Beyin (2)

Çevremizdeki sosyal meselelere bigâne kalamayız. Her şeyden önce, “insan” olarak yaratılmış olmanın getirdiği mesuliyet var! Sonra kendi sağlığımız ve huzurumuza karşı da mesuliyetimiz var. “Aman, bana ne başkasının derdinden, acısından?!” diyemeyiz. Diyenler, diyebilecek olanlar, beyinlerinin nasırlaşmış olup olmadığına baksınlar! Zira hayvanların korteksi yoktur. Beyinleri düzdür.

“SEN kendini küçük bir şey mi sanırsın, sende en büyük âlemler mündemiçtir.” (İlim Şehrinin kapısı Ali Bin Ebû Tâlib, radiyallahu anhu)

Geçtiğimiz ay başladığımız “Beyin” başlıklı çalışmamıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. İlk bölümde beyindeki bölümlerini fonksiyonlarını arz etmiş, hikmet dairesinde bu organın hangi niteliklerle donatıldığına dair değerlendirmelerimizi çalışmamızın ikinci bölümüne taşıyacağımızı ifade etmiştik. Allah’ın (cc) izniyle kaldığımız yerden devam edelim…

Tüm insanlığa hidâyet nûru olan Kur’ân-ı Kerim, beyinde bulunan sağ ve sol loblardan bahisle, bu iki beyin bölümünün kendilerine ait güçlerine temas etmekte, sağ ve sol mefhumları hakkında beyanda bulunmaktadır. Sağ-sol mefhumunu sınıfsal karşıtlığa mânâ vererek yapılan tefsirler doğru değildir. Bizim beyin mevzuunda anlatmak istediğimizle alâkalı görülmektedir.

Câhiliye Devri’nde yeryüzü, iman ve beşerî münasebetlerde karanlıklara gömülmüştü. Kitabî dinler tahrif olmuş, din sınıfının hâkimiyetinde, dünya meta hâline dönüştürülmüştü. Diğer coğrafî bölgelerde putpereslik câri idi. Kâhinlerin, büyücülerin nezâretinde, tahta ve taşlardan yapılan şekillendirmelere ilâhlık pâyesi verilmekteydi. Kimi milletler, ilâhların yerde değil de gökte olabileceği zannıyla Ay’a, Güneş’e, yıldızlara tapıyorlardı. Bunlardaki ortak görüş, ilâhlarının elle tutulur, gözle görülür nesne olmasıdır. Hattâ ticaret malı gibi alınır satılır durumundaydı.

Yollarının kesiştiği Mekke bölgesinde de benzer câhiliyet hüküm sürüyordu. İbrâhim’in (aleyhisselâm) Tevhid dini bozulmuş, Kâbe-i Şerîf’in ise kudsiyetinden başka bir özelliği kalmamıştı. Bölge halkının Kâbe’ye olan saygısından istifâde eden bir grup uyanık Mekkeli, civar kabilelerden getirdikleri putları içine doldurdular. Üç yüz küsur put bolluğu vardı ki bunların dördü meşhurdu. Câzibe merkezi hâline getirdikleri Mekke’de, kurmuş oldukları pazarlarda ticâret yaparak zenginleşiyorlardı. İlâh enflasyonunun arttığı, dinin ticâret ve sömürü aracı olarak kullanıldığı, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, gaspın, tecavüzün ve cinayetin meşru sayıldığı, zulüm ve cehâletin zirve yaptığı bir dönemde İslâm hakikati yankılandı: “Lâ ilâhe illâ-Allah”...

Mekkeli müşrikler de Allah’a inanıyorlardı. Fakat Allah hakkında, yarattıktan sonra kullarına karışmadığı inancındaydılar. Âhiret inançları yoktu. “Öldükten sonra bu çürüyen kemikleri kim diriltir?” diyorlardı. Yani deist idiler. Beri yandan, uydurulmuş birçok putu ilâh olarak kabul ediyorlardı. Onun için “Allah’tan başka ilâh yok” imanına şiddetle karşı çıktılar.

Bazıları da sırf zenginliklerini tehlikede gördükleri için “Bir Yaratıcı”yı kabul etmediler. Civar kabilelere, “Kâbe’deki putlarınızı başınıza çalıp defolun” demek, Mekke pazarlarında müşteri kaybetmek demektir. Sonra, “Bu yeniliğe, bu yeni dine ne lüzum vardı?” dediler. İslâm dini, Kelime-i Tevhid inancından başka, namaz, oruç ve zekât gibi kurallar getiriyordu. Hele zekâtı hiç kabullenemediler! Neden kendi zenginliklerini etrafa dağıtsınlardı ki? Hem de karşılığında bir menfaat olmadan... Bu, düpedüz enayilikti(!)...

Hem yoksul ile zenginin, köle ile efendinin, gariban ile şöhretlinin, hele kadınlar ile erkeklerin İslâm akîdesinde eşit olmalarını anlamıyorlardı. Veya anlamak istemiyorlardı. Ne lüzum vardı bütün bu sıkıntılara? Atalarından beri gelen din, âdet ve örf yeterliydi. Dikkat edilirse, bu harekât ve düşünce tarzı, sol beyin karakteri ile tıpatıp örtüşüyor. Mekkeli müşrikleri ve aynı duruşu sergileyen diğerlerini, sol beyni baskın çıkan kişiler olarak değerlendirebiliriz. Yani bunlar, beyin faaliyet literatüründe “solcudurlar”: “Solcular ki, hem de ne solcular!” (Vâkıa, 9)

Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde, “Düşünmez misiniz?”, “Akletmez misiniz?”, “Tefekkür etmez misiniz?” tarzındaki sorularla akıl yürütmeyi, düşünmeyi, yanlışla doğruyu tefrik etmeyi esas alan uyarışlar var.


Doğru düşünce, doğru muhakeme, “sağduyu” olarak vasıflandırılır. Kişi etrafına bakar, yeryüzünü, Ay’ı, Güneş’i, yıldızları görür. Bunların bir zaman mevcût olmadıklarını, belli bir zaman da (kıyametle) yok olacaklarını düşünür. Yeni yaratılışı, mahşer gününü, sorgu-suali, Cennet-Cehennem’i tahayyül eder… Bu zihnî faaliyetler, sezgi ve duygu yüklü kabiliyetlerdir. Beynin sağ yarım küresinin çalışma alanına girer. Kur’ân-ı Kerîm’in insanı ve kâinatı okuyan, temizliğe, dürüstlüğe, adâlete, velhasıl “güzel ahlâka” çağıran âyetlerini duyan sağduyulu bir kısım Mekkeli, atalarının mazlumu ezen, zalime ses çıkarmayan, gaspı, tecavüzü ve cinayeti makul gören uyduruk dinini bırakıp, yeni bir insan, yeni bir dünya kuran İslâm’a kavuştu!

Sağ beyin yarım küresini (sağ beyni) daha baskın kullananlara “sağcı” diyebiliriz: “Sağcılar ki, hem de ne sağcılar!” (Vâkıa, 8)

Şubat 2002’de tıp dergisi The Lancet, 7 yaşındaki bir kız çocuğu ile alâkalı önemli bir haber yayınladı. Kızcağız 3 yaşındayken beyin ameliyatı yapılarak hastalıklı sol beyin yarım küresi alınıyor. Konuşma ve dil öğrenme merkezleri sol beyinde bulunduğu için konuşamayacağı sanılıyor. 2002’de 7 yaşına basmış ki, iki dili de anadili gibi konuşuyor... Uzmanlara göre, “beynin sağ bölümü eksikliği fark etmiş, devreye girerek eksikliği tamamlamıştır”.

Uzmanlar, beyin gücünü sağ ve sol olarak ikiye ayırıyorlar. Bize göre üçüncü bir faaliyet şekli daha var: Sağ beynin önderliğinde bütününün faaliyette olması... Bu takdirde beyin hücreleri daha verimli çalışacak ve şaşılacak işler başarabilecektir. Meselâ sezgi ve hayâl yoluyla bahsedebildiğimiz fizik ötesi âlemler de müşâhade altına alınabilinecektir.

(Bu satırla beraber, ilk bölümdeki A ve B maddelerimizi bitirmiş olduk.)

C. Beynin korunması ve sağlığı

Beynin yaşlanmasını (küçülmesini) yavaşlatmak, hâfızamızı güçlendirmek, beyin gücünü arttırmak için yapılması gereken şartlar vardır.

C.1. Kafa travmalarından korunma

Günlük işlerde ve sportif faaliyetlerde düşme ve çarpmaya dikkat edilmeli. Darbe sonucu travmalardan en sık ölüm sebebi, kafa travmalarıdır. ABD’de her yıl ortalama 500 bin kişi bisiklet kazâları nedeniyle acile başvuruyor. Bunlardan 600’ü ölümle sonuçlanıyor. Üçte ikisi kafa travması nedeniyle... Araştırmalar, yüzde 85’inin uygun kask takmadığı için yaralandığını gösteriyor. Beyne darbe almak, ölüm olmasa bile beyninizin zedelenmesine, hasar almasına sebep olacaktır.

Futbol ve boks gibi sporlar da beyin için risk taşıyor. Topa kafa vururken, boksör yumruk yerken kafa darbe alıyor. ABD’de yapılan araştırmada, bir sezonda kolej liginde futbol oynayan talebelerin yüzde 60’ında, kafa travmasına bağlı beyin sarsıntısı şikâyetlerinin olduğu görüldü. Bu yüzden ailelerin çocuklarını futbola göndermemeye başladıkları bildiriliyor. Yapılan anketlerde suçluların yüzde 80’inde çocukken kafa travması geçirdikleri fark edildi. Çocuklar hareketli olduklarından, travma riski fazladır. Travmaların çocuğun korteksini bozduğu ve suça yönlendirdiği anlaşılmıştır.

C.2. Stresten korunma

Uzmanlar birçok rahatsızlığın temelinde “stresin” olduğunu söylüyor. Kronik stres, beynin yaşlanmasına ve güçsüzleşmesine neden olmaktadır. Günümüzde az çok hepimizin birtakım meselesi (problemi) vardır. Devamlı dert edinip zihninizi meşgul etmenin âlemi yok, faydası da. Dünyanın ölümlü olduğunu görün. Allah’a tevekkül edin!

C.3. Gürültüden korunma

Gürültü kirliliği; insanlar üzerinde menfi fizyolojik ve psikolojik etkiler meydana getiren sesler olarak tarif edilir. Dünya Sağlık Teşkilâtı, gürültü kirliliğini “günümüzün vebâsı” olarak nitelemektedir. Gürültünün kalp hastalıklarını ve kulak çınlamalarını arttırdığı biliniyor. Gürültülü bir ortamda devamlı kalmak stres yapıyor, beyninizi olumsuz etkiliyor. Bu çerçevede, şehir plânlaması yapılırken havaalanı, endüstri ve sanayi bölgeleri, toplu taşıma alanları ve yolları, iş ve ticâret merkezleri, konut ve park yerleri göz önüne alınarak değerlendirilmeli. Binalar yalıtımlı inşâ edilmeli, gerek iş yeri ve gerekse konutta, dışarıdan duyduğumuzda rahatsız olacağımız sesleri kendimiz çıkarmamaya gayret etmeliyiz.

C.4. İstirahat ve uyku

Sessizliğin beyin gelişimini hızlandırdığı tespit edilmiştir. 2013 yılındaki araştırmalar, 2 saat sessizliğe maruz kalmanın beynin öğrenme ve hâfıza merkezlerinde yeni hücrelerin oluşumunu tetiklediğini göstermiştir. Sessizlik, zihni rahatlatmak konusunda dinlendirici müzikten daha etkilidir. İstirahat hâlindeki sessizliğin beyin ve kalp sağlığını, metobolizma çalışmasını güçlendirdiği anlaşılmıştır.

Uykunuza dikkat edin! Beyin, derin uykuda âdeta kendini şarj etmektedir. Faydalı uyku, beyin ve vücût sağlığı için çok önemlidir. Eğer sabah kalktığınızda beyninizi zinde, vücûdunuzu dinlenmiş hissediyorsanız, uykunuz yaramış demektir. Aksi takdirde sorunlar var, ihmâl etmeyin, doktorunuza müracaat edin. Yetersiz uyku ise beyninizi etkiler, iradenizi zayıflatır, tepkileri yavaşlatır. En yararlı uyku, 23:00 ilâ 02:00 saatleri arasındadır. Beyindeki sinir hücreleri arasındaki bağların geliştirilmesi sağlanır. Gündüz öğrendikleriniz gece kayda geçer. Öğle istirahati faydalıdır. Koltuğunuzda da olsa, yarım saat de olsa kestirmeye bakın!

C.5. Alkol ve uyuşturucu maddeye dikkat!

Beyin, tek başına vücûdumuz için lüzumlu olan oksijenin yüzde 20’sini, glikozun yüzde 15-20’sini tüketir. Beyne 5-10 dakika yetersiz oksijen gitmesi durumunda kalıcı beyin hasarları oluşur. Alkol ve uyuşturucu madde, oksijenlenmeyi bozar. Bunların kullanıldığı durumda beyin kendini kasar, hücreler arası irtibat bozulur. Beyin yaşlanması hızlanır. Alkollü kimse, bundan dolayı ayıldığında sarhoşken olanları tam hatırlamaz. Eğer alkol yahut uyuşturucu madde kullanıyorsanız, düşman aramanıza gerek yok. Çünkü hayatınıza kendiniz kastediyorsunuz demektir. Antidepresan haplarını da mümkün mertebe kullanmamak lâzım.

C.6. Beslenmeye özen göstermeli

“Bugün ne yemeliyim?” diye fazla düşünmeye gerek yok. Alt beyniniz ihtiyacı olduğu besinleri (maddeleri) iştah ve iç çekme olarak size bildirecektir. Eğer düşüncenizde yokken bazı meyve ve yemekleri canınız çekmiş ise, vücûdunuzun onlardaki maddelere ihtiyacı var demektir. Hemen karşılamalısınız!

Başta beyin olmak üzere vücûdumuza faydalı besinler vardır.

Ceviz: Mucize bir besindir. Dış kabuğu alınmış bütün bir cevize bakacak olursanız, tıpkı beynimize benzediğini görürsünüz. Bu, Yaratıcı’nın bize sunduğu bir işarettir. Diğer besinlerde bulunmayan gümüş ve solezyum, cevize konulmuştur. Beyin sağlığı için lüzumlu olan gümüş, beyin dokusu tarafından kullanılır. Gümüş ve selenyum, bilhassa çocuklarda zekâ gelişimi için gereklidir. Cevizde sodyum, klor, magnezyum, potasyum, çinko, kalsiyum, demir, fosfor, bakır mineralleri de bulunur. A, B1, B2, B6, B7, E, H, C vitaminleri ve ala, Omega-3, folikasit, fitikasit, yağ asitleri vardır. Ceviz iyi bir antioksidan ve antidepresandır.

Mineral çeşitliliğine dair önemli bir hususa deyinmek istiyoruz: Vücûdumuzda, yeryüzündeki bütün temel elementler bulunur. Bu, topraktan yaratıldığımızın delilidir. Âdem (aleyhisselâm) milyonlarca yıl önce yeryüzünün muhtelif yerlerinden alınan toprakla oluşturulmuş hamurdan özel olarak yaratılmıştır. İnorganik olan hamur, (yeryüzünde değil, yer kürenin dışındaki özel mekânda) organik hâle dönüştürülmüştür. Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de bunu bize bildiriyor. Bakmayın siz son zamanlarda ilâhiyatçıların da katıldığı hayvandan gelme Evrim masalına! Evrim, bitki ve hayvan türleri için (o da söylendiği gibi değil) câridir.

“Bugün ne yemeliyim?” diye fazla düşünmeye gerek yok. Alt beyniniz ihtiyacı olduğu besinleri (maddeleri) iştah ve iç çekme olarak size bildirecektir. 

Ey insan, sen özel yaratıldın, kıymetini bil ve nimetinden dolayı Rabbine şükret!

Ayrıca küçük boyutlu balıklar tercih edilmeli. Yoğun çalışma ve B12 eksikliğine karşı yoğurt, peynir ve yumurta tüketilmeli. Aynı zamanda sebze ve meyvelerin, özellikle yaban mersininin hâfızayı güçlendirdiği belirtiliyor. ABD’deki Baylor Üniversitesi Tıp Merkezi’nden Dion Graybcal, kötü beslenmenin damar hastalıklarına yol açtığını ifade ediyor. Damar hastalıklarının ömrün kısalmasında, beynin kapasitesinin düşmesinde doğrudan etkisi var. Çünkü damarlar sayesinde beyindeki ve vücûttaki hücrelere oksijen ve enerji taşınır. Damarlar tıkalı veya daralmış olursa taşıma işlemi yapılamaz. Tabiî terayağ hâriç, katı yağ kullanılmamalı bunun için.

Bir de ağır spordan kaçınmak lâzım. Futbol ve boks sporlarının kafa travmalarına yol açtığını bölüm başında ele almıştık. Günümüzde revaçta olan koşu sporuna dikkati çekeriz. Koşarken fazla oksijene ihtiyaç olması nedeniyle kalbin daha hızlı tempoda çalışması gerekir. Bu ise sürprizler yapabilir. Tanınmış bir iş adamının mutat günlük koşusunu yaparken kalbinin durduğu haber olmuştu. Koşmak yerine, açık havada yürüyüş yapmak lâzım. Kendimizi fazla yormadan kültür fizik hareketleri yapmak, oksijeni bol alanlarda yürüyüş yapmak da faydalı. Beden hareketlerinin yanında beyin jimnastiği de yapılmalı. Problemler, bulmacalar çözümlemeli; resim ve müzik gibi sanatsal faaliyetlerde bulunulmalı.

C.8. İlim tahsil etmek

Yeni bilgiler öğrenmek, beyin kayıt merkezlerinin gelişmesine yardımcı olur. Yabancı dil öğrenimi bu konuda çok faydalıdır. İmâm-ı Gazalî, “İhya” adlı eserinde şu hadîs-i şerîfi bildiriyor: “İlim öğrenmek, her Müslümana farzdır.” Aynı eserde Hazreti Ali’den (radiyallahü anh) şu nakil yapılıyor: “İlim, maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen korursun, fakat ilim seni korur. İlim hâkim, mal mahkûmdur. Mal sarf etmekle azalır, ilim sarfiyatla çoğalır.”

Yine aynı eserde Îsâ’nın (aleyhisselâm) şöyle buyurduğu beyan ediliyor: “Kim ki öğrenir, öğrendiği ile amel eder ve öğretirse, semavatta (göklerde) tazimle anılır.”

D. Beyin dalgaları

20’nci yüzyıl başlarında beynin, faaliyetleri esnasında elektrik sinyalleri yaydığı anlaşıldı. Bu sinyallere “beyin dalgaları” deniliyor. Dalga frekansları, adını Alman fizikçi H. Rudolf Hertz’den alınan “Hz” (Hertz) birimi ile ifade ediliyor. Hertz, saniyede bir devirdir. Aynı değer “1 Cps” (cycle per second) olarak da kullanılır. Bu dalgalar 1 voltun milyonda biri kadar voltaja sahiptir. Beyinden yayılan sinyaller, kafatasına bağlanan ve adına “Elektroensefalogram, EEG” denen aletlerle ölçülebiliyor. Bugün bilindiği kadarıyla beş tip dalga şeklinden söz edilebiliyor: A (Alfa), B (Beta), D (Delta), G (Gama) ve T (Teta).


Tablo-1’de görüldüğü üzere, faal durumdan pasif duruma geçişlerde frekanslar düşmektedir. Altlardan sıra atlayarak üst frekanslara geçiş olursa stres oluşur. Mesela D seviyesinden A’ya geçişte olduğu gibi, uyuyan birini sarsarak (veya bağırarak) uyandırırsak sıkıntı olur. Depresyona girebilir. Yavaş hareketle, yumuşak sesle uyandırmak lâzım.

Almanya’da yapılan çalışmalarda, EEG ile tespit edilen beyin dalgalarını bilgisayar programında veri olarak kullanıyorlar. Program, hangi dalganın hangi harekete tekabül ettiği şeklinde dizayn edilmiş. Beyin dalgaları çok karışık olmakla birlikte basit hareketlerde bulunabiliyor. Meselâ, kişi sağ ayağını mı atacak, sol ayağını mı atacak, sağ elini mi, yoksa sol elini mi kaldıracak, önceden bilinebiliyor. Rochester Üniversitesi’nde (ABD) beyin dalgalarıyla televizyonu uzaktan kumanda eden programlar geliştirildiği bildirilmektedir. Yani kişi televizyonu açmayı düşündüğünde, cihaz açılıyor. Tersi durumda da kapatılabiliyor. Almanya’da da benzer çalışmalar yapılmış ve felçli bir hastaya beyin gücüyle bir cümle yazdırılmıştır.

Bu nevi araştırmalar, hareket edemeyen yatalak hastalar için kendi ihtiyaçlarını giderebilecekleri duruma gelebileceklerine dair ümit vermektedir.

Yetersiz uyku beyninizi etkiler, iradenizi zayıflatır, tepkileri yavaşlatır. En yararlı uyku, 23:00 ilâ 02:00 saatleri arasındadır. Beyindeki sinir hücreleri arasındaki bağların geliştirilmesi sağlanır. Gündüz öğrendikleriniz gece kayda geçer. 

Son zamanlarda 30 Hz üzerinde G dalgalarından bahsedilmektedir. Saniyede 40 devir frekanslı olanlarına rastlanmış, bunları daha çok entelektüel düşünceye sahip beyinlerin istihsal edebileceği ifade edilmiştir. Bütün bu araştırmalar Batılı fen adamları tarafından yapıldığından, keşfedilen dalga boylarının maddî plânda kaldığını söyleyelim. Bilinmeyen bilmem ne kadar “mâna dalgasının” mahfuz tutulduğunu hatırlatmakta yarar var!

Dikkat çekici diğer bir husus, alt beyinlerin birbirleri ile olan irtibatıdır. Tavşanlar üzerinde şöyle bir deney yapılıyor: Yavru tavşan annesinden alınarak uzak bir mekânda saklı tutuluyor ve bulunduğu kafeste korkutuluyor. Yavrunun panikleyerek sağa sola kaçıştığı sırada, o âna kadar kafesinde sakin sakin duran ana tavşanın huzursuzlanarak hareketlendiği gözleniyor. Yavru tavşanın beyninin imdat sinyalleri verdiği, annenin de bunu hissettiği anlaşılıyor. Benzer durum insanlar arasında daha kuvvetli bir şekilde câridir. Bunu siz de zaman zaman yaşamışsınızdır. Tanıdığınız birini düşünüyorsunuz, o anda telefon çalıyor ve bakıyorsunuz ki, arayan, düşündüğünüz kişi...

Beyin kapasitesi yüksek şahsiyetlerde bu husus daha şiddetlidir. Telefona gerek kalmadan, beyinler arası haberleşme mümkün. Hattâ göz kapatılırsa, muhatabı görmek de mümkün. “A, amma da abarttınız!” demeyiniz. Biz kulağımızla duymuyor, gözümüzle görmüyoruz. Kulak ve göz sadece birer vâsıta. Duyma ve görme hâdisesi beyinde cereyan etmektedir. Kulak ve gözden gelen sinirler, beyindeki merkezlere taşıma görevi yaparlar. Duyan ve görense beyindir. Beyin gücü yeterli ise, dalgalar vâsıtası ile aynı işlemler gerçekleştirilebilir.


Bir yerleşim yerindeki (kasaba, şehir) bir insan acı çektiğinde, o kimsenin alt beyni, etrafa yardım sinyalleri gönderir. Bundan o kişinin haberi yoktur. Bu sinyalleri bütün alt beyinler alır, üst beyne iletirler. Üst beynin gelişme derecesine göre “mesaj” değerlendirilir. Çoğunlukla farkına varılmaz. Fakat beynin kendi içindeki bu çelişki, “şuuruna” sıkıntı olarak yansır. Kişi, anlam veremediği bir “huzursuzluk” hâli yaşar. Huzursuzluğun şiddeti ve süresi, gelen sinyalin şiddetine, sinyali alan beynin gelişme derecesine bağlıdır. Kişi, “Sıhhatliyim, mâlî durumum iyi, geçim derdim yok, herhangi bir meselem de yok, canım niçin sıkılıyor, içim niye daralıyor?” der. Bilse, filanca yerde acı çeken, ıstırap duyan bir insan sebebiyledir bu. Bilse, oraya gidip ona yardım etse, meselesini hâlletse, sevindirse, hem sıkıntısı gidecek, hem kalbi ferahlayacaktır. Yardımından dolayı “amel defterine” tutulan kayıtlar da cabası...

O hâlde çevremizdeki sosyal meselelere bigâne kalamayız. Her şeyden önce, “insan” olarak yaratılmış olmanın getirdiği mesuliyet var! Sonra kendi sağlığımız ve huzurumuza karşı da mesuliyetimiz var. “Aman, bana ne başkasının derdinden, acısından?!” diyemeyiz. Diyenler, diyebilecek olanlar, beyinlerinin nasırlaşmış olup olmadığına baksınlar! Zira hayvanların korteksi yoktur. Beyinleri düzdür.

Düşünün, bir şehrin birçok yerinde insanlar acı çekiyor. Şehrin mimarisinin haşmetinin ne önemi var? Acı sinyalleri şehrin her mekânını kaplamış ve sağduyu, hoşgörü, sevgi dalgalarını titreşim altına almaya başlamış... Beyin dalga frekanslarının değişimlerinin “stres” doğurduğuna temas etmiştik; sürekli stres ise nefreti, şiddeti beraberinde getirir. Bu olumsuz dalgalanmalar şehri/bölgeyi aşıp memleket sathına yayılabilir.

Yer küresini bir yerleşim yeri olarak düşünün. Yeryüzünün herhangi bir yerinde insanlar toplu olarak işkence görüyor, darp ediliyor ve katlediliyorsa kirlilik tüm atmosfere yayılır, bütün insanlar bundan etkilenir. Milletler, sosyal müesseseler, devletler bu zulme müdahale etmelidirler. Zulüm durmalı, acılar telâfi edilmeye çalışılmalıdır.

Gelişmiş devletlerin gelişmişlik hâlleri kasalarının hacimlerinin artışlarından ibaret ise, siyâsî menfaatler ve diplomatik manevralar yaptırıyorsa durum ne olacak? Gelişmemiş devletlerin birleşerek, kanayan her yaraya merhem olmaları lâzımdır. Gelişmiş (zenginleşmiş) devletlerin, iktidarları için kurmuş oldukları beynelminel (vazo) teşkilâtlar çöpe atılmalı, yeryüzü adaletinin tesisi için beklenen “birliktelik” meydana getirilmelidir.


Peki, hiç kimse buna teşebbüs etmezse? Hayır, zulüm devamlı hüküm süremez! Hiçbir şey yapılmıyor ise, Âlemlerin Rabbi olan Allah-u Teâlâ’nın, kirlenen yeryüzünün temizlenmesi için, Nuh kavminin duçar olduğu temizlik hareketine maruz bırakmayacağını kim söyleyebilir?