Beyaz gömlek

Bence siz de kar içinde yanan karı anlamak istiyorsanız, kardan adam olmalısınız. Kar içinde yanan karı anladığınızda hem beni, hem her şeyi anlayarak mutluluktan deliye dönersiniz. Sizi de bulup buraya getirirler. Pardon, siz hep buradasınız, değil mi?

BİRKAÇ tahminim olsa da nedenini tam olarak bilmiyorum ama beyazı severim. Beyaz olan her şeyi de severim. Karın rengi de beyazdır ya, belki de o yüzdendir kara sevgim. Yaradan yarattığı renkler arasında tercih yapsaydı eminim O da beyazı severdi diye düşünüyorum. Yanlış mı düşünüyorum bilmiyorum. Siz de sever misiniz? (Mimik yok.)

Zaten sizinle yollarımızın kesişmesini sağlayan da bu kar sevgisi oldu, biliyorsunuz. Sizin de saçınız, sakalınız kar gibi, gömleğiniz de… Ruhumun size itiraz etmeyişinin altında yatan asıl neden de bu olabilir. Bilmiyorum… Söyleyeceklerim bitene kadar “Bilmiyorum” cümlesini sıklıkla duyacaksınız, şaşırmayın. (Dudakları kıpırdıyor.)

Çünkü ben, hayatımın keşfini yaparak bunca yıldan sonra bilmemeyi buldum. Hatta bir kitapta okumuştum ya da okumamıştım; okumuş olduğumu sanıyor olabilirim, bilmiyorum… Belki sizin de en çok kullandığınız kelimelerden biridir “Bilmiyorum”, değilse bile bundan sonra kullanın sık sık. Kullanmaz mısınız? Siz bilirsiniz. Bunu duymak hoşunuza gidiyordur belki, bilmiyorum. Bilmediğinizi bilseniz bildiğinizi iddia edemezdiniz ya… (Boynunu büküyor.)

Her neyse, “Bilmemek sizi ruhunuzla buluşturacak kapının anahtarıdır. Doğduğunuzda yüzünüze kapatılan kapıyı size, cahilliğinizi kabullenişiniz açacaktır. O kapıdan girin ve ruhunuza dokunun. Ruhunuza dokundukça benliğinizin hiçliğini anlayacak, size sunulan insan olma fırsatını böylece yakalamış olacaksınız”… Böyle diyordu okuduğumu sandığım kitapta. Ben o kapıyı bulduğumu sandığım bir sırada bu defa da karşıma siz çıkıp anahtarı elimden almaya çalışıyorsunuz. Tanrı’nın insanlara bağışını onların ruhundan sökmek, onları kendinize benzetmek, o ayrıcalıklı insanlara yapılmış bir iyilik değildir. Bu fısıltı zaman zaman sizin de kulağınızın etrafında dolanıyor mu bilmiyorum. Hayır mı? Sağır olabilir misiniz? Ya da kalbinizin renginde bir sorun olabilir mi, bilmiyorum. (Kaşlarını kaldırıyor.)

Merak ve sabır arasında gidip geliyor olmaktan yorulmuş olabilirsiniz, bilmiyorum. Saatinize, kaleminize ve sırtınızı rahatlattığını düşündüğünüz koltuğunuza bağımlı yaşamak zorunda kalmanız sizi aceleci ya da asabi biri yapmış olabilir, bilmiyorum. İnsan sadece bir başka insana köle olmaz, zamana, mekâna ve mâkâma da köle olabilir. Ben sizde bu potansiyeli görüyorum. Konu siz değil misiniz? Peki, konu neden benim? (Memnun olmadı.)

Efendim, cevabını merak ettiğiniz hiçbir soruya sizi tatmin edici cevaplar veremeyeceğim muhtemelen. Ama şundan emin olmalısınız ki, hakkımda ne düşündüğünüzün ve önünüzdeki kâğıtlara neler yazacağınızın zerre kadar bir önemi yok. Neden yok ve neden önemli değil bilmiyor olsam da şunu söyleyebilirim: O günden beri önemli bir şey bulmuş olmanın garip sevincini taşıyorum içimde. Huzur gibi meselâ... Öyle ki, “İçim içime sığmıyor desem” yeridir. Evet, belki tam olarak böyle! İçim içimde değil ama dışımda da değil. Güzel betimleme oldu, değil mi? (Tepkisiz.)

Yalnız bu sözün belleğimde neden bu derece derin bir iz bıraktığını bilmiyorum. Bilmek istesem öğrenebilmenin bir yolunu bulabilir miyim, onu da bilmiyorum. En iyisi, bilmemenin huzur verici derin boşluğunu yastık bellemeye devam etmek.

Bu arada zerrenin ne demek olduğunu biliyor musunuz? Aralarında bir bağlantı var mı bilmiyorum ama zerre, bana tartıyı hatırlatıyor nedense. Umarım doğru hatırlıyorumdur, çünkü hiçbir şeyden emin değilim artık. Sizde de terazi çağrışımı yapıyor mu zerre? Yapmıyor mu? (Pencereye dönüyor.)

Anlıyorum sizi ama anladığıma neden şaşırdığınızı bilmiyorum. Anlayabiliyor olmayı benim idrakime yakıştıramadınız mı? Haklısınız, benim sizi değil, sizin beni anlamanız gerekiyor; üstelik benim sizden böyle bir talebim olmamışken... Bu görevi size kimin verdiğini bilmiyorum. Beni anlamanızı mümkün kılacak donelere nasıl ulaşacaksınız, onu da bilmiyorum. Hadi ulaştınız diyelim, sonuç ne olacak? Başınıza elma düşmüş gibi bir aydınlanma mı yaşayacaksınız? Ben elmaya mı benziyorum? Bu hikâyeyi biliyor musunuz?

Size göre saçma sorular mı soruyorum bilmiyorum ama bence hiçbir soru saçma değildir. Ben kendi kendime her gün yüzlerce soru sorarım ve hiçbirini de garip, saçma sapan bulmadan, “Bilmiyorum” diyerek cevaplarım. Size de tavsiye ederim. İhtiyacınız yok mu tavsiyeye? Tahmin etmiştim. (“Hadi” der gibi elini uzatıyor.)

“Asıl konuya gelemedik” mi diyorsunuz? Ama sizin bilmediğiniz bir şey var: Her şeyi bilemezsiniz, değil mi? Ben zaten asıl konunun içindeyim. Hadi itiraf edin sizin de bilmediğiniz bir şey olduğunu. Etmeyecek misiniz? (Tepki vermiyor.)

Size anlattıklarım asıl meselenin dışında olan mevzular değildi ama her neyse… Bence meselenin içinde olmayan ben değilim, meselenin dışında olan sizsiniz. (Dudağını büküyor.) Şimdi size bir sır vermek istiyorum; çünkü size güvenmiyorum ve bu sırrı saklamayacağınızdan eminim. (Meraklanıyor.) Ben çok yaşlıyım, biliyor musunuz? (Gülümsüyor hafiften.) O kadar ki, kaç yaşımda olduğumu ben bile bilmiyorum. Matematiğiniz yetiyorsa hesap edebilirsiniz, ben bilmiyorum. Ben doğduğumda dünya bu kadar kalabalık değildi henüz, hatta “Üç beş kişiden ibaretti” diyebilirim. Sizin taşıdığınız endişelerin hiçbirini taşımıyor olmalarına rağmen tutup kardeşini öldürdü birisi. Öldürmeyi öğrenince insanlar, birkaç gün sonra onları uyaranlardan birisini ortadan ikiye ayırdılar. Sonraları öldürmek için daha fantastik yöntemler geliştirdiler. Meselâ odun toplayıp devasa bir ateşin içinde yakmaya çalıştılar. (Gülümsüyor.) Haklısınız aslında, bunları ben yaşamamış olabilirim. Bir kitapta okumuş olma ihtimâlim de var elbette, bilmiyorum. (Saatini kontrol ediyor.)

Saatinizin sizi kolunuzdan çekiştirdiğini görüyorum. Peki, o güne dönelim… Size tam olarak ne anlattılar bilmiyorum, anlatılanları da umursamıyorum, camı açıp karanlıkta, pencerenin önünde, o hâlde ne kadar süre durduğumu hatırlamıyorum. Hatırladığım, sokak lâmbasının aydınlığında büyüleyici bir güzellikle gökten dökülerek bahçedeki ağaçları masalımsı figürlere dönüştüren bir kar yağdığıydı. “Tam istediğin gibi!” diyen bir ses duydum içimden, “Tam istediğin gibi!”… Uzun süre ne istediğimi ve bunu kime söylemiş olabileceğimi düşündüm. Karın yağdığını görüyordum, toprak kar tutmuştu. “Toprakta bir karış karı görünce… Kar içinde yanan karı anlamak” için bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Kuraklıktan, küresel ısınmadan bahsediliyordu son zamanlarda sürekli. Belki de bu yağan son kardı. “Bu fırsat kaçmaz” diyor, üstelik bunu gittikçe artan bir tonda sürekli tekrar ediyordu içimdeki sesin sahibi. (Boğazını temizler gibi yapıyor.) “İçim” dediğime de bakmayın, sesi duyduğumdan her ne kadar emin olsam da sesin geldiği yer konusunda o kadar emin değildim.

İçimdeki ya da her nereden sesleniyor ise sesin sahibi ile ona cevap verenin aynı kişiler olmadığını fark edince biraz afalladım. Yüzümdeki şaşkınlığa şahit olmak için geri dönüp lâmbayı yakmaya çalıştım. Seslerin sahiplerini görmeyi, en azından karanlığın büyüsünü bozmayı hedeflemiştim. Lâmba yanmadı ya da ben düğmenin yerini bulamadım, bilmiyorum. Odanın bütün duvarlarını elimle yokladım. (Koltuğunda doğruluyor.) Lâmbaya elektrik gitmesini sağlayan anahtar sanki duvarın içine gizlenmişti, bulamadım bir türlü. Bu başarısız girişim beni şüpheye düşürdü; bu odada daha önce yanan bir lâmba var mıydı acaba? Sorunun cevabını bulamadım ama soracak kimsenin olmayışına da sevindim. Bu sorunun zihnimde fay hattı gibi bir çatlak oluşturduğunu hissettim; gittikçe büyüyen ve derinleşen bir çatlak.

Odayı aydınlatamayınca sokak lâmbasının ışığıyla yetinmek zorunda kaldım. Açık pencereye doğru yöneldim yeniden. Odanın içine doğru uçuşan karların yüzümde eriyen serinliğini hissediyordum. Yüzüme, ellerime dokunan her kar tanesiyle içim daha da coşuyor, bahçeyi dolduran kar kütlesi cazibesini arttırıyordu. Kollarımı açtım, zihnimde oluşan derin çatlağı pencereden odanın içine doğru hücum eden karla doldurmaya çalıştım. İçimden geldiğini düşündüğüm ses, şimdi odanın bütün duvarlarında yankılanır olmuştu. Birini bulmuş gibi olmuştum yanı başımda; üstelik çok tanıdık birini. Sevinmiştim, eğlenceli bile gelmişti. Bir müddet sohbet ettik. Sonra bahçede diz boyu yükselen karın içinde yanan karı görmeye karar vererek pencereye çıktık. Ona ne oldu bilmiyorum, sabah kardan adam olduğuma inanmayan sizinkiler beyaz gömlek giydirerek beni alıp buraya getirdiler. (Kafasını geri atıyor.)

Bence siz de kar içinde yanan karı anlamak istiyorsanız, kardan adam olmalısınız. Kar içinde yanan karı anladığınızda hem beni, hem her şeyi anlayarak mutluluktan deliye dönersiniz. Sizi de bulup buraya getirirler. Pardon, siz hep buradasınız, değil mi? (Ciddileşiyor.)