Beni yalnızlığına ortak et!

Talip değilim iyi gününe. Bir gülsen bin güneşe değer. Râzıyım ayağın takıldığında tepetaklak olmaya. Doğrulmanın adı, sen varsan “kıyam” olur. Seni görmediğim hangi gün kalkabilirim toprağımdan? Yalnız yokluğundan değil, varlığından da derin bir şey bu.

İZİN ver, tanıyayım seni! Dünyan ne renk? Bir gök var mı orada özüne döndüğün? Yüzün gözün yıldız tozu… Belli, hiç indirmemişsin başını. Bir şehrin var mı meselâ, bir bucağın? Hatırına düşünce burnunun direğini sızlatan bir kokun var mı? Adının peşi sıra geliyor hasret türküleri. Belli, sırtından düşmemiş sıla rüzgârı…

Yuvan var mı? Kaç evsiz sığar içine? Merhamet, yüreğini yasladığın koca bir dağ gibi dimdik duruyor bakışlarında. “Gözlerin” diyorum gözlerin, ne kadar şefkat, ne kadar anne!

İzin ver, ortağı olayım sırrının! Gecenin karanlığına sımsıkı sarıldığın vakit sığındığın kol kimin? Kaldırımlar mı, yollar, dağlar mı? Yalnızsın, biliyorum. Görüyorum seni, sesini duyuyorum. Rûhun ne denli sırsa, o denli aşinayım sana. Ben bildim seni, bir de sen anlat istiyorum. Bir sesini duyursan neler değişmez ki dünyamda! Güneşim doğar, göğüm aydınlanır, durulur denizim. Bir hayâl yeşerir düşümde. Ki bu, yaşatır beni...

İzin ver, bölüşelim yükünü! Yorgun musun? Omuzların düşük, dizlerin titrek… Bir buğu gelmiş konmuş ki gözlerine, acını okuyorum. Yığılıp kalmadın mı hiç annenin dizlerine? Öyle çivi gibi dimdik duruşuna aldanmıyorum. Biliyorum ki, kalbinin bir parçası küskün dünyaya. Öyle yılgın ve öyle yorgun… Yaslan bana. Kavileşir omuzlarım sen dayanınca, en ala dağ olur.

İzin ver, bulayım neredeysen! Kayboldun mu hiç? Yoksa her daim bile bile mi şaşırırsın yollarını? Bilirim, öyle her yolun sonu denize çıkmaz oralarda. Çatallanır, tenhalaşır, korkutur seni. Tüm sokakları ezbere bildiğini biliyorum. Hangisinin sonu çıkmaz, hangisininki götürür seni mavi göğe, bilirsin. Bilmek yetmez çoğu zaman. Bazı yollar yürünmez yalnızlıkla. Kaybolmak iki kişiliktir.

İzin ver, beraber açalım kapılarını karanlığın! Bilir misin yer nerede? Toprak üşütür mü? Kanın oradan, canın oradan, ölümün de oradan ya… Aç içini ve dokun ona. O ki, candır insana, hayat asıl oradadır. Bir parça alalım ve dolduralım ceplerimize. Göğü de yakamıza iliştirelim. Beraber içelim zehir olsa da yaşamı. Kabulümdür dünya içinde sen varsan. Yoksan, güneşin dibi ayazdır!

“Olmaz” desen olmayacak mı? Artık susmalı mıyım?

İzin ver, dinleyeyim seni! Sen sus ve bu sessizliği anlamak bana kalsın! Bu dediğim yalan değil. Ben sana yalnız gözlerimle değil, acımla baktım. Bilirsin, nerededir acısı şu varlığı dünyaya yük olan garibin.

Bilmiyorsun, öyle mi? İnsan değil mi, ağlayarak doğmamış mı?

İzin ver, bileyim yorgun yalnızlıklarını! Çevirme yüzünü; anlayayım neden burkuldu dünyan. Hangi afetle darmadağın oldun ve nerede enkazın. Yoldaşı ben olayım denize açılmayan sokaklarının. Gecende doğayım, gününde olmayayım, râzıyım! Ağladığını bileyim, yükünü hafifleteyim, kâfi!

Talip değilim iyi gününe. Bir gülsen bin güneşe değer. Râzıyım ayağın takıldığında tepetaklak olmaya. Doğrulmanın adı, sen varsan “kıyam” olur. Seni görmediğim hangi gün kalkabilirim toprağımdan? Yalnız yokluğundan değil, varlığından da derin bir şey bu.

Binlerce kişinin çekiştirdiği rûhunu korumaya, hepsini birden savuşturmaya bir kişi yetecekti. Ben taliptim, sen görmedin. Beni yalnızlığına ortak et!