Beş ayrı Türkçe

Türkçe, Türkler tarafından ihmâl edilmiştir. Türkçe, Türkistan ve benzeri yerlerde işgalcilerin gazabına uğramıştır. Nihayet Türkçe farklı alfabelerin kullanılması ile değişik lehçe ve şiveler arasına devasa duvarlar konulmuştur. Şimdi bağırıp çağırmadan, ortalığı velveleye vermeden bu duvarları Ali Şir Nevai’den ilham alarak aşmanın zamanıdır!

FİRDEVSİ’nin (Ö.1020) Şehname’sine göre Ceyhun nehrinin doğusu Turan, batısı İran’dır. Firdevsi’nin bu adlandırması, 19’uncu yüzyılda Macar araştırmacılar tarafından her nasılsa önemli sayılıp keşfedilmiştir. Yüzyılın sonunda Türkiye’de de kullanılmaya başlanmıştır. O kadar ki, “Turan” terimi siyâsî bir içerik kazanmış olmasının sonunda “Türkistan” adının yerine kullanılır olmuştur.

İkinci Meşrutiyet döneminde “Türkçü, milliyetçi” olarak bilinenler de “Turancı” diye adlandırılmıştır. Böylece bir bölgenin, bir coğrafyanın adı olarak bilinen “Turan” terimi, zamanla siyâsî bir akımın da adı olmuştur.

Türkiye’de “Turancı” terimi, muhalifleri tarafından yüklenen olumsuz anlamlar ile kullanılarak bir suçlama bahanesi durumuna getirilmiştir.

Ne var ki, SSCB’nin beklenmedik bir zamanda (1991) dağılması, Türkistan coğrafyasını bütün sorunları ile birlikte Türkiye gündemine taşımıştır. Türkistan, diğer adıyla “Turan” coğrafyasının önemli sorunları arasında Türkiye ile kara bağlantısının olmayışı yer almaktadır. Çünkü Nahcivan-Zengizur üzerinden olan kara bağlantısı, 1924’te SSCB lideri Stalin tarafından, Zengizur’un Ermenistan’a katılması ile ortadan kaldırılmıştır. SSCB her ne kadar ortadan kalkmış ise de Stalin’in yaptığı sınır düzenlemeleri yerinde kalmıştır.

SSCB’nin dağıldığı 1991’de Azerbaycan’ın yanı sıra Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan da bir iki ay ara ile bağımsızlıklarını elde etmişlerdir. Adı geçen ülkelerin başında her ne kadar eski SSCB kalıntısı yöneticiler Ruslar tarafından tayin edilmiş iseler de Rusya’nın uzun süre bu ülkelerin işlerine karışamaz duruma düşmesi, bağımsızlık yolunda önemli bir fırsat oluşturmuştur.

İşte bağımsızlığını elde eden bu ülkelerin liderleri, Türkiye ile birlikte çeşitli seviyede yaptıkları toplantıların sonuncusunu “Türk Konseyi Toplantısı” adıyla İstanbul’da, 12 Kasım 2021’de yapmışlar ve konseyin (keneşin) adı “Türk Devletleri Teşkilâtı” olarak değiştirilmiştir. “Türkçe konuşan”, “Türk dilli” gibi isimlerle yola çıkan bu teşkilâtın adı da bir çeşit gelişmenin sonunda “Türk Devletleri Teşkilâtı” hâlini almıştır.

Teşkilâtın üyesi olan devletler önceleri Nahcivan Anlaşması’nın sonucu olarak sadece “Türk dilli” iken, şimdi doğrudan “Türk Devleti” durumuna gelmişlerdir.

Teşkilât üyesi olan devletler ise Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan “üye”; Macaristan ve Türkmenistan ise “gözlemci” sıfatıyla toplantıya katılmıştır. Toplantı sonunda Türkmenistan Cumhurbaşkanı Gurbangulu Berdimuhammedov, Türkmenistan’ın teşkilâta üye olma kararını açıklayarak Macaristan’ın bir adım önüne geçmeyi başarmıştır.

Avrupa’nın orta yerinde, kimliğindeki Hıristiyanlık unsuruna ve iki yüzyıl Osmanlı Türklerine karşı mücadele eden Macaristan’ın bu teşkilâtın içinde gözlemci sıfatıyla bile olsa yer alması, siyâsî bakımdan oldukça önemlidir.

Türk Devletleri Teşkilâtı 8’inci Toplantısı’nda alınan kararlar arasında, “Türk Konseyi” adı “Türk Devletleri Teşkilâtı” olarak değiştirilirken, üye ülkelerin egemenlik hakları ve toprak bütünlükleri içinde açıklamada yer verilmiştir. Ticaret, ulaşım ve bölgesel yatırımların teşvik edileceği açıklanmıştır. Ermenistan konusunda Azerbaycan’a, Kıbrıs konusunda ise Türkiye’ye destek verildiği ilân edilmiştir. Kırgız ve Tacik sınırında ortaya çıkan anlaşmazlık için de Kırgızistan’a destek olunması ve sorunun müzakereler yoluyla çözülmesi istenilmiştir. Türk devletleri terör, aşırıcılık, bölücülük, ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve İslâm düşmanlığı söyleminin her türüne karşı mücadele etmeyi kararlaştırmıştır.

Türk Devletleri Teşkilâtı’nın kararları arasında ekonomi önemli bir yer tutmuştur. Bunun bir sonucu olarak Zengizur koridorunun açılması ile Hazar üzerinden Doğu-Batı arasında yapılacak taşımacılığın da bölge ve üye ülkeler için önemli bir fırsat olacağı belirtilmiştir. Bununla birlikte, Türkçe konuşan diasporadaki topluluklar ile bilgi ve tecrübe alışverişinin yapılması da bir hedef olarak yer almıştır.

Duvarları aşmanın zamanıdır!

“Türk Dünyası manevî başkenti”, “Türk Dünyası turizm başkenti” ve “Türk Dünyası kültür başkenti” gibi unvanların dönüşümlü olarak her yıl tespit edilerek ilân edilmesi ve uluslararası Ali Şir Nevai Ödülü’nün verilmesi kararlaştırılmıştır.

Bu kararlar üye ülkelerin bağımsızlıklarının 30’uncu yılında ve İstanbul’da alınmıştır. 10 Kasım 2020’de Karabağ’da Ermenistan’a karşı Türkiye ve Azerbaycan’ın zaferi kazanılmamış olsaydı, muhtemelen “Türk Devletleri Teşkilâtı” adı ve bu teşkilâtın kararları da olmayacaktı.

“Toplantı kararları Azerbaycan, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe ve Türkçe dillerinde imzalanmıştır” şeklindeki bu son cümle ise, Türk Dilli Devletler, Türk Devletleri gibi vurgulara gölge düşürmüştür. Ali Şir Nevai gibi Türkçenin gelmiş geçmiş en önemli isimlerinden biri adına uluslararası bir ödülün düzenlenmesi kararı bile “beş ayrı dilde” yazılıp imzalanmıştır.

Beş ayrı dil, aynı zamanda beş ayrı Türkçenin de resmen kabulü demektir. Elbette beş ayrı Türkçe fiilî bir durumdur. Yüzyılların getirdiği en önemli sorundur. Ekonomi, turizm, eğitim, ulaşım gibi konularda yapılacak her türlü işbirliği çabası, beş ayrı Türkçenin varlığını hesaba katmak zorundadır.

Türkçe, Türkler tarafından ihmâl edilmiştir. Türkçe, Türkistan ve benzeri yerlerde işgalcilerin gazabına uğramıştır. Nihayet Türkçe farklı alfabelerin kullanılması ile değişik lehçe ve şiveler arasına devasa duvarlar konulmuştur. Şimdi bağırıp çağırmadan, ortalığı velveleye vermeden bu duvarları Ali Şir Nevai’den ilham alarak aşmanın zamanıdır!

Bu duvarları aşmak, elbette siyâsî bir kararlılıkla olur. Ancak iş sadece siyasetle sınırlı değildir. Türkçenin her bir lehçe ve şivesini ayrı ayrı havzalarda akan nehirlerini tek bir menzile doğru akıtma işidir. Binlerce yılın ihmâli kısa sürede hâllolacak basit bir iş değildir. Ancak 21’inci yüzyılın imkânları ile bu büyük işin yapılması da binlerce yıl sürecek değildir. Beş ayrı Türkçeyi birbirine yaklaştırmak, birbirini anlayacak duruma getirmek, gelecek yüzyıllar için çok önemli bir başlangıçtır.

“Türk Devletleri” gibi adlarla ortaya çıkan oluşumlar ırkçı bir çabanın sonucu olarak görülebilirler mi? Adı geçen ülkelerin kendi aralarında işbirliği imkânlarını arttırma çabaları doğrudan bir başka ülkeye, bir başka topluluğa karşı düşmanlık amacı etrafında teşekkül eden bir içeriğe sahip değildir. Bu ülkelerin içeride ve dışarıda başta, sağlık, eğitim, ulaşım, ekonomi, sınır sorunları ve iç savaşlar olmak üzere pek çok sorun ile kuşatılmışlardır.

Aynı Türk devletlerinin yeraltı ve yerüstü ekonomik kaynakları, işlenmeye muhtaç verimli toprakları 300 milyon civarındaki büyük nüfus kitlesi gibi devasa imkânları da vardır. Bu devletler birbirlerinin eksik ve zaaflarını giderecek yapısal özelliklere de sahiptirler. Doğudan batıya uzanan coğrafyaları ile birtakım tehditler kadar büyük imkânlara da sahiptirler. O hâlde bu devletlerin kendi imkânları ile kendi sorunlarını çözmeye ve uluslararası sorunlarını ise kardeş devletler ile yapacakları işbirliği ile aşmaya çalışmaları, özgür, onurlu müreffeh bir gelecek için hayatî derecede önemlidir.

Doğrudan kendi geleceğini koruma, geliştirme ve ilerleme isteğinden ortaya çıkan birlik çabaları ise ırkçı bir çaba değildir. İnsanlığın bir parçasının, kendi sorunlarını aşma ve kendini geliştirme çabasıdır.

Azerbaycan-Ermenistan Savaşı örneğinde olduğu gibi, Ermenistan işgalindeki yerleri tümüyle bırakmış olsaydı, ne böyle bir savaşa, ne de tarafların büyük can ve ekonomik kayıpları söz konusu olurdu. Tarafların ellerindeki imkânlarını iyi komşuluk ilişkileri içerisinde kullanmaları, kendi ekonomilerinin gelişmesinde, yoksulluklarını yenmelerinde kendilerine bir fırsat oluşturabilirdi.

Rusya ve İran’ın Türk birliğine bakışı

Beş ayrı Türkçenin garabeti kadar, Türkistan’da Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan adıyla dört farklı ülkenin ortaya çıkması da bir SSCB ve Stalin projesidir.

SSCB ve Stalin tarihin çöplüğüne gitti ama projesi Türkistan’da işlemeye devam ediyor. Bu ülkelerdeki tepe yöneticilerinin önemli bir kısmı da SSCB döneminde yetişmiş, amaçları ve kaygıları o dönemde teşekkül etmiş olan kimselerdir. Bu tepe yöneticilerinin Türk devletleri projelerinde ne kadar istekli ve gayretli olacaklarının mutlak bir garantisi de yoktur. Sudan sebeplerle her an sorun çıkarma potansiyelleri vardır.

Yüzlerce yıl Türkistan’ı işgalinde tutan, önemli bir Rus nüfusunu başta Kazakistan olmak üzere Türkistan’a yerleştirmiş olan Rusya, Türk ülkeleri arasında giderek artan ekonomik ve siyâsî işbirliğine görünüşte hiçbir tepki göstermemektedir. Buna karşılık, Türk ülkeleri ile ikili ilişkilerini sürdürmeye çalışmaktadır. Azerbaycan-Ermenistan arasındaki savaşa da muhtemelen Türkiye’yi karşısına almamak için karışmamış, iki taraf arasında 10 Kasım 2020’de ateşkes anlaşması yapılmasına aracılık etmiştir.

Bu ateşkes ile birlikte Türkistan ve Türkiye arasında Zengizur üzerinden karayolu bağlantısı, bir imkân olarak ortaya çıkmıştır. Böyle bir imkânın haber olmasının ardından İran’ın Azerbaycan sınırında askerî tatbikat yapması ve Ermenistan sınırlarının değişmesine izin vermeyeceği gibi üst perdeden tehditler savurması, Türk ülkeleri arasında giderek artan işbirliği tehdidine karşı Rusya’dan önce İran’ın tehdit oluşturduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

Türkiye ve Türkistan arasındaki işbirliğine, kara ve demiryolu bağlantısına İran’ın tek başına engel olması mümkün değildir. İran’ın böyle bir işbirliğine ve kara/demiryolu bağlantısına sorun çıkarma çabası ne suların, ne de zamanın akışını tersine çevirmeye yetecektir. Türkiye ve Türkistan arasında Stalin’in icat ettiği Ermenistan engeli aşılmaya çalışılırken, bir diğer ve daha geniş ölçekli asıl engelinse İran olduğu gerçeğini bir kere daha ortaya çıkmıştır.

İran’ın Türkiye ve Türkistan yoluna taş koymasının, bir kötü niyetli hevesin ötesine geçme ihtimâli yoktur. Belki de İran’ın bu hevesi, işgalindeki ülkelerin toplulukların özgür geleceklerine kapı aralayacaktır.