Beş-dünya

Zulme sessiz kalmak yetmez zalime dur demedikçe ancak dur demek sadece sözlerden ibaret kalmamalı. Durmak bir eyleme dönüşmeli. Müslümanlık şuuru gerekli ancak bu meseleler için insanlık şuuru en başta gelen hakikat. İnsandan doğan her canlı insan değildir. Bazıları mahluk olarak günlerini tüketiyor, bazıları insan olarak yaşamayı seçiyor. İnsan olabilmek için en başta gelen özellikler vicdan, hakkaniyet ve merhamet. Seçim bizlerin…

İKİNCİ Dünya Savaşı, resmî olarak 2 Eylül 1945’te sona ermiştir. Savaşın sona ermesinin ardından dünya devletleri olası bir savaşın önlenmesi ve barışın korunmasını amaçlayarak 24 Ekim 1945’te Birleşmiş Milletler’i kurmuştur. 

Birleşmiş Milletler, bünyesinde 51 ülkeyi barındırmasına rağmen beş daimî ülkenin alacağı kararlar neticesinde hareket etmektedir. BM’de alınan kararlara tüm ülkelerin itiraz hakkı mevcuttur ancak tüm milletlerin onayladığı bir kararı beş daimî üyeden herhangi biri onaylamazsa o karar çıkmaz. Ayrıca BM üyesi ülkelerinin çoğunluğunun onaylamadığı bir kararı beş daimî üye onaylarsa o karar çıkar. BM beş daimî üyesi ise ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Birleşik Krallıktır. Yani dünya savaşlarına sebep olan ve genellersek dünya savaşlarından en kârlı çıkan devletler diyebiliriz. 

Tüm bunlar, Birleşmiş Milletler’in aslında “Birleşememiş Milletler” olduğunu ve her üyesine eşit mesafede olmadığının bir göstergesidir.

Tarih boyunca Yahudiler pek çok kez zorunlu olarak göç etmişlerdir. Ortadoğu topraklarına geri dönmeleri ise Nazilerin etnik temizliğinden kaçan Yahudilerin dünyanın pek çok tarafına yayılmaları ve bu kapsamda büyük çoğunluğunun Filistin topraklarına göç etmesiyle gerçekleşmiştir. İlginçtir ki bu etnik temizlik “vadedilmiş topraklar” olarak adlandırdıkları Filistin topraklarına ayak basmalarını meşrulaştıran en önemli neden olmuştu. Dünya savaşları sırasında bölgedeki karışıklıktan faydalanarak kısmi olarak göçlerini gerçekleştirmişlerdir. Dünya Savaşları’nın bitmesinin ardından göçler hız kazanmış ve 14 Mayıs 1948 tarihinde resmî olarak devletlerini kurduklarını ilan etmişlerdir. İsrail’i tanıyan ilk ülkelerden biri de Türkiye’dir. 10 Aralık 1948 yılında dünyadaki her bir vatandaşın barınma, yeme içme, eşit hak ve özgürlüklere sahip olduğuna dair bir beyanname ilan edilmiştir; bu beyannamenin ismi hepimizin aşina olduğu “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”dir. Beyannamenin ilanının İsrail’in devlet olarak adını duyurduğu tarihten sonrasına tekabül etmesi oldukça ilginç bir tesadüftür! Bugün bizlerin eleştirdiği ve sorduğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin tüm insanlığı kapsamadığı ve dünyanın dört bir yanında zulme uğrayanlara karşı üç maymunu oynadığının cevabı oldukça basittir; İsrail ve onun zihniyetindeki beyaz ırk kendi ırkının dışındakileri “insan” olarak tanımlamamaktadır. Onlar için insan olmayan bizlerin aynı haklara sahip olması mevzu bahis dahi değildir; diğerlerinin yaşamına son vermek ise onlar için bir mesele bile değildir.

İsrailoğulları tarih boyunca insanların usandığı bir millet olma vasfını hâlen devam ettirmekte. Peygamberler döneminde lanetlenmekten son anda kurtulmuşlar ancak her dönem kendilerine lanet okutmaktan vazgeçmeyen ilginç bir zihniyet. Varlıklarını başkalarını yok ederek inşâ ediyorlar. Filistin topraklarına ayak bastıkları günden bugüne sadece Filistin’de değil Orta Doğu’da barış ve huzurun esamesi görülmüyor. Dünyadaki diğer insanlar ameliyat masasında morfin verilmiş hasta gibi beklemekte, tam bilinçli olmasa bile olanları görüyor, izliyor. Bilinçleri yerine geldiğinde hareket edip gerçek dünyaya geri dönecekler. 

Zulme sessiz kalmak yetmez zalime dur demedikçe ancak dur demek sadece sözlerden ibaret kalmamalı. Durmak bir eyleme dönüşmeli. Müslümanlık şuuru gerekli ancak bu meseleler için insanlık şuuru en başta gelen hakikat. İnsandan doğan her canlı insan değildir. Bazıları mahluk olarak günlerini tüketiyor, bazıları insan olarak yaşamayı seçiyor. İnsan olabilmek için en başta gelen özellikler vicdan, hakkaniyet ve merhamet. Seçim bizlerin…