“Benim değerim, asırlar sonra anlaşılacak”

“Benim kıymetim yüz yıl sonra anlaşılacaktır”, “Bugün reddettiğiniz fikirlerimi, ben öldükten sonra kabul etmek zorunda kalacaksınız” gibi açıklamalarda bulunan genç sanatçıların ne kadarı haklıdır, zamana bırakmak lâzım. Zira hayatı yokluk içinde geçen bazı ressamların, bestekârların eserleri, sonradan çok rağbet görmüştür.

DÜNYANIN her yerinde, insanlar birtakım sesler çıkarıyor ve bu yolla anlaşabiliyorlar.

O seslerin toplu hâlde ne anlama geldiğini kısaca ifade etmek gerekince “lisan” diyoruz.

Biri “elma” dediğinde diğerleri elmayı anlıyor; “ekmek” dediğinde ekmeği…

İnsanların çıkardığı sesler her yörede, ülkede değişebiliyor ve bütün lisanlarda elmanın da, ekmeğin de bir adı var. Diğer her şeyin adı olduğu gibi…

Bu tablo, hikmetlerden/delillerden biridir.

Dillerin kendiliğinden oluşuverdiğini düşünenler, istedikleri kadar öyle düşünmeye devam etsinler. Esintisi beri yana ulaşmaz.

*

İnsanlar sesleri yazıya dökmeyi de başarmış ve elle çizdikleri birtakım işâretler sayesinde sessiz anlaşma yolunu da bulmuş çok zaman önce.

Öyle ki, târihin başlangıcı, yazının bulunuşuna dayandırılıyor.

Bu itibarla, ya konuşarak ya da yazarak anlaşıyoruz.

Bazen de tam tersi oluyor.

Konuşarak da, yazarak da anlaşamıyor ve kavga ediyoruz.

Hem de fenâ hâlde…

Dövüşmeye kadar varabiliyor.

Savaşlar bile böyle çıkıyor.

Zaten geri plândaki maksat anlaşmamak ise, konuşmak da, yazmak da işe yaramaz.

Sesler yükseliyor, taraflar karşılıklı bağırmaya başlıyor.

Yazılar daha irileşiyor.

Savaşan yahut savaşa tutuşmak üzere olan iki ülkenin gazetelerine bakın.

Gayet iyi örnekler çıkar karşımıza.

Esas maksadı kandırmak olanlar ise, yazıları gereğinden fazla ufaltıyorlar.

Dikkat etmişsinizdir. Önünüze uzatılan bir sözleşmede en küçük harflerle yazılan ve altını imzalamanız beklenen kısımlar, genellikle aleyhinize olan metinlerdir.

Ve genellikle hiçbirimizin o minik yazıları okumaya ne vakti vardır, ne niyeti.

Formalite olarak görür ve imzayı basar, çıkarız.

Patırtısı, bir aksilik yaşandığında çıkacaktır.

*

“Beni hayatta bir kişi anladı, o da yanlış anladı” demiş adamcağızın biri.

Acınacak bir durum.

Ama kimin başına gelmemiştir ki yanlış anlaşılmak!

Özellikle büyük sanatçılar ve fikir adamları için söz konusudur.

(Yanlış anlaşılmak mı daha kötü, hiç anlaşılmamak mı? İsteyen ve vakti olan keyfince tartışabilir.)

Bazıları da bu tespite dayanarak, yaşarken anlaşılmamanın buruk lezzetiyle avunur.

Geniş kitlelerce kabul görmeyişlerinin, hak ettikleri kadar değerli bulunmayışlarının izahı da vardır elbette her birinin nezdinde.

“Benim kıymetim yüz yıl sonra anlaşılacaktır”, “Bugün reddettiğiniz fikirlerimi, ben öldükten sonra kabul etmek zorunda kalacaksınız” gibi açıklamalarda bulunan genç sanatçıların ne kadarı haklıdır, zamana bırakmak lâzım.

Zira hayatı yokluk içinde geçen bazı ressamların, bestekârların eserleri, sonradan çok rağbet görmüştür. Milyonlarla ifade edilen bedeller ödendiğine şâhit olduk kaç defa.

Buradaki anahtar kelimenin “bazı” olduğuna dikkat çekerim.

Hepsi için geçerli değil.

Öbür türlü olsaydı, hep birden elimize fırçayla boya alıp tuvalin karşısına geçerdik.

Ne de olsa badana yapmaktan kolaydır bir tuvali boyamak.

“Hiç değilse bizden sonrakiler rahat etsin. Doğrusu ben de bakınca pek bir şeye benzetemiyorum ama bu işler böyle imiş azizim… Çoluk çocuk, değeri sonradan anlaşılacak bu resimleri milyonlar karşılığında satar, bize de arkamızdan hayır duâ ederler…”

*

“İleride buralar çok değerlenecek” diye sapa yerden imarsız arsa almak, şehrin kıyısında da olsa bir daireye yatırım yapmak, ne olacağını tam anlayamamışken bitlikoin için birikimi elden çıkarmak, belki bazılarının yüzünü güldürecektir ama bazılarını da üzebilir.

Garantisi bulunsa, resim hepsinden iyi.

Çok masraf gerektirmez.

Boyaların ve fırçaların fiyatı da çok arttı ama ne yapalım, o kadarına katlanılır.

*

Kıymetinin yıllar sonra bilineceğine inananlara selâm olsun.

Ne olur ne olmaz, az da olsa içlerinden birileri haklı çıkacaktır.

Bizim yatırımımız da bu selâm olsun.