“Ben”lerimle yüzleşme

Şimdi onları tekrar yerleştirmenin zamanı geldi. Tıpkı bir yapbozun parçalarını dizer gibi, her parça öyle güzel oturmalı ki yerine, eşref-i mahlûkat olmaya aday insan çıkmalı ortaya. Hem insanoğlu değil mi en büyük bulmaca?

ÇAYIMIN rayihasıyla mest olduğum şu demde, kafamın içindeki binbir düşünce meşgul ediyor “beni”. Yaşadıklarımın kritiğini yapıyor galiba benden habersiz bazı “ben”ler. Duygu yoğunluğu içinde bir sağa bir sola savrulmaktan alıkoyamıyorum kendimi.

İçimde anlamsız bir isyan var sanki. Bütün “ben”ler toplanıp ayaklanmışlar. Nasıl bastıracağımı bilemediğim bir isyanın içinde buluyorum kendimi. Kimi hakkını arıyor, kimi baskın çıkmak istiyor, kimi ise takılmış güçlülerin peşine, kendi olmaktan çoktan vazgeçmiş. “Benden kaç ‘ben’ daha çıkar?” diye düşünmeden edemiyorum. İçimdeki “ben”leri çıkarıp tek tek dizsem karşıma… Başta çok komik geliyor bu fikir ama yüzleşmeye cesaretim var mı, bilemedim.

Düşünsenize, karşınızda sayısız “ben”… Merhaba, ben sevgi! Ben doğruluk! Ben merhamet! Ben kıskançlık! Ben ego! Ben kin! Ben… Ben… Ben… Bu liste böyle uzayıp gidiyor. 

Farkında mısınız, ne kadar çok “ben” dedik! Bu basit listeleme bile “ben” merkezli kişiliğimizin bir sonucu galiba. Gördünüz mü? Aslında ne çok kişiyle birlikte yaşıyor ve sonra onları bir yapıp içimizde saklıyoruz. Gün yüzüne çıkmasını istemediklerimiz de hayli fazla. Utangaç ben, heyecanlı ben ya da içimizdeki kötü ben… Bunlar insanın fıtratında var tabiî fakat bu “ben”lerden hangisini pohpohlayıp içimizde büyüttüğümüz ve hangisini öne çıkardığımız önemli değil mi sizce de?

Bir tohum gibi içimize serpilen bu huylarımızı var etmek veya yok etmek bizim elimizde. Tıpkı bahçemizde yer verdiğimiz çiçekleri özenle seçtiğimiz gibi... Kimse bahçesinde dikenli çalılara yer vermek istemez. O hâlde bizi zehirleyip sadece bizimle yetinmeyerek etrafımıza da zarar veren bu kötü “ben”leri bir an önce ayıklamalıyız içimizden. Güzel huylarımızı nadide çiçekler gibi sulayıp beslerken, kötü ve çirkin huylarımızın arzularına cevap vermeyerek onların kuruyup solmasını sağlamalıyız. Dikkat edin, listesini çıkardığınız “ben”ler firar etmesin!

Aslında kötülük ve kin el ele verip atsalar kendilerini bir yerlerden aşağı, inanın gıkım çıkmayacak. Ama olur mu hiç? Bir gardiyan gibi bekliyorlar sevgi ve iyiliğin kapısında.

Hem kaçmasın diye aşk, merhamet ve adalete daha çok dikkat edin! Sonra kalıveririz maazallah kindar ve zalim nefsimizle. Kâinat Efendisi’nin en belirgin özelliği olan hoşgörü, sen nerelerdesin? Neden bu kadar mahsun kaldın içimizde? Neredeyse yok olmak üzere... Sen de elimizden kayıp gidersen nasıl bakarız Efendimizin yüzüne?

Şimdi onları tekrar yerleştirmenin zamanı geldi. Tıpkı bir yapbozun parçalarını dizer gibi, her parça öyle güzel oturmalı ki yerine, eşref-i mahlûkat olmaya aday insan çıkmalı ortaya. Hem insanoğlu değil mi en büyük bulmaca? Doğru parçaları olması gereken yerlerine koyabilirsek, “ahsen-i takvîm” olur. Ne de güzel olur! Ama önceliğimiz “ben”lerimizin karanlık tarafına kayarsa, işte o zaman “esfel-i safilîn” oluveririz farkına varmadan.

En önce merhameti ve hoşgörüyü çağırmak istiyorum; sonra sevgi ve güzel ahlâkı yerleştireceğim hemen yanlarına. İnsanlığımız için olmazsa olmaz olan doğruluk da kocaman yer kaplasın istiyorum içimizde. İmanlı ve inançlı ben? O asla terk etmemeli kalbimizi! Onun etrafında anlam kazanır tüm evrensel güzellikler. Bir pınar gibi yeşertir sinemizi, tüm hücrelerimize vaha olup can verir adeta. Ama ondan yoksunsa yürekler, en temiz ve saf olanın bile hep eksik kalır bir tarafı ve şaşar mutlaka terazisi bir gün.

İçimde bir tabur askerle yaşıyorum sanki. Ve hepsi payına düşeni alıyor içtiğim her yudum çaydan…