
“SEN kendini küçük bir şey mi
sanırsın, sende en büyük âlemler mündemiçtir.” (İlim Şehrinin kapısı
Ali Bin Ebû Tâlib, radiyallahu anhu)
Geçtiğimiz ay başladığımız “Beyin”
başlıklı çalışmamıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. İlk bölümde beyindeki
bölümlerini fonksiyonlarını arz etmiş, hikmet dairesinde bu organın hangi
niteliklerle donatıldığına dair değerlendirmelerimizi çalışmamızın ikinci
bölümüne taşıyacağımızı ifade etmiştik. Allah’ın (cc) izniyle kaldığımız yerden
devam edelim…
Tüm insanlığa hidâyet nûru olan
Kur’ân-ı Kerim, beyinde bulunan sağ ve sol loblardan bahisle, bu iki beyin
bölümünün kendilerine ait güçlerine temas etmekte, sağ ve sol mefhumları
hakkında beyanda bulunmaktadır. Sağ-sol mefhumunu sınıfsal karşıtlığa mânâ
vererek yapılan tefsirler doğru değildir. Bizim beyin mevzuunda anlatmak
istediğimizle alâkalı görülmektedir.
Câhiliye Devri’nde yeryüzü, iman ve
beşerî münasebetlerde karanlıklara gömülmüştü. Kitabî dinler tahrif olmuş, din
sınıfının hâkimiyetinde, dünya meta hâline dönüştürülmüştü. Diğer coğrafî
bölgelerde putpereslik câri idi. Kâhinlerin, büyücülerin nezâretinde, tahta ve
taşlardan yapılan şekillendirmelere ilâhlık pâyesi verilmekteydi. Kimi
milletler, ilâhların yerde değil de gökte olabileceği zannıyla Ay’a, Güneş’e,
yıldızlara tapıyorlardı. Bunlardaki ortak görüş, ilâhlarının elle tutulur,
gözle görülür nesne olmasıdır. Hattâ ticaret malı gibi alınır satılır
durumundaydı.
Yollarının kesiştiği Mekke
bölgesinde de benzer câhiliyet hüküm sürüyordu. İbrâhim’in (aleyhisselâm) Tevhid
dini bozulmuş, Kâbe-i Şerîf’in ise kudsiyetinden başka bir özelliği kalmamıştı.
Bölge halkının Kâbe’ye olan saygısından istifâde eden bir grup uyanık Mekkeli,
civar kabilelerden getirdikleri putları içine doldurdular. Üç yüz küsur put
bolluğu vardı ki bunların dördü meşhurdu. Câzibe merkezi hâline getirdikleri
Mekke’de, kurmuş oldukları pazarlarda ticâret yaparak zenginleşiyorlardı. İlâh
enflasyonunun arttığı, dinin ticâret ve sömürü aracı olarak kullanıldığı, kız
çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, gaspın, tecavüzün ve cinayetin meşru
sayıldığı, zulüm ve cehâletin zirve yaptığı bir dönemde İslâm hakikati
yankılandı: “Lâ ilâhe illâ-Allah”...
Mekkeli müşrikler de Allah’a
inanıyorlardı. Fakat Allah hakkında, yarattıktan sonra kullarına karışmadığı
inancındaydılar. Âhiret inançları yoktu. “Öldükten sonra bu çürüyen kemikleri
kim diriltir?” diyorlardı. Yani deist idiler. Beri yandan, uydurulmuş birçok
putu ilâh olarak kabul ediyorlardı. Onun için “Allah’tan başka ilâh yok”
imanına şiddetle karşı çıktılar.
Bazıları da sırf zenginliklerini
tehlikede gördükleri için “Bir Yaratıcı”yı kabul etmediler. Civar kabilelere, “Kâbe’deki
putlarınızı başınıza çalıp defolun” demek, Mekke pazarlarında müşteri kaybetmek
demektir. Sonra, “Bu yeniliğe, bu yeni dine ne lüzum vardı?” dediler. İslâm
dini, Kelime-i Tevhid inancından başka, namaz, oruç ve zekât gibi kurallar
getiriyordu. Hele zekâtı hiç kabullenemediler! Neden kendi zenginliklerini
etrafa dağıtsınlardı ki? Hem de karşılığında bir menfaat olmadan... Bu, düpedüz
enayilikti(!)...
Hem yoksul ile zenginin, köle ile
efendinin, gariban ile şöhretlinin, hele kadınlar ile erkeklerin İslâm
akîdesinde eşit olmalarını anlamıyorlardı. Veya anlamak istemiyorlardı. Ne
lüzum vardı bütün bu sıkıntılara? Atalarından beri gelen din, âdet ve örf
yeterliydi. Dikkat edilirse, bu harekât ve düşünce tarzı, sol beyin karakteri
ile tıpatıp örtüşüyor. Mekkeli müşrikleri ve aynı duruşu sergileyen
diğerlerini, sol beyni baskın çıkan kişiler olarak değerlendirebiliriz. Yani
bunlar, beyin faaliyet literatüründe “solcudurlar”: “Solcular ki, hem de ne solcular!” (Vâkıa, 9)
Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde, “Düşünmez misiniz?”, “Akletmez misiniz?”, “Tefekkür etmez misiniz?” tarzındaki sorularla akıl yürütmeyi, düşünmeyi, yanlışla doğruyu tefrik etmeyi esas alan uyarışlar var.
Doğru düşünce, doğru muhakeme, “sağduyu”
olarak vasıflandırılır. Kişi etrafına bakar, yeryüzünü, Ay’ı, Güneş’i,
yıldızları görür. Bunların bir zaman mevcût olmadıklarını, belli bir zaman da
(kıyametle) yok olacaklarını düşünür. Yeni yaratılışı, mahşer gününü,
sorgu-suali, Cennet-Cehennem’i tahayyül eder… Bu zihnî faaliyetler, sezgi ve
duygu yüklü kabiliyetlerdir. Beynin sağ yarım küresinin çalışma alanına girer.
Kur’ân-ı Kerîm’in insanı ve kâinatı okuyan, temizliğe, dürüstlüğe, adâlete,
velhasıl “güzel ahlâka” çağıran âyetlerini duyan sağduyulu bir kısım Mekkeli,
atalarının mazlumu ezen, zalime ses çıkarmayan, gaspı, tecavüzü ve cinayeti
makul gören uyduruk dinini bırakıp, yeni bir insan, yeni bir dünya kuran
İslâm’a kavuştu!
Sağ beyin yarım küresini (sağ beyni)
daha baskın kullananlara “sağcı” diyebiliriz: “Sağcılar ki, hem de ne sağcılar!” (Vâkıa, 8)
Şubat 2002’de tıp dergisi The
Lancet, 7 yaşındaki bir kız çocuğu ile alâkalı önemli bir haber yayınladı.
Kızcağız 3 yaşındayken beyin ameliyatı yapılarak hastalıklı sol beyin yarım
küresi alınıyor. Konuşma ve dil öğrenme merkezleri sol beyinde bulunduğu için
konuşamayacağı sanılıyor. 2002’de 7 yaşına basmış ki, iki dili de anadili gibi
konuşuyor... Uzmanlara göre, “beynin sağ bölümü eksikliği fark etmiş, devreye girerek
eksikliği tamamlamıştır”.
Uzmanlar, beyin gücünü sağ ve sol
olarak ikiye ayırıyorlar. Bize göre üçüncü bir faaliyet şekli daha var: Sağ
beynin önderliğinde bütününün faaliyette olması... Bu takdirde beyin hücreleri
daha verimli çalışacak ve şaşılacak işler başarabilecektir. Meselâ sezgi ve
hayâl yoluyla bahsedebildiğimiz fizik ötesi âlemler de müşâhade altına
alınabilinecektir.
(Bu
satırla beraber, ilk bölümdeki A ve B maddelerimizi bitirmiş olduk.)
C.
Beynin korunması ve sağlığı
Beynin
yaşlanmasını (küçülmesini) yavaşlatmak, hâfızamızı güçlendirmek, beyin gücünü
arttırmak için yapılması gereken şartlar vardır.
C.1. Kafa travmalarından korunma
Günlük
işlerde ve sportif faaliyetlerde düşme ve çarpmaya dikkat edilmeli. Darbe
sonucu travmalardan en sık ölüm sebebi, kafa travmalarıdır. ABD’de her yıl
ortalama 500 bin kişi bisiklet kazâları nedeniyle acile başvuruyor. Bunlardan
600’ü ölümle sonuçlanıyor. Üçte ikisi kafa travması nedeniyle... Araştırmalar,
yüzde 85’inin uygun kask takmadığı için yaralandığını gösteriyor. Beyne darbe
almak, ölüm olmasa bile beyninizin zedelenmesine, hasar almasına sebep
olacaktır.
Futbol
ve boks gibi sporlar da beyin için risk taşıyor. Topa kafa vururken, boksör
yumruk yerken kafa darbe alıyor. ABD’de yapılan araştırmada, bir sezonda kolej
liginde futbol oynayan talebelerin yüzde 60’ında, kafa travmasına bağlı beyin
sarsıntısı şikâyetlerinin olduğu görüldü. Bu yüzden ailelerin çocuklarını
futbola göndermemeye başladıkları bildiriliyor. Yapılan anketlerde suçluların
yüzde 80’inde çocukken kafa travması geçirdikleri fark edildi. Çocuklar
hareketli olduklarından, travma riski fazladır. Travmaların çocuğun korteksini
bozduğu ve suça yönlendirdiği anlaşılmıştır.
C.2. Stresten korunma
Uzmanlar
birçok rahatsızlığın temelinde “stresin” olduğunu söylüyor. Kronik stres,
beynin yaşlanmasına ve güçsüzleşmesine neden olmaktadır. Günümüzde az çok
hepimizin birtakım meselesi (problemi) vardır. Devamlı dert edinip zihninizi
meşgul etmenin âlemi yok, faydası da. Dünyanın ölümlü olduğunu görün. Allah’a
tevekkül edin!
C.3. Gürültüden korunma
Gürültü
kirliliği; insanlar üzerinde menfi fizyolojik ve psikolojik etkiler meydana
getiren sesler olarak tarif edilir. Dünya Sağlık Teşkilâtı, gürültü kirliliğini
“günümüzün vebâsı” olarak nitelemektedir. Gürültünün kalp hastalıklarını ve
kulak çınlamalarını arttırdığı biliniyor. Gürültülü bir ortamda devamlı kalmak
stres yapıyor, beyninizi olumsuz etkiliyor. Bu çerçevede, şehir plânlaması yapılırken
havaalanı, endüstri ve sanayi bölgeleri, toplu taşıma alanları ve yolları, iş
ve ticâret merkezleri, konut ve park yerleri göz önüne alınarak
değerlendirilmeli. Binalar yalıtımlı inşâ edilmeli, gerek iş yeri ve gerekse
konutta, dışarıdan duyduğumuzda rahatsız olacağımız sesleri kendimiz
çıkarmamaya gayret etmeliyiz.
C.4. İstirahat ve uyku
Sessizliğin
beyin gelişimini hızlandırdığı tespit edilmiştir. 2013 yılındaki araştırmalar,
2 saat sessizliğe maruz kalmanın beynin öğrenme ve hâfıza merkezlerinde yeni
hücrelerin oluşumunu tetiklediğini göstermiştir. Sessizlik, zihni rahatlatmak
konusunda dinlendirici müzikten daha etkilidir. İstirahat hâlindeki sessizliğin
beyin ve kalp sağlığını, metobolizma çalışmasını güçlendirdiği anlaşılmıştır.
Uykunuza dikkat
edin!
Beyin, derin uykuda âdeta kendini şarj etmektedir. Faydalı uyku, beyin ve vücût
sağlığı için çok önemlidir. Eğer sabah kalktığınızda beyninizi zinde, vücûdunuzu
dinlenmiş hissediyorsanız, uykunuz yaramış demektir. Aksi takdirde sorunlar
var, ihmâl etmeyin, doktorunuza müracaat edin. Yetersiz uyku ise beyninizi
etkiler, iradenizi zayıflatır, tepkileri yavaşlatır. En yararlı uyku, 23:00 ilâ
02:00 saatleri arasındadır. Beyindeki sinir hücreleri arasındaki bağların
geliştirilmesi sağlanır. Gündüz öğrendikleriniz gece kayda geçer. Öğle
istirahati faydalıdır. Koltuğunuzda da olsa, yarım saat de olsa kestirmeye
bakın!
C.5.
Alkol ve uyuşturucu maddeye dikkat!
Beyin,
tek başına vücûdumuz için lüzumlu olan oksijenin yüzde 20’sini, glikozun yüzde 15-20’sini
tüketir. Beyne 5-10 dakika yetersiz oksijen gitmesi durumunda kalıcı beyin
hasarları oluşur. Alkol ve uyuşturucu madde, oksijenlenmeyi bozar. Bunların
kullanıldığı durumda beyin kendini kasar, hücreler arası irtibat bozulur. Beyin
yaşlanması hızlanır. Alkollü kimse, bundan dolayı ayıldığında sarhoşken olanları
tam hatırlamaz. Eğer alkol yahut uyuşturucu madde kullanıyorsanız, düşman
aramanıza gerek yok. Çünkü hayatınıza kendiniz kastediyorsunuz demektir.
Antidepresan haplarını da mümkün mertebe kullanmamak lâzım.
C.6. Beslenmeye özen göstermeli
“Bugün
ne yemeliyim?” diye fazla düşünmeye gerek yok. Alt beyniniz ihtiyacı olduğu
besinleri (maddeleri) iştah ve iç çekme olarak size bildirecektir. Eğer
düşüncenizde yokken bazı meyve ve yemekleri canınız çekmiş ise, vücûdunuzun
onlardaki maddelere ihtiyacı var demektir. Hemen karşılamalısınız!
Başta
beyin olmak üzere vücûdumuza faydalı besinler vardır.
Ceviz:
Mucize bir besindir. Dış kabuğu alınmış bütün bir cevize bakacak olursanız,
tıpkı beynimize benzediğini görürsünüz. Bu, Yaratıcı’nın bize sunduğu bir işarettir.
Diğer besinlerde bulunmayan gümüş ve solezyum, cevize konulmuştur. Beyin
sağlığı için lüzumlu olan gümüş, beyin dokusu tarafından kullanılır. Gümüş ve
selenyum, bilhassa çocuklarda zekâ gelişimi için gereklidir. Cevizde sodyum,
klor, magnezyum, potasyum, çinko, kalsiyum, demir, fosfor, bakır mineralleri de
bulunur. A, B1, B2, B6, B7, E, H, C vitaminleri ve ala, Omega-3, folikasit,
fitikasit, yağ asitleri vardır. Ceviz iyi bir antioksidan ve antidepresandır.
Mineral çeşitliliğine dair önemli bir hususa deyinmek istiyoruz: Vücûdumuzda, yeryüzündeki bütün temel elementler bulunur. Bu, topraktan yaratıldığımızın delilidir. Âdem (aleyhisselâm) milyonlarca yıl önce yeryüzünün muhtelif yerlerinden alınan toprakla oluşturulmuş hamurdan özel olarak yaratılmıştır. İnorganik olan hamur, (yeryüzünde değil, yer kürenin dışındaki özel mekânda) organik hâle dönüştürülmüştür. Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de bunu bize bildiriyor. Bakmayın siz son zamanlarda ilâhiyatçıların da katıldığı hayvandan gelme Evrim masalına! Evrim, bitki ve hayvan türleri için (o da söylendiği gibi değil) câridir.
“Bugün ne yemeliyim?” diye fazla düşünmeye gerek yok. Alt beyniniz ihtiyacı olduğu besinleri (maddeleri) iştah ve iç çekme olarak size bildirecektir.
Ey insan, sen özel
yaratıldın, kıymetini bil ve nimetinden dolayı Rabbine şükret!
Ayrıca
küçük boyutlu balıklar tercih edilmeli. Yoğun çalışma ve B12 eksikliğine karşı
yoğurt, peynir ve yumurta tüketilmeli. Aynı zamanda sebze ve meyvelerin,
özellikle yaban mersininin hâfızayı güçlendirdiği belirtiliyor. ABD’deki Baylor
Üniversitesi Tıp Merkezi’nden Dion Graybcal, kötü beslenmenin damar
hastalıklarına yol açtığını ifade ediyor. Damar hastalıklarının ömrün
kısalmasında, beynin kapasitesinin düşmesinde doğrudan etkisi var. Çünkü damarlar
sayesinde beyindeki ve vücûttaki hücrelere oksijen ve enerji taşınır. Damarlar
tıkalı veya daralmış olursa taşıma işlemi yapılamaz. Tabiî terayağ hâriç, katı
yağ kullanılmamalı bunun için.
Bir
de ağır spordan kaçınmak lâzım. Futbol ve boks sporlarının kafa travmalarına
yol açtığını bölüm başında ele almıştık. Günümüzde revaçta olan koşu sporuna
dikkati çekeriz. Koşarken fazla oksijene ihtiyaç olması nedeniyle kalbin daha
hızlı tempoda çalışması gerekir. Bu ise sürprizler yapabilir. Tanınmış bir iş
adamının mutat günlük koşusunu yaparken kalbinin durduğu haber olmuştu. Koşmak
yerine, açık havada yürüyüş yapmak lâzım. Kendimizi fazla yormadan kültür fizik
hareketleri yapmak, oksijeni bol alanlarda yürüyüş yapmak da faydalı. Beden
hareketlerinin yanında beyin jimnastiği de yapılmalı. Problemler, bulmacalar
çözümlemeli; resim ve müzik gibi sanatsal faaliyetlerde bulunulmalı.
C.8. İlim tahsil etmek
Yeni
bilgiler öğrenmek, beyin kayıt merkezlerinin gelişmesine yardımcı olur. Yabancı
dil öğrenimi bu konuda çok faydalıdır. İmâm-ı Gazalî, “İhya” adlı eserinde şu
hadîs-i şerîfi bildiriyor: “İlim
öğrenmek, her Müslümana farzdır.” Aynı eserde Hazreti Ali’den (radiyallahü
anh) şu nakil yapılıyor: “İlim, maldan
hayırlıdır. Çünkü malı sen korursun, fakat ilim seni korur. İlim hâkim, mal
mahkûmdur. Mal sarf etmekle azalır, ilim sarfiyatla çoğalır.”
Yine
aynı eserde Îsâ’nın (aleyhisselâm) şöyle buyurduğu beyan ediliyor: “Kim ki öğrenir, öğrendiği ile amel eder ve
öğretirse, semavatta (göklerde) tazimle anılır.”
D.
Beyin dalgaları
20’nci yüzyıl başlarında beynin, faaliyetleri esnasında elektrik sinyalleri yaydığı anlaşıldı. Bu sinyallere “beyin dalgaları” deniliyor. Dalga frekansları, adını Alman fizikçi H. Rudolf Hertz’den alınan “Hz” (Hertz) birimi ile ifade ediliyor. Hertz, saniyede bir devirdir. Aynı değer “1 Cps” (cycle per second) olarak da kullanılır. Bu dalgalar 1 voltun milyonda biri kadar voltaja sahiptir. Beyinden yayılan sinyaller, kafatasına bağlanan ve adına “Elektroensefalogram, EEG” denen aletlerle ölçülebiliyor. Bugün bilindiği kadarıyla beş tip dalga şeklinden söz edilebiliyor: A (Alfa), B (Beta), D (Delta), G (Gama) ve T (Teta).
Tablo-1’de
görüldüğü üzere, faal durumdan pasif duruma geçişlerde frekanslar düşmektedir.
Altlardan sıra atlayarak üst frekanslara geçiş olursa stres oluşur. Mesela D
seviyesinden A’ya geçişte olduğu gibi, uyuyan birini sarsarak (veya bağırarak)
uyandırırsak sıkıntı olur. Depresyona girebilir. Yavaş hareketle, yumuşak sesle
uyandırmak lâzım.
Almanya’da
yapılan çalışmalarda, EEG ile tespit edilen beyin dalgalarını bilgisayar
programında veri olarak kullanıyorlar. Program, hangi dalganın hangi harekete
tekabül ettiği şeklinde dizayn edilmiş. Beyin dalgaları çok karışık olmakla
birlikte basit hareketlerde bulunabiliyor. Meselâ, kişi sağ ayağını mı atacak,
sol ayağını mı atacak, sağ elini mi, yoksa sol elini mi kaldıracak, önceden
bilinebiliyor. Rochester Üniversitesi’nde (ABD) beyin dalgalarıyla televizyonu
uzaktan kumanda eden programlar geliştirildiği bildirilmektedir. Yani kişi
televizyonu açmayı düşündüğünde, cihaz açılıyor. Tersi durumda da
kapatılabiliyor. Almanya’da da benzer çalışmalar yapılmış ve felçli bir hastaya
beyin gücüyle bir cümle yazdırılmıştır.
Bu
nevi araştırmalar, hareket edemeyen yatalak hastalar için kendi ihtiyaçlarını
giderebilecekleri duruma gelebileceklerine dair ümit vermektedir.
Yetersiz uyku beyninizi etkiler, iradenizi zayıflatır, tepkileri yavaşlatır. En yararlı uyku, 23:00 ilâ 02:00 saatleri arasındadır. Beyindeki sinir hücreleri arasındaki bağların geliştirilmesi sağlanır. Gündüz öğrendikleriniz gece kayda geçer.
Son
zamanlarda 30 Hz üzerinde G dalgalarından bahsedilmektedir. Saniyede 40 devir
frekanslı olanlarına rastlanmış, bunları daha çok entelektüel düşünceye sahip
beyinlerin istihsal edebileceği ifade edilmiştir. Bütün bu araştırmalar Batılı
fen adamları tarafından yapıldığından, keşfedilen dalga boylarının maddî plânda
kaldığını söyleyelim. Bilinmeyen bilmem ne kadar “mâna dalgasının” mahfuz tutulduğunu
hatırlatmakta yarar var!
Dikkat
çekici diğer bir husus, alt beyinlerin birbirleri ile olan irtibatıdır.
Tavşanlar üzerinde şöyle bir deney yapılıyor: Yavru tavşan annesinden alınarak
uzak bir mekânda saklı tutuluyor ve bulunduğu kafeste korkutuluyor. Yavrunun
panikleyerek sağa sola kaçıştığı sırada, o âna kadar kafesinde sakin sakin
duran ana tavşanın huzursuzlanarak hareketlendiği gözleniyor. Yavru tavşanın
beyninin imdat sinyalleri verdiği, annenin de bunu hissettiği anlaşılıyor.
Benzer durum insanlar arasında daha kuvvetli bir şekilde câridir. Bunu siz de
zaman zaman yaşamışsınızdır. Tanıdığınız birini düşünüyorsunuz, o anda telefon
çalıyor ve bakıyorsunuz ki, arayan, düşündüğünüz kişi...
Beyin kapasitesi yüksek şahsiyetlerde bu husus daha şiddetlidir. Telefona gerek kalmadan, beyinler arası haberleşme mümkün. Hattâ göz kapatılırsa, muhatabı görmek de mümkün. “A, amma da abarttınız!” demeyiniz. Biz kulağımızla duymuyor, gözümüzle görmüyoruz. Kulak ve göz sadece birer vâsıta. Duyma ve görme hâdisesi beyinde cereyan etmektedir. Kulak ve gözden gelen sinirler, beyindeki merkezlere taşıma görevi yaparlar. Duyan ve görense beyindir. Beyin gücü yeterli ise, dalgalar vâsıtası ile aynı işlemler gerçekleştirilebilir.
Bir
yerleşim yerindeki (kasaba, şehir) bir insan acı çektiğinde, o kimsenin alt
beyni, etrafa yardım sinyalleri gönderir. Bundan o kişinin haberi yoktur. Bu
sinyalleri bütün alt beyinler alır, üst beyne iletirler. Üst beynin gelişme
derecesine göre “mesaj” değerlendirilir. Çoğunlukla farkına varılmaz. Fakat beynin
kendi içindeki bu çelişki, “şuuruna” sıkıntı olarak yansır. Kişi, anlam
veremediği bir “huzursuzluk” hâli yaşar. Huzursuzluğun şiddeti ve süresi, gelen
sinyalin şiddetine, sinyali alan beynin gelişme derecesine bağlıdır. Kişi,
“Sıhhatliyim, mâlî durumum iyi, geçim derdim yok, herhangi bir meselem de yok,
canım niçin sıkılıyor, içim niye daralıyor?” der. Bilse, filanca yerde acı
çeken, ıstırap duyan bir insan sebebiyledir bu. Bilse, oraya gidip ona yardım
etse, meselesini hâlletse, sevindirse, hem sıkıntısı gidecek, hem kalbi ferahlayacaktır.
Yardımından dolayı “amel defterine” tutulan kayıtlar da cabası...
O
hâlde çevremizdeki sosyal meselelere bigâne kalamayız. Her şeyden önce, “insan”
olarak yaratılmış olmanın getirdiği mesuliyet var! Sonra kendi sağlığımız ve
huzurumuza karşı da mesuliyetimiz var. “Aman, bana ne başkasının derdinden,
acısından?!” diyemeyiz. Diyenler, diyebilecek olanlar, beyinlerinin nasırlaşmış
olup olmadığına baksınlar! Zira hayvanların korteksi yoktur. Beyinleri düzdür.
Düşünün,
bir şehrin birçok yerinde insanlar acı çekiyor. Şehrin mimarisinin haşmetinin
ne önemi var? Acı sinyalleri şehrin her mekânını kaplamış ve sağduyu, hoşgörü,
sevgi dalgalarını titreşim altına almaya başlamış... Beyin dalga frekanslarının
değişimlerinin “stres” doğurduğuna temas etmiştik; sürekli stres ise nefreti,
şiddeti beraberinde getirir. Bu olumsuz dalgalanmalar şehri/bölgeyi aşıp
memleket sathına yayılabilir.
Yer
küresini bir yerleşim yeri olarak düşünün. Yeryüzünün herhangi bir yerinde
insanlar toplu olarak işkence görüyor, darp ediliyor ve katlediliyorsa kirlilik
tüm atmosfere yayılır, bütün insanlar bundan etkilenir. Milletler, sosyal
müesseseler, devletler bu zulme müdahale etmelidirler. Zulüm durmalı, acılar
telâfi edilmeye çalışılmalıdır.
Gelişmiş devletlerin gelişmişlik hâlleri kasalarının hacimlerinin artışlarından ibaret ise, siyâsî menfaatler ve diplomatik manevralar yaptırıyorsa durum ne olacak? Gelişmemiş devletlerin birleşerek, kanayan her yaraya merhem olmaları lâzımdır. Gelişmiş (zenginleşmiş) devletlerin, iktidarları için kurmuş oldukları beynelminel (vazo) teşkilâtlar çöpe atılmalı, yeryüzü adaletinin tesisi için beklenen “birliktelik” meydana getirilmelidir.
Peki, hiç kimse buna teşebbüs etmezse? Hayır, zulüm
devamlı hüküm süremez! Hiçbir şey yapılmıyor ise, Âlemlerin Rabbi olan Allah-u
Teâlâ’nın, kirlenen yeryüzünün temizlenmesi için, Nuh kavminin duçar olduğu
temizlik hareketine maruz bırakmayacağını kim söyleyebilir?