Beşikler beşiği Orta Doğu mitolojisi

Arap mitolojisinde adı geçen tanrılar bir tarafa, “cin ve kehanet” kavramına da rastlanmaktadır. Yaygın olan cin inancı, cinlerle iletişim kurduklarına inanılan kâhinleri de beraberinde getirmiştir. Cinlerin bu kâhinlere gizli şeyleri haber verdiği ve kehanetlerde bulundukları düşünülmüştür. Bu düşünce, kâhinlerin toplum içinde hakem rolü üstlenmelerini sağlamıştır.

GÜNÜMÜZDE yaklaşık 20 kadar ülkenin varlığını sürdürdüğü, tarihte ise pek çok kavmin kök salmasını sağlayan Orta Doğu… Mitolojik olarak kavimlerin çokluğu bir tarafa, önemine binaen ve yerimizin darlığı sebebiyle sadece birkaçına değinmekle yetinmek gerekiyor.

Mezopotamya mitolojisi

Yunanca “orta” ve “ırmak” sözcüklerinden türetilmiş, Dicle ile Fırat arasını kapsayan, medeniyetlerin beşiği olarak bilinen Mezopotamya, tarihin sarı sayfalarında Sümer, Akad, Babil, Asur ve Elam gibi dünyaca en çok bilinen ve köklü devletlere ev sahipliği yapmış coğrafik bölgedir.

Sümerler

Milât öncesi 3500 ilâ 2000 yılları arasında Güney Irak’ta yerleşik olan medeniyettir Sümerler. Mezopotamya’nın en öne çıkan ve daha sonraki gelişmelere öncülük eden de hep Sümerler olmuştur. Her kentin kendine has surlarla çevrili olmasıyla birlikte kendi tanrısının bulunması, her tanrı için bir tapınak bulundurmayı zorunlu kılmıştır.

İlk Sümer hanedanları Kiş, Uruk ve Ur arasında ünlü Gılgamış Destanı’nın kahramanı “Gılgamış”, kral listesine göre Uruk Hanedanı’nın krallarındandır.

Çok tanrılı inanca sahip Sümerlerin “ziggurat” adını verdikleri tapınakları yedi katlı olup, toplam üç bölümden oluşmaktaydı. İlk katı erzak deposu, ortası okul veya tapınak, üst katı ise rasathane olarak kullanılmıştır. “Çeşitli buluşlara imza atan medeniyetin bilim üsleri bu merkezlerdi” denilebilir.

Mitolojilerin birbiri ile kaynaşmasına yönelik Sümer inanışları da Fenike-Yunan-Roma bağlantısıyla günümüze ulaşmıştır. İncil, Tevrat ve Kur’ân’da da Sümer inanış ve felsefesinin benzer izlerine rastlandığı iddia edilmektedir.

Sümer inanışına göre başlangıçta gök ile yer birken, daha sonra gök ile yer, tanrılar tarafından ayrılmış ve insan, tanrılara hizmet etmesi için yaratılmıştır.

Babil ve Asur

Sümerlerin Milât öncesi 3000’de Babil’in güneyini egemenliğinde tutması, Ur, Uruk, Lagaş ve Eridu gibi şehirlerde ileri bir medeniyet kurması, Asur ve Babil’in gelişmesinde önemli bir etken olmuştur.

Sümerlerden sonra bölgenin en önemli kavmi Akadlar, tarihte bilinen ilk imparatorluğu kurmuşlarsa da Milât öncesi 2100 yıllarında yok olmuştur. Samioğullarından olan Asurlar bölgenin kuzeyini kapsamış ve kurulan ordularla Babil’in bazı topraklarını ele geçirmiştir.

Dönem dönem çıkışlar ve inişler yaşayan medeniyetlerden Babil, Milât öncesi 539 yılında Perslerin tüm toprakları ele geçirmesiyle son bulmuştur. Diğer taraftan Nebukadnezzar’ın ölümüyle imparatorluk da çöküş sürecine girmiştir.

İnanışlar yönünden bu kavimler incelendiğinde, Babil panteonunun başı ve Babil kentinin özel tanrısı Marduk, en önde gelen isimdir. Çok tanrılı inanca sahip Babiller ve Asurlular, kuşaktan kuşağa anlatılan Sümer kaynaklı düşsel öykülere inanmışlardır. Yaratılış ve Tufan’ı yeniden işlemişlerdir. Dünyanın birçok bölgesinde, yerel efsanelerde adı geçen ve Tanrı’ya ulaşmak için inşâ edilen Babil Kulesi, en bilindik yapılardan biridir. Elbette bir başka yapı ise, Nebukadnezzar’ın sıla hasreti çeken karısı Amyitis’i neşelendirmek için yaptırdığı Asma Bahçeleri’dir.

Arap mitolojisi

Arapların Antik Çağ inançlarının tamamını kapsayan Arap mitolojisi, İslâm öncesi ve İslâm’ın ilk ortaya çıktığı dönemlerde kendini göstermektedir.

Yarımadadaki Araplar, aynı politeistik unsurlara sahip farklı mitolojik unsurlar ile inanç yapıları meydana getirmişlerdir. Mekke ve Mekke’de bulunan Kâbe, Arap mitolojisi açısından merkez sayılmanın yanında İslâm’ın ve aynı zamanda “tek tanrıcılığın” sembolü olmuştur. Politeistik inanca sahip toplulukların istilâsına uğrayan Kâbe’nin onlar açısından da bir önem arz ettiği, tarih tarafından doğrulanmaktadır.

Arap mitolojisinde adı geçen tanrılar bir tarafa, “cin ve kehanet” kavramına da rastlanmaktadır. Yaygın olan cin inancı, cinlerle iletişim kurduklarına inanılan kâhinleri de beraberinde getirmiştir. Cinlerin bu kâhinlere gizli şeyleri haber verdiği ve kehanetlerde bulundukları düşünülmüştür. Bu düşünce, kâhinlerin toplum içinde hakem rolü üstlenmelerini sağlamıştır. İslâm öncesinde Araplarda tapılan cinler, insanların büyüye, efsuna ve fala inanmalarını sağlamıştır. Harflere anlam yükleme, Yahudilerin Kabalası ile Arapların ebced hesaplarının doğuş kaynağı olmuştur.

İran mitolojisi

İlk İran söylenceleri, İran-Hint birlikteliğinin olduğu dönemlerde başlayıp, ayrılması ile devam etmektedir. Bundan dolayı iki kısım olarak incelenen mitolojik unsurların en eskileri, Milât öncesi 15’inci yüzyıla dayanmaktadır.

Hint-Avrupa kavimlerinden olan Aryanların İran topraklarına gelen bir kısmı ile İran efsanelerinin tarihi başlatılabilir. İran’a göç ile birlikte Aryan kavminin dini, Hint Aryanlarıyla ortak bir inanış olsa da Zerdüşt’ün ortaya çıkması ve dinini yaymasıyla yeni reformlar ve bambaşka bir yapı meydana getirmiştir.

Eski inançların derin izlerinin silinmediği noktalarda İran mitolojisinin temel taşları oluşmuştur.

Zerdüştlerin kutsal metinleri olan Avesta ve Hinduizm’in Sanskritçe kaleme alınan metinleri Veda, içerik açısından ortaklığın yanında özgün kahramanlara da sahiptir. Ayrılık sürecinden sonra İran mitolojisinin başlıca kaynakları, “Avesta” (bilge tanrı Ahuramazda’nın İranlılara gönderildiği düşünülen peygamber olarak tahmin edilen Zerdüşt’e vahyettiği, İran dilleri ve edebiyatının en eski ve en önemli eserdir), Dinkert, Bundehişn, Hudeyname ve Şahname(ler)’dir.

İslâmiyet öncesi dönemlerde birçok dini içerisinde barındıran İran, Zerdüştlük dini ile zirve yapmış ve bazı araştırmacıların iddiasına göre devamı niteliğindeki diğer dinlerin zemininde yer almıştır. Zerdüştlük dışında Manicilik, Mazdekizm ve Mithracılık dinlerinin meydana getirildiği İran coğrafyasında, adı geçen her dinin mensubu olduğu ve inançlarının gerektirdiği şekilde davranışlarının tarihte ve günümüzde yaşanan çatışmaların kilit noktası olduğu da pek çok araştırmacının göz ardı etmek istediği önemli bir odak olmuştur.