Besleme gazetecilik: Kim, neye, niçin hizmet ediyor?

Gezi Olayları, 15 Temmuz darbe teşebbüsü, Joe Biden’in seçimden önce Türkiye’de muhalefeti desteklemek gerektiğine dair açıklamaları, Hatay Belediye Başkanı’nın cumhurbaşkanı adaylarını uluslararası karar vericilerin belirleyeceğine dair sözleri gibi meseleleri üst üste koyduğumuzda, Türkiye’de besleme gazeteciliğin Türkiye’nin yükselmesine değil, diz çökmesine yönelik operasyonel bir anlamı olduğu görülmektedir…

BİR kısım gazetecilerin dışarıdaki bazı kuruluşlardan parasal destek almasının gündeme gelmesiyle “fondaş medya” meselesi tartışmaya açıldı.

Gazetecilikte ya da toplumda algı oluşturmak amacıyla tüm girişimlerde “besleme operasyonlar” yapılması yeni bir şey değil. Tarihin sayfaları çevrildiğinde buna dair farklı örnekler bulunabilir.

Öncelikle şunu tespit etmek gerekir ki, fonlayan ile fonlanan arasındaki ilişki, bir vekil-müvekkil ilişkisidir. Fonlardan yararlanan, fonlayan adına vekâleten iş yürütmektedir.

Vekil-müvekkil ilişkisine en basit örnek, avukatlık mesleğidir. Birisinin bir dâvâsı varsa, vekâlet ücretini ödeyerek o kişi, dâvâsını savunması için avukat tutmaktadır. Avukat da hukuk bilgisi ve tecrübesini konuşturarak kişinin haklarını savunmaktadır.

Bu kurumsallaşmış vekil-müvekkil ilişkisinde bir anormallik yoktur. Mesleği gereği avukat, burada hukuk bilgisini kullanarak kamu ya da tüzel kişiliklerin haklarını savunmaktadır ve karşılığında bir ücret almaktadır. Elbette avukatlık mesleği de olsa, bu vekâlet ilişkisinde istismar edilen konular olabilir. Eğer avukat dâvâlıya menfaat, kendine de daha çok kazanç temin etmek adına hukuk dışı yollara, manipülasyona ve delil karartmalara filan başvuruyorsa, o zaman etik sorunlar ortaya çıkacaktır.

Anlaşılacağı üzere, vekil-müvekkil ilişkisinde bir “iyi vekil-müvekkil ilişkisi”, bir de “kötü vekil-müvekkil ilişkisi” vardır. İyi olan, vekâleti alanın temsil ettiği kişi ya da kurum adına ahlâkî ilkelere göre iş yapması, fonlayanın haklı menfaatleri varsa onu koruması, üçüncü tarafın da (vekil ve müvekkil dışındaki kişiler, kurumlar, kamuoyu vb.) kimin kim adına iş yaptığını bilmesi durumudur.

Kötü vekil-müvekkil ilişkisinin ise birkaç çeşidi vardır. Fonlayan, asıl niyetini gizleyerek, masum gerekçelerle birisine vekâlet vermektedir. Yani aslında müvekkil (fonlayan), ilişkiyi kötüleştiren taraf olabilmektedir. Operasyon çekmek niyetindedir ama oldukça masum gerekçeler öne sürerek (dünyada en çok istismar edilen değerler olarak genellikle “barış, demokrasi, insan hakları ve özgürlük” kullanılır) vekile para aktarmaktadır. Vekil, parasını aldığı yerin beklentilerinin gerçekten iyi şeylere hizmet edeceğini zannederek bu işe girebilir…

Bir diğer kötü vekil-müvekkil ilişkisi ise, müvekkilin iyi, vekilin kötü olduğu durumdur. Müvekkil, iyilik ve güzelliklere vesile olsun diye birisini destekler. Ancak vekâleti alan, müvekkilin beklentileri yerine, müvekkili oyalayarak, kullanarak ve kandırarak kendi menfaatlerini koruma ve kollama derdine düşebilir. Buna siyaset kurumundan örnek vermek mümkündür. Halktan sorunları çözmek vaadiyle vekâlet alanların seçildikten sonra kendi dertlerine düşmeleri, böyle bir kötü vekil-müvekkil ilişkisi örneğidir.

En kötüsü ise, hem müvekkilin, hem de vekilin niyetinin kötü olduğu, birlikte hareket ederek üçüncü tarafları yönlendirmeye ve kandırmaya çalıştıkları, bazı değerleri kullanarak operasyon çektikleri ilişki türüdür. Fonlayan da, fonlanan da operasyonun farkındadır. Buna dair örnekleri de gazetecilik mesleğinde çokça görmek mümkündür.

Vekil-müvekkil ilişkisini bir matriste şöyle gösterebiliriz:

 

Vekil-Müvekkil İlişkisi

Müvekkil Tarafı (Fonlayan)

İyi Müvekkil

Kötü Müvekkil

Vekil Tarafı (Fonlanan)

İyi Vekil

Tarafların şeffaf ve ahlâkî değerlere göre hareket ettiği alan

Müvekkilin kötü niyetli olduğu alan

Kötü Vekil

Vekilin kötü niyetli olduğu alan

Hem vekilin, hem müvekkilin kötü niyeti olduğu alan

 

Literatürde “kaynak bağımlılığı” olarak bilinen teoriye göre, kişiler ya da kurumlar için kritik kaynakları temin eden kişiler, önemli hâle gelir. Onlar kritik kaynakları temin ettikleri sürece nüfuzlarını sürdürürler. Daha basit bir anlatımla söylersek, “borç alan, emir de alır”. Bu teorinin açıklamalarını da gazetecilikte daha çok görebiliriz. Gazeteciler, yazarlar ve televizyoncular, kendilerine kaynak temin eden patronlarının aleyhine bir şey yazamaz, söyleyemezler. Onların istediği gibi haberler yapmak zorunda kalırlar. Patronlarının kamuoyuna yansıyan bir falsosu olunca ya onları savunurlar ya da çiçekten böcekten konulardan bahsederek sessiz kalırlar.

Meselenin teorik çerçevesini hem vekil-müvekkil ilişkisi, hem de kaynak bağımlılığı yaklaşımı açısından ortaya koyduktan sonra “fondaş gazeteciliği” başlığını değerlendirecek olursak, müvekkilin dışarıdan olması, öncelikle bir soru işaretidir ve meseleyi uluslararası boyuta taşımaktadır. Hele bir ABD vakfının fonlaması, akıllara ciddî soru işaretleri getirmektedir.

Gezi Olayları, 15 Temmuz darbe teşebbüsü, Joe Biden’in seçimden önce Türkiye’de muhalefeti desteklemek gerektiğine dair açıklamaları, Hatay Belediye Başkanı’nın cumhurbaşkanı adaylarını uluslararası karar vericilerin belirleyeceğine dair sözleri gibi meseleleri üst üste koyduğumuzda, Türkiye’de besleme gazeteciliğin Türkiye’nin yükselmesine değil, diz çökmesine yönelik operasyonel bir anlamı olduğu görülmektedir.

Yukarıdaki tabloda 4 no’lu alan, besleme gazeteciliği ifade etmekte, dışarıdaki fonlayanlar (müvekkiller) Türkiye’nin uluslararası aktörlerin kontrolünde kalmasını, fonlananlar (vekiller) da Türkiye’nin yerli ve millî hamlelerinin önüne geçmek için iktidarın bir şekilde el değiştirmesini istemektedirler.

Türkiye’yi bölmek ve parçalamak isteyen, en çok Türkiye aleyhtarı olan, Türkiye’nin uluslararası alanda en çok karşısına çıkan ülkelerin en başında, tartışmasız şekilde ABD gelmektedir. ABD’nin Türkiye’de insan hakları, barış, demokrasi ve özgürlükler gibi alanlarda iyileştirmeler yapılması, refahın artması gibi maksatlarla Türkiye’de bazı gazeteleri/gazetecileri fonlamış olacağına hiç kimse inanmaz.

Türkiye’nin Atina’da bazı gazetelere fon sağlaması nasıl dikkat çekiciyse, ABD’nin de Türkiye’de benzer şeyi yapması dikkat çekicidir. Meselenin bu yönüyle ele alınması ve değerlendirilmesi gerekir.

Bu yüzden besleme gazetecilerin her haberi stratejiktir ve bir algı operasyonuna hizmet etmektedir. Nihaî hedef ise, efendilerinin arzularıdır.

“T24” adlı haber sitesinin, “Katarlı öğrenciler sınavsız tıp okuyacak” haberiyle (arkasından yalanlasa bile) nasıl bir algı oluşturduğunu düşündüğümüzde, besleme gazeteciliğin neye ve kime hizmet ettiği daha iyi anlaşılacaktır.

Meseleyi “Kim, neye ve niçin hizmet ediyor?” sorusuna indirgeyerek özetleyebiliriz. Bu soruyu, gazeteciler başta olmak üzere herkes kendine sormalı, kendimizi ahlâkî zemine çekmeliyiz.