Benim mastırım, benim doktoram!

Ekrem Bey’in mantığı ile bakarsak, doktora bitiren herkesin yaptığı her şey doğru olurdu. O zaman da “Ben doktora bitirdim” diye hiç yanlış yapmadığımı düşünür, başkalarına da “Doktoralıyım ben kardeşim, benim yaptığım her şey doğrudur” diye hava atardım!

TÜRKİYE’de herkes yüksek lisanslı veya doktoralı olmadığı için açıklayalım: Liseyi bitirdikten sonra üniversitelerin iki yıllık programları bitirilirse ön lisans, dört yıllık programları bitirilirse lisans diploması alınmış olur.

Lisanstan sonra belli bir alanda uzmanlaşmak isteyenler yüksek lisans yaparlar ve bilim uzmanı olurlar. “Master” olarak yazıp “mastır” diye okudukları şey budur. Bunun tezli ve tezsizi vardır: Tezliler daha çok araştırmaya ve akademiye yönelik, tezsizler ise daha çok bilgi ve görgü arttırmaya ve sektöre yöneliktir.

Doktora yapmak içinse şu anda tezli yüksek lisans bitirmek gerekir. Doktora; birkaç dönem ders aldıktan sonra, yine belli bir alanda özgün bir tez yazılarak ulaşılan bir akademik derecedir. Süresi genellikle dört yıldır, ancak altı yıla kadar uzayabilir.

Doktora, eğitim sürecinin sonudur; sonraki akademik dereceler, daha çok unvan almakla ilgilidir.

Doktora bitirilince, ilkokulla başlayan ve asgari 22 sene süren (4 yıl ilkokul, 4 yıl ortaokul, 4 yıl lise, 4 yıl lisans, 2 yıl yüksek lisans, 4 yıl doktora) eğitim tamamlanmış olur. Bu süreci tamamlayan biri, “Dr.” (akademik doktor) unvanı alır.

Ekrem Bey’in eşi Dilek Hanımefendi ile ilgili söylediği “Benim eşim, iyi eğitim almış, üniversite bitirmiş, mastırı, doktorası olan bir Türk kadını… Benim eşim nereye gideceğini bilir” ifadesi, doktora meselesini tartışmaya açmış oldu.

Şu anda https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/ adresinden kimin yüksek lisans tezi var, kimin doktora tezi var hepsi görülebilir (benim ismimle bakmayın bu arada, bulamazsınız).

Tabiî ki Ekrem Bey, eşi için “yüksek lisanslı ve doktoralı” deyince, sosyal medyadan izlediğim kadarıyla birçok kişi sisteme girip Dilek Hanım’ın tezini kontrol etmiş. Ben de kontrol ettim…

Evet, Dilek Hanım’a ait bir yüksek lisans tezi var: Cam tavan sendromu ve örgütsel bağlılık ile ilgili… Ancak doktora tezi yok!

Emin değilim ama Dilek Hanım henüz doktorayı bitirmedi sanırım, muhtemelen devam ediyor.

Ekrem Bey “doktoralı” derken, “Doktora yapıyor” demek istedi galiba…

Bu bizim için gereksiz bir detay; doktora bitirmiş de olabilir, doçent de, profesör de…

Burada dikkat çekmek istediğimiz nokta, bu eğitim sürecinden geçmiş olmak ne “iyi eğitimli” olmayı, ne nereye gideceğini bilmeyi, ne de iyi insan olmayı garanti eder!

Dilek Hanım’ın yüksek lisansını ya da doktorasını değersizleştirmek için söylemiyorum. Ancak elitist bakış açısının, üstünlük vehminin ve diğerlerini küçümsemenin hâlâ “eğitim” üzerinden gidiyor olması problemlidir.

Kafamızdaki üniversite eğitimi ile her şeyin hâllolduğuna dair inanç eskidi ve geçerliliğini yitirdi.

Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de eğitimli nüfus arttı. Her sene bir milyona yakın insan, üniversiteye kayıt yaptırıyor. Doktoralı sayısı ve nüfus içindeki oranı da artıyor ama beklenen güllük gülistanlık manzara pek görünmüyor.

Ama biz hâlâ, “Efendim insanımız eğitimsiz, hâlbuki Avrupa’da…” şeklinde başlayıp süren ifadelerle özetlenecek yanlış bir kafa üzerinde gidiyoruz. Sadece kendimizin eğitimli olduğu, eğitimli insanların da bizi tercih ettiği yanılsaması bir tarafa, eğitimin her derde çâre olacağını zannediyoruz.

Ekrem Bey’in mantığı ile bakarsak, doktora bitiren herkesin yaptığı her şey doğru olurdu. O zaman da “Ben doktora bitirdim” diye hiç yanlış yapmadığımı düşünür, başkalarına da “Doktoralıyım ben kardeşim, benim yaptığım her şey doğrudur” diye hava atardım!

Eğitim kötü değil ama yukarıda işleyişini anlattığımız “eğitim süreci”, aslında eğitim değil. Belki “öğretim” olarak ifade edilebilir...

Eğitim, teknik bilgi öğreniminden daha farklı bir anlam ifade eder. Eğitimle beşerî münasebetleri, hâddimizi ve hududumuzu, iyi insan olmayı öğrenir ve daha da önemlisi, bunu hayatımıza yansıtırız! Öbür türlü (şu anki üniversite eğitiminin olduğu) aldığımız eğitimler (aslında teknik bilgi öğrenimi), yaptığımız yüksek lisans ve doktoralar bizim hayat pusulamız olamaz.

Hattâ biraz eleştirel perspektiften bakarsak, bizi kendimizden, hayatın gerçeklerinden, toplumdan soyutlar ve dar bir uzmanlık alanına hapseder.