Beşeriyet nâmına

Yüz yıllık vesâyet döneminde, şiirde, romanda, hikâyede, tiyatro ve sinemada hep aile kurumunun kutsiyetiyle alay edenler de işin başında oldular. Zira onları işin başında tutan güçler, hep Lord Curzonları, Gladstoneleri, Mişel Eflakları, Karl Marksları ve ideolojilerini bize empoze ettiler. Yüz yıl önce farkına varıp söylediklerinin tercümesi, Kur’ân ahkâmını ve bu ahkâma göre olması gereken aile kurumunu, günümüzde onların yolunu takip eden epey TV kanalı ve sosyal medya grubu ile ha bire yıpratmaya çalışmak, olmayan saâdeti yaldızlı yalanlarla parlatmaya devam etmekti, hâlâ ediyorlar.

BEŞERİYETİN tekâmülü ve topluluklar olarak yaşanmaya başlanması, emr-i İlâhî üzere Âdem (as) ile Havva’nın (ra) evlilikleriyle kurulmuştur. Bugün bütün toplumlarda aile kurumu mübarektir, dokunulmazlığı vardır. Bu kurum; mubah şartlarda ve iki cins arasında mensup oldukları kavmin veya ümmetin dinî değerlerine ve dinleriyle çelişmeyen ananelerine göre vûcuda gelir.

Bunun akdi, dilimizdeki ismi ve dinimizdeki ahkâma göre karşılığı “nikâh”tır. Bu husus eskimeyen bir kıymettir ve günümüz Türkçesi ile “güncelliğini” korumaktadır. Hakkında menfi-müspet ciltlerce kitaplar ve klasörler dolusu yazılar yazılmış bu mevzu, ilânihâye devam edecektir.

Bu konuyu yazmamıza vesîle teşkil saik ise, hiç gündemden düşmeyen (son yıllarda) evlenme yaşının çok yukarılarda olması veya evlenmeden boşa geçen, fıtrata karşı, “aile” dediğimiz kuruma karşı yapılan şeytanî tuzaklardır.

Yazılı ve temâşâ yayın vâsıtalarında mubah gibi gösterilen nikâhsız, “flört” adı altında dinen haram sayılan beraberlikler, en can acıtıcı olanı ise kısa evliliklerden sonra mubah yoldan gelen bir çocuktan ve ardından ayrılan binlerce ocak...

Bizi ilgilendiren, milletimizin haysiyet ve bekâsını sağlam hâle getiren bu hayırhah kuruluşun başkaları tarafından bozmaya çalışılıyor olmasıdır. Baş tâcı dinimizin bu konudaki işarı ve usûlü bellidir.

İrfanımızda ifade edilen her kelâm-ı kibarın dayandığı kaynak, İlâhîdir, tâbiri caiz ise kitabîdir; Anadolu’da ananemize göre evlenmeden önce gelin adayı kızın babasına yani ailesine gidilir ve heyetin sözcüsü, ikramdan sonra, “Allah’ın emri, Peygamber Efendimizin kavli ile kızınızı oğlumuza isteriz” der. Kızın ailesi münasip bulursa, “El-Fâtiha” der ve iş tamamlanmış olur.

Bu merâsimin kaynağı da İlâhîdir: “Birbirinizle huzur ve sükûnet bulasanız diye, size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet koyması, Allah’ın âyetlerindendir.” (Rûm, 21)

Kitabî kaynaktan irfânî hayata

Yüce Allah, kadın ile erkeği birbiriyle mutlu olmaları için yaratmış, aralarına sevgi ve merhamet duygusunu vermiştir. Kur’ân’ın işareti, karşıt cinslerin ayrı yaşamamaları ve birlikte olmalarının yaratılışa en uygun olduğu yönündedir. Bunun da en ideal şekli “evlenmektir”.

Eşler İlâhî kanunlara uygun tarzda hayat arkadaşlığı yapacak, yuva kurup çoluk çocuk sahibi olacaklar ve hem de fıtrat gereği cinsel ihtiyaçlarını karşılayacaklardır. Böylece canlılarda bulunan neslin devamı içgüdüsü de tabiî olarak karşılanmış olacaktır.

Hazreti Muhammed (sav), “Evleniniz, çoğalınız! Çünkü Ben, kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim” buyurmuştur.  

Bahsettiğimiz gibi, evlilikte ilk merhale, kız isteme hususundaki İlâhî âyet ve hadîslerin ışığında olmaktadır.

Aile, en meşrû müessesedir

Nikâh akdi, bizâtihî şâhitler huzurunda ve imam nezâretinde yapılması (belediye ve diğer yetkili kurumların kıydıkları nikâhlar da cârî ve muteberdir), Allah (cc) adına verilen kasemdir.

Ümmet-i İslâm’ın ve gönül coğrafyamızın ümid-i istikbâli ve hâlihazırda en güçlü ülkesi olan Türkiye’de, dışta emperyalist ülkeler, içte nâdan kirli ittifaklar, ülkemizin temel dayanağı olan “aile” kurumuna tasallut oldular. Aileyi her fırsat ve şartta bozmaya çalışmalarını ve aleyhinde propaganda yapmalarını göz ardı edebilir miyiz? Bu işin arka plânındaki şeytanî tuzağı görmemiz, meselenin epey derunî olduğunu izah edebilmemiz için bir örnek vermek isteriz…

Müsteşriklerin merkezi sayılan Kraliçe’nin ülkesinde, İngiliz siyaset ve devlet adamı Gladstone’nin şu meşhur konuşmasını havi belgenin metninde ilginç bir hezeyan mevcût. 19’uncu asrın son yıllarında İngiliz Parlamentosu’nda kürsüye çıkan Müstemlekeler Bakanı Gladstone, elindeki Kur’ân-ı Kerîm’i göstererek şunu söylüyor: “Bu kitap Müslümanların elinde kaldıkça, biz onlara hakikî hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, ya Kur’ân’ı ortadan kaldırmalıyız veya onları Kur’ân’dan soğutmalıyız.”

Onlar, Kur’ân ahkâmına göre yaşamaya çalışan ve aile kurumunu bu şuurla kurduklarını bildikleri toplumumuzun mânevî dinamiklerini keşfedip yeni yollara tevessül ettiler. Önceleri “Kâinat Güzeli Yarışması”, sonra tiyatro ve sinema gibi temâşâ temsillerinde mahrem olanları teşhir ve aile adına korunması elzem kıymetleri berhava ederek, sanat adına âdeta yıkıma gitmek istediler.

Yüz yıllık vesâyet döneminde, şiirde, romanda, hikâyede, tiyatro ve sinemada hep aile kurumunun kutsiyetiyle alay edenler de işin başında oldular. Zira onları işin başında tutan güçler, hep Lord Curzonları, Gladstoneleri, Mişel Eflakları, Karl Marksları ve ideolojilerini bize empoze ettiler. Yüz yıl önce farkına varıp söylediklerinin tercümesi, Kur’ân ahkâmını ve bu ahkâma göre olması gereken aile kurumunu, günümüzde onların yolunu takip eden epey TV kanalı ve sosyal medya grubu ile ha bire yıpratmaya çalışmak, olmayan saâdeti yaldızlı yalanlarla parlatmaya devam etmekti, hâlâ ediyorlar.

Önceleri “BBG”, sonraları evlilik programlarıyla yıllardır on on beş genci bir araya getirip “dizi” dedikleri, evliliği kötüleyen, aile kurumunu aşağılayan, gayr-i meşrû hayatı cici gösteren yapımların orta yeri doldurduğu, cümlenin malûmudur.

Milletimizin devlet olma kudretinin temelinde, Allah’ın (cc) rızâsı, Hazreti Muhammed’in (sav) kavli ve duâsıyla kurulan aile ocaklarının kurulup kollanması vardır. Hikmet ve neslin devamının bir erkekle bir dişinin kurdukları meşrû aile kurumuyla olduğunun farkına varılmalıdır.

Mesuliyetten kaçmak

Kadim kültürümüzün İslâm’ın ışığında formüle edilmiş evlilik ve aile hayatına dair söylem ve öğretileri mevcûttur. Evlenmekten maddî sıkıntı derdiyle çekinen gence “Rızkı veren Hüda’dır, kula mihnet eylemem” diyen bir medeniyetten gelenlerin kültüründe sahiplenme ve evlenip barklanma, Allah (cc) rızâsına göre olur.

İlerleyen yaşlardaki izdivacın kendine has mahzurlarını unutmayalım. “Kariyer, mal servet olsun, sonra evleniriz” diyen gençler kusura bakmasınlar, aile kurumunun temellerini sarsıyor bu düşünce. Mesuliyetten kaçmak, “Âsım’ın nesline” yakışmıyor.

Resmî müesseselerimize düşen vazîfe

Bir vatandaş olarak ikazımız, “RTÜK” dediğimiz kuruluşa… On on beş kişilik bir oyunca grubunu bir gökdelende veya köy evinde bir arada tutup plânlanmış bir ihanet olarak aile kurumu aleyhine senaryo (!) diye dizi hâline getirenlerin derdi, sanat ve edebiyat değildir. Belki oyuncu diye sahneye sürülen gençlerin bir kısmı masum olabilir, ancak onları oralara çıkaran mel’un gücün ne olduğunu yukarıda anlatmaya çalıştık. Lâkin evlilik dışı ilişkilerden, nikâhsız ve usûlsüz yaşanan beraberliklerden doğan masum bebeklerin feryâdı arşa yükselmektedir.

Televizyon ekranlarında gösterilen ve yürek yakan kimsesiz çocukların âhını “magazin” diye sunan sözüm ona bazı TV kanallarının ve diğer yayın organlarının bu işlerdeki dahli ise asla göz ardı edilmemelidir. Vesselâm…

Not: Yeğenim Hasan Can’ın vefatı sebebiyle bizzat taziyemize (cenazeye) katılan Yavuz Selim Bey’e, Mehmet Serhat Bey’e, Haşim Bey’e, Nurullah Bey’e ve diğer zevata arz-ı şükran ediyorum…