BİR kısım
gazetecilerin dışarıdaki bazı kuruluşlardan parasal destek almasının gündeme
gelmesiyle “fondaş medya” meselesi tartışmaya açıldı.
Gazetecilikte
ya da toplumda algı oluşturmak amacıyla tüm girişimlerde “besleme operasyonlar”
yapılması yeni bir şey değil. Tarihin sayfaları çevrildiğinde buna dair farklı
örnekler bulunabilir.
Öncelikle
şunu tespit etmek gerekir ki, fonlayan ile fonlanan arasındaki ilişki, bir
vekil-müvekkil ilişkisidir. Fonlardan yararlanan, fonlayan adına vekâleten iş
yürütmektedir.
Vekil-müvekkil
ilişkisine en basit örnek, avukatlık mesleğidir. Birisinin bir dâvâsı varsa,
vekâlet ücretini ödeyerek o kişi, dâvâsını savunması için avukat tutmaktadır.
Avukat da hukuk bilgisi ve tecrübesini konuşturarak kişinin haklarını
savunmaktadır.
Bu
kurumsallaşmış vekil-müvekkil ilişkisinde bir anormallik yoktur. Mesleği gereği
avukat, burada hukuk bilgisini kullanarak kamu ya da tüzel kişiliklerin
haklarını savunmaktadır ve karşılığında bir ücret almaktadır. Elbette avukatlık
mesleği de olsa, bu vekâlet ilişkisinde istismar edilen konular olabilir. Eğer
avukat dâvâlıya menfaat, kendine de daha çok kazanç temin etmek adına hukuk
dışı yollara, manipülasyona ve delil karartmalara filan başvuruyorsa, o zaman
etik sorunlar ortaya çıkacaktır.
Anlaşılacağı
üzere, vekil-müvekkil ilişkisinde bir “iyi vekil-müvekkil ilişkisi”, bir de
“kötü vekil-müvekkil ilişkisi” vardır. İyi olan, vekâleti alanın temsil ettiği
kişi ya da kurum adına ahlâkî ilkelere göre iş yapması, fonlayanın haklı
menfaatleri varsa onu koruması, üçüncü tarafın da (vekil ve müvekkil dışındaki
kişiler, kurumlar, kamuoyu vb.) kimin kim adına iş yaptığını bilmesi durumudur.
Kötü
vekil-müvekkil ilişkisinin ise birkaç çeşidi vardır. Fonlayan, asıl niyetini
gizleyerek, masum gerekçelerle birisine vekâlet vermektedir. Yani aslında
müvekkil (fonlayan), ilişkiyi kötüleştiren taraf olabilmektedir. Operasyon
çekmek niyetindedir ama oldukça masum gerekçeler öne sürerek (dünyada en çok
istismar edilen değerler olarak genellikle “barış, demokrasi, insan hakları ve
özgürlük” kullanılır) vekile para aktarmaktadır. Vekil, parasını aldığı yerin
beklentilerinin gerçekten iyi şeylere hizmet edeceğini zannederek bu işe
girebilir…
Bir
diğer kötü vekil-müvekkil ilişkisi ise, müvekkilin iyi, vekilin kötü olduğu
durumdur. Müvekkil, iyilik ve güzelliklere vesile olsun diye birisini
destekler. Ancak vekâleti alan, müvekkilin beklentileri yerine, müvekkili
oyalayarak, kullanarak ve kandırarak kendi menfaatlerini koruma ve kollama
derdine düşebilir. Buna siyaset kurumundan örnek vermek mümkündür. Halktan
sorunları çözmek vaadiyle vekâlet alanların seçildikten sonra kendi dertlerine
düşmeleri, böyle bir kötü vekil-müvekkil ilişkisi örneğidir.
En
kötüsü ise, hem müvekkilin, hem de vekilin niyetinin kötü olduğu, birlikte
hareket ederek üçüncü tarafları yönlendirmeye ve kandırmaya çalıştıkları, bazı
değerleri kullanarak operasyon çektikleri ilişki türüdür. Fonlayan da, fonlanan
da operasyonun farkındadır. Buna dair örnekleri de gazetecilik mesleğinde çokça
görmek mümkündür.
Vekil-müvekkil
ilişkisini bir matriste şöyle gösterebiliriz:
Vekil-Müvekkil
İlişkisi |
Müvekkil
Tarafı (Fonlayan) |
||
İyi Müvekkil |
Kötü Müvekkil |
||
Vekil
Tarafı (Fonlanan) |
İyi Vekil |
Tarafların
şeffaf ve ahlâkî değerlere göre hareket ettiği alan |
Müvekkilin
kötü niyetli olduğu alan |
Kötü Vekil |
Vekilin
kötü niyetli olduğu alan |
Hem
vekilin, hem müvekkilin kötü niyeti olduğu alan |
Literatürde
“kaynak bağımlılığı” olarak bilinen teoriye göre, kişiler ya da kurumlar için
kritik kaynakları temin eden kişiler, önemli hâle gelir. Onlar kritik
kaynakları temin ettikleri sürece nüfuzlarını sürdürürler. Daha basit bir
anlatımla söylersek, “borç alan, emir de alır”. Bu teorinin açıklamalarını da
gazetecilikte daha çok görebiliriz. Gazeteciler, yazarlar ve televizyoncular,
kendilerine kaynak temin eden patronlarının aleyhine bir şey yazamaz,
söyleyemezler. Onların istediği gibi haberler yapmak zorunda kalırlar.
Patronlarının kamuoyuna yansıyan bir falsosu olunca ya onları savunurlar ya da
çiçekten böcekten konulardan bahsederek sessiz kalırlar.
Meselenin
teorik çerçevesini hem vekil-müvekkil ilişkisi, hem de kaynak bağımlılığı
yaklaşımı açısından ortaya koyduktan sonra “fondaş gazeteciliği” başlığını değerlendirecek
olursak, müvekkilin dışarıdan olması, öncelikle bir soru işaretidir ve meseleyi
uluslararası boyuta taşımaktadır. Hele bir ABD vakfının fonlaması, akıllara
ciddî soru işaretleri getirmektedir.
Gezi
Olayları, 15 Temmuz darbe teşebbüsü, Joe Biden’in seçimden önce Türkiye’de
muhalefeti desteklemek gerektiğine dair açıklamaları, Hatay Belediye
Başkanı’nın cumhurbaşkanı adaylarını uluslararası karar vericilerin
belirleyeceğine dair sözleri gibi meseleleri üst üste koyduğumuzda, Türkiye’de
besleme gazeteciliğin Türkiye’nin yükselmesine değil, diz çökmesine yönelik
operasyonel bir anlamı olduğu görülmektedir.
Yukarıdaki
tabloda 4 no’lu alan, besleme gazeteciliği ifade etmekte, dışarıdaki
fonlayanlar (müvekkiller) Türkiye’nin uluslararası aktörlerin kontrolünde
kalmasını, fonlananlar (vekiller) da Türkiye’nin yerli ve millî hamlelerinin
önüne geçmek için iktidarın bir şekilde el değiştirmesini istemektedirler.
Türkiye’yi
bölmek ve parçalamak isteyen, en çok Türkiye aleyhtarı olan, Türkiye’nin
uluslararası alanda en çok karşısına çıkan ülkelerin en başında, tartışmasız şekilde
ABD gelmektedir. ABD’nin Türkiye’de insan hakları, barış, demokrasi ve
özgürlükler gibi alanlarda iyileştirmeler yapılması, refahın artması gibi
maksatlarla Türkiye’de bazı gazeteleri/gazetecileri fonlamış olacağına hiç kimse
inanmaz.
Türkiye’nin
Atina’da bazı gazetelere fon sağlaması nasıl dikkat çekiciyse, ABD’nin de
Türkiye’de benzer şeyi yapması dikkat çekicidir. Meselenin bu yönüyle ele
alınması ve değerlendirilmesi gerekir.
Bu
yüzden besleme gazetecilerin her haberi stratejiktir ve bir algı operasyonuna
hizmet etmektedir. Nihaî hedef ise, efendilerinin arzularıdır.
“T24”
adlı haber sitesinin, “Katarlı öğrenciler sınavsız tıp okuyacak” haberiyle (arkasından
yalanlasa bile) nasıl bir algı oluşturduğunu düşündüğümüzde, besleme
gazeteciliğin neye ve kime hizmet ettiği daha iyi anlaşılacaktır.
Meseleyi
“Kim, neye ve niçin hizmet ediyor?” sorusuna indirgeyerek özetleyebiliriz. Bu
soruyu, gazeteciler başta olmak üzere herkes kendine sormalı, kendimizi ahlâkî
zemine çekmeliyiz.