4 Ağustos 2020, Orta Doğu tarihine en
büyük yıkımlardan birinin gerçekleştiği gün olarak kaydedildi.
4 Ağustos'ta Beyrut Limanı'nda
gerçekleşen patlama sonucu 4 bin 500 insan yaralandı, iki yüze yakın kişi
hayatını kaybetti, üç yüz binden fazla insan evsiz kaldı.
Kıbrıs’tan bile hissedilen patlama
ile Beyrut’un yarısı neredeyse bir enkaza dönüştü. On beş milyar dolar
civarında maddî yıkımın gerçekleştiği tahmin ediliyor. Patlama, Beyrut ve Lübnan’daki
fiziksel, sosyal ve siyasal statükoyu fiilen yerle bir etti.
Beş binyıllık bir tarihi olan
Beyrut, kötü yönetimlerin ellerinde yerle bir edilmiştir. İlk Lâtince yazının
kullanıldığı ve kökü Fenikelilerden gelen Beyrut’un bugün yıkıldığını görmek
büyük bir trajedidir. 80'li yıllardan beri süregelen iç savaş ve işgallerden
dolayı Lübnan, büyük yıkımlar yaşamaktaydı. Müslümanlar, Dürzîler ve
Hıristiyanlar birbiriyle çatışarak yüz elli binden fazla insanın hayatını
kaybetmesine neden oldular. İnsanın insanı yok ettiği bir yerde barışın,
refahın ve özgürlüğün yerleşmesi mümkün değildir. Birbirini yok eden ve soyan
akbabalar, topluma huzur vermediği gibi, Beyrut’a da huzur vermemişlerdir.
Orta Doğu, komplo teorilerinin bolca
üretildiği bir coğrafyadır. Beyrut Patlaması'ndan sonra üretilen komplo
teorilerinin sonu gelmemektedir. Patlamanın nedenini İsrail’in füze
saldırısıyla açıklayanlar olduğu gibi, Hizbullah’ın silah depolarının patlamaya
neden olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır. Komplo teorileri, çok işe
yarayan kurgulardır. Komplo teorileri sayesinde hiçbir taraf sorumluluğu
üzerine almamakta, herkes birbirini suçlamaktadır.
Beyrut Patlaması, yönetim
beceriksizlikleri ve ihmâller zincirinin sonucu olarak ortaya çıkan korkunç bir
faciadır. Bu facianın sorumlusu, Lübnan’da iş başında olan kötü yönetimdir.
"Müflis devlet" (failed state)
kavramının en somut örneği olan Lübnan yönetimi, kötü ve çürümüş yönetimiyle
Beyrut’un ve Lübnan’ın sonunu getiren en büyük suçlu ve sorumludur.
Beyrut’taki yıkımın içindeki bir
duvar yazısı, “My Government did this”
(Bunu hükûmetim yaptı) şeklindedir. Aslında bu duvar yazısı, Beyrut’taki ve
Lübnan’daki yıkımın sorumluluğunun kimde olduğunu çok net olarak ortaya
koymaktadır.
Amin Maaloof, "Doğu’dan Uzakta" isimli romanında sorumluyu dışarıda
aramak yerine yaşadıklarımızın sorumlusunun biz olduğumuzu söylemektedir:
“Bugün tarihin mağlûplarıysak, hem kendi gözümüzde, hem de tüm dünyanın gözünde
aşağılanmış durumdaysak, bu sadece başkalarının değil, öncelikle bizim
suçumuzdur.”
Beyrut’u konuştuğumuz bugünlerde
yapılacak en doğru işlerden biri, belki de Amin Maaloof’un "Ölümcül
Kimlikler" isimli kitabını anlayarak okumaktır.
Patlamadan önceki ihmâller ve kötü
yönetim
Beyrut Limanı'nda 21 Kasım 2013
yılından beri 2 bin 750 ton amonyum nitrat depolarda bekletilmektedir.
Gürcistan’ın Batum Limanı'ndan amonyum nitratı alan "Rhosus" isimli
gemi, Mozambik’e doğru yola çıkar. Beyrut Limanı'nda alıkonulan gemi,
ödemelerini yapmadığı için burada tutulmuştur. Liman yetkilileri, gemi
mürettebatının ülkelerine dönmelerine izin vermezler ve amonyum nitratı
"12" numaralı hangara koyarlar.
Malın ve geminin sahibi olan
şirketler gerekli ödemeleri yapmadıkları için, amonyum nitrat ve gemi, altı yıldır
limanda, hem de gerekli tedbirler alınmadan bekletilmekteydi. Bu anlamda
sürecin berbat bir şekilde yönetilmesi ve yargı sisteminin işlevsiz hâle gelmiş
olması, Beyrut’u yıkıma götüren ana sebep olarak önümüzde durmaktadır.
Beyrut’ta ve Lübnan’da toplum, uzun
süreden beri öfke biriktirmektedir. Toplumun kötü yönetime, yolsuzluğa ve
hırsızlığa tahammülü kalmamıştır. İç çatışmaları ve savaşı devam ettirerek
ülkeyi soyan ve kendilerini sefalete mahkûm eden hırsız ve yolsuz savaş ve
siyaset baronlarından bıkan halk, patlamanın hemen arkasından sokaklara çıkmış,
bakanlık binalarını ele geçirmeye başlamıştır.
Lübnan halkı, hırsızlık ve yolsuzluk
yapmaktan başka işe yaramayan siyasetçilerin ve bürokratların işgal ettiği ülke
yönetimini kurtarmaya çalışmaktadır. “Hesap Günü” adı altında düzenlenen
gösterilerde halk, ülkenin hırsız ve yolsuz yönetiminden hesap sormayı
istemektedir.
Beyrut Patlaması ile Lübnan’da
sadece liman yerle bir olmamış, aynı zamanda ülkenin siyasal ve yönetsel
statükosu da yerle bir olmuştur. Hırsız ve yolsuz yöneticiler, sokağa çıkan
halkın üstüne polisleri salmaktadırlar. Polisiye tedbirlerle halkın önünü
kesmenin imkânı ise kalmamıştır. Polisin müdahaleleri sonucu 500 kişinin
yaralandığı ifade edilmektedir. Polisiye müdahaleler, sivil halktan kayıpların
artmasından başka bir işe yaramamaktadır. Halk, hırsızlık ve yolsuzluktan başka
bir şey yapmayan siyâsî ve idarî akbabalarla mücadele içindedir. Hırsız ve
yolsuz akbabaların işgalinden ülkelerini ve başkentlerini kurtarmak için sokaklara
dökülen Lübnanlıların iradesini, söz konusu siyaset baronları polisle
bastırmaya kalkmaktadırlar.
Halk, hükûmete, Hizbullah’a, İran’a,
Suriye rejimine, Körfez emirliklerine öfke duymaktadır. İç ve dış güçler,
birlikte yıllardır Beyrut’u ve Lübnan’ı öldürdüler. Beyrut Patlaması'ndan sonra
önümüze kurumları olmayan, kuralları olmayan, yolsuzluk ve hırsızlıktan başka
bir iş yapmayan bir yönetim çıkmıştır. Halk, Beyrut Patlaması'nı yapanın bizzat
hükûmet olduğuna dair sloganlar atarak öfkesini dile getirmektedir.
Müflis devlet Lübnan'da
Halk, Lübnan’da müflis yönetimin
bütün yolsuzluklarını ve hırsızlıklarını kapatmak için İsrail’i bütün
kötülüklerin kaynağı olarak gösteren komplo teorilerine artık güvenmemektedir.
Bazı toplumsal kesimler, yönetimden ümidini kestiği için Fransız mandasına
yeniden girmek hususunda imza kampanyaları düzenlemektedir.
Orta Doğu coğrafyasının en büyük
sorunu, kurumları ve kuralları olmayan, denetlenemeyen ve hesap vermeyen müflis
devlet (failed state) gerçeğidir.
İflâs eden devletler, yolsuzluk ve hırsızlık sonucu çok küçük bir azınlığı
hayâl edilemez zenginlik içinde yaşatırken, milyonlarca insanı ise açlığa ve
sefalete mahkûm etmektedirler.
Lübnan, şu anda korkunç bir toplama
kampından başka bir şey değildir. Ekonomik iflâs, Covid-19 Pandemisi, Beyrut
Patlaması ve kötü yönetim, Lübnan’ı her açıdan kuşatmış durumdadır. Beyrut
Patlaması'ndan sonra bile yöneticiler ve siyasal aktörler, eski gündemlerinden
vazgeçmemişlerdir. Yine Beyrut Patlaması'ndan sonra bile Lübnan’da her şeyin
eskisi gibi olacağını söyleyebiliriz!
"Hiçbir şey eskisi gibi
olmayacak" klişesi, Lübnan’da ve Orta Doğu’da geçerli değildir. Her ne
olursa olsun, her şey Orta Doğu’da ve Lübnan’da eskisi gibi devam etmektedir.
Bütün siyasal aktörler, yeni durumdan kendilerine yeni avantajlar çıkarmanın
peşindedirler. Mevcût şartlar altında Lübnan’ın normalleşemeyeceğini, yıkıcı
bir kaosun ve yıkımın Lübnan’ı ve Orta Doğu’yu beklediğini öngörebiliriz.
"Ey Beyrut!"
Beyrut, Orta Doğu’nun çoğulculuğunu
yaşatmayı başaran çok önemli bir merkezdir. Orta Doğu’nun insanî çeşitliliği
renkli ve güçlü bir şekilde Beyrut’ta hayat bulmaktadır.
Lübnanlı yazar Amin Maalouf, “Bir insanın kimliği, birbirinden bağımsız
aidiyetlerin yan yana gelmesiyle oluşmuş bir yamalı bohça değil, gerilmiş deri
üzerine çizilmiş bir desendir. Bir aidiyete dokunduğunuzda tüm beden titrer”
demektedir. Beyrut, insanların birbirini incitmemek için birbirlerinin
kimliklerine dokunmadıkları ve yaralamadıkları bir yerdi. Hırsız akbabalar,
Beyrut’un kimliklerini, tarihini, kültürünü, doğasını yaraladılar ve yıktılar!
Beyrut’un trajedisinden birbirimizin
kimliklerini ve aidiyetlerini yaralamamayı ve incitmemeyi öğrenmeliyiz.
Birbirimizin kimliklerini ve aidiyetlerini yaraladığımız, incittiğimiz ve yok
ettiğimiz takdirde, Beyrut’un ve Lübnan’ın yaşadığı yıkımı ve kaosu
yaşayacağımızı unutmamamız lâzımdır.
Savaşın yıkımından sonra Beyrut’ta
umutları diriltmek üzere "Ey Beyrut" adlı şarkıyı söyleyen Feyruz’un
ölümsüz sözlerine kulak verelim:
"Beyrut’a.../ Yüreğimin
derinliklerinden selâm sana ey Beyrut!/ Denizine, evlerine, kocamış bir
denizcinin çehresine benzeyen kayasına öpücükler. O kim?/ O, halkının
hamurundan, içkisinden, mis kokulu ekmeğinden ve yaseminlerden yoğrulmuştu. Bu
koku nasıl ateşin ve dumanın kokusu oldu?
Küllerinden yeniden doğan ey
Beyrut’um!/ Şimdi ışığını kapattı benim şehrim, eline bir çocuğun kanı bulaştı,
kapısını kapattı./ Ve gökyüzünde yalnız şimdi, geceyle beraber yapayalnız./ Sen
benimsim, benimsin, sarıp sarmala beni, benimsin.../
Beyrut’a kalbimin derinliklerinden
selâmlar!/ Denizine, evlerine, kocamış bir denizcinin çehresine benzeyen
kayasına.../ Sen benim sancağım, çıktığım ve döndüğüm yersin./ Halkımın
yaraları çiçek açtı şimdi, annelerin gözyaşları da...
Sen benimsin ey Beyrut, benimsin! Ah, sarıl bana!"