründen daha
hayırlıdır.
Aziz
okuyucu, ABD denen bu devlet, düşmanlık hislerini artık bu aziz milletin bekâsıyla
oynayacak bir raddeye taşımaktadır. Bizi denizlerden ve güneyimizden kuşatmaya
çalışan bu sinsi devlete karşı, kınama demeçleri ve eseflenmelerin hiçbir mantığı
yoktur. Zor oyunu bozar. O hâlde büyük bir çatışma ve savaşı da göze alarak bu
kalleş müttefikin oyunlarını bir bir bozmak zorundayız.
Nitekim
Türkiye, 15 Temmuz hain kalkışmasından sonra, Suriye ve Irak’a yaptığı harekâtlarla
bu oyunu bozmaya başladı da. Güney sınırımızdaki ABD ihanetini bozmak için
Libya ve Azerbaycan’da varlık göstererek doğu sınırımızı ve Doğu Akdeniz’i
emniyet altına aldık. Millî bir seferberlik ruhuyla savunma sanayiimizi aktif
ettik ve bizi ebediyyen bağımsız kılacak silah ve mühimmatı üretmeye başladık.
Özel
harekât birliklerimizi beş tugaya, komanda taburlarını on sekize çıkarıp
bunları en çağdaş silahlarla donatarak emsalsiz bir kara gücü oluşturduk. İHA
ve SİHA’larla büyük ve oyun değiştirici bir hava gücü oluşturduk. Bizi tehdit
edenin ağır bir bedel ödeyeceği yapıdayız artık. Yakıcı bir ateşiz.
23
Nisan akşamı Başkan Erdoğan ile Biden görüştüler, değil mi? Hani bu Biden,
aylarca bizimle görüşmeye tenezzül etmiyordu? Şimdi niye görüştü? Bu görüşmenin
ABD açısından mantığı neydi? Basit… Ukrayna işinde bizi Ruslara karşı
yanlarında tutmak için… Biden, Erdoğan’ı arayarak, “Sayın Başkan, ben bu sene
büyük felâket yerine soykırım demek zorundayım, bu seçmenlerimin üzerimde
gittikçe artan bir baskısının sonucudur, sakın yanlış tefsir etmeyin, bu beyan
ilişkilerimizin seyrine (!) halel getirmez, sizinle beraber çalışmak bizim
temel önceliğimizdir” gibi laflar etmiştir. Muhtemelen Erdoğan da yukarıda
sıraladığım sorunları hatırlatarak böyle bir beyana en sert biçimde tepki
verileceğini ve bu tutumun ilişkileri daha da içinden çıkılmaz hâle
getirileceğini söylemiştir.
Nitekim
daha o gece TSK unsurları Pençe-Yıldırım Harekâtına kaldığı yerden ve çapını
büyütüp Kuzey Irak’a uzanarak Biden’e ilk mesajı vermiştir.
Aziz
okuyucu, ABD ne yaparsa yapsın, önemli olan bizim ne yaptığımızdır. Biz bu yaz,
inşallah, Kuzey Irak’ta PKK’yı operasyon yapamaz ve güç toplayamaz hâle
getirerek Sincar’a girecek ve PKK’nın yani ABD’nin terör koridorunun Irak ve
Suriye bağlantısını keseceğiz. Irak’tan süpürdüğümüz kılıç artıkları nereye
kaçacak? Suriye’ye... Bu da bize, “PKK ile YPG ayrı örgütlerdir” diyen ABD’yi
susturmamız için yeter de artar bile.
Bu
yaz Irak işi hâllolduktan sonra geriye her mevsim operasyon yapabileceğimiz
Kuzey Suriye kalıyor. Yok ABD altmış bin kişi eğitmiş de, yok şöyle silah ve
mühimmat vermiş de… Geç bunları geç anam babam! Bu yılın sonbahar-kış aralığında
bu çapulcu sürüsüne karşı ilk top patladığında bunlar namlu başlarında değil,
etek mağazaları önünde kuyruğa gireceklerdir. Demedi demeyin.
Vesselâm…