MEĞER türkülerimizin
ilk dörtlüğü bile tamamlanamazmış.
Meğer
kelimeler insanı bağrına basar, onunla hemdert olurmuş.
Meğer
insan kendi kendine de her şeymiş ve hiçbir şeymiş…
Şu
son bir sene var ya, meğer ne hâle getirmiş de beni, farkında değilmişim…
Osman
Paşa’nın kumandasında şehadete uçarak gidenler de bende ne sınır bıraktı, ne gurur,
ne sabır, ne metanet... Meğer böyle meczup olunurmuş! Her gün meczup gibi oğlunun
mezarına giden, gününü orada geçiren, dünyayla irtibatı kalmayan anneye kendimi
ne çok yakın hissediyorum.
Geçen
yıl 7 Şubat’ta, benden 6 yaş küçük yeğenimi kaybettiğimden beri kolum kanadım
kırıktı. Bu süreçte ruhumda o kadar budama yaşadım ki hiçbir acı artık bana tesir
edemez gibi geliyordu. Ama Burhan Kuzular, Doğan Cüceloğlular, Kadir Topbaşlar
ve nice sınırsız yakınlık hissettiklerim de bizi yalnız bırakıp gittiler. Zaman
zaman kimseyi rahatsız etmeden dertleşmeye çalıştığım sazımı bile elime alıp
derdimi dökemez olmuştum artık. Tâ ki Osman Paşa kumandasındaki şehitler mangası,
kundakta yavrularını, al yazmalılarını tereddüt etmeksizin bırakıp yola çıkana kadar…
Son
damla nasıl bir damlaysa, bardak sürekli taşıyor. Yavrunu düşünüyorsun, “Artık
o, yavrusunu koklayamayacak” diyorsun, taşıyor… Anneni düşünüyorsun, “Artık
onlar bayramlarda analarının elini öpüp sarılamayacaklar” diyorsun, taşıyor.
Zalimler tarafından tekmelenip Türkiye’ye geri itilen göçmenlerin haberini
okuyorsun ve “İşte o Osman Paşalar, Fırat Kalkanıyla, Barış Pınarıyla, Zeytin
Dalıyla bu garip göçmen kuşlar zalimlerden tekme yemesin diye oraları vatan
etmişlerdi” diyorsun, son damla taşmaya devam ediyor…
“Zalimler
vatanımızı kuşatıp paramparça etmesinler diye cansiperane kuşatmaları
yardıkları” aklına geliyor, damlalar süzülmeye devam ediyor. Gökten kurşunlar
yağarken, yaralı silah arkadaşlarını adeta bir melek gibi kurtarmaları gözünün
önüne geliyor ve yüreğin eriyip damla damla süzülüyor.
Ne
yürek kalıyor, ne metanet. Elin tellere dokunup nağmeler kulağına gelince
dilinden dökülen sözler damlalara eşlik ediyor. Ama…
İşte
“ama”sı var!
“Ağlama
anam, ağlama
Mavi
yazma bağlama
Mavi
yazma tez solar anam
Yüreğimi
dağlama” mısralarını
avazın çıktığı kadar söylüyorsun ama
“Bahçe
bağ olanda gel anam
Ayva
nar olanda gel
Hasta
oldum gelmedin anam
Bari
can verende gel” mısraları
hıçkırıkları aşamıyor. Bu sefer bir cesaretle başlıyorsun:
“Eledim,
eledim, höllük eledim
Aynalı
beşikte -canan- bebek beledim
Büyüttüm,
besledim, asker eyledim”den sonra hıçkırıklar size bir türlü “Gitti de
gelmedi -canan- buna ne çare” mısraını söyletmiyor.
İçerisi
öyle dolmuş, öyle dolmuş ki illâ çağlamak istiyor. Gözleriniz damla damla
süzülmeyi bırakıp çağlayan olsa da kendinizden geçip,
“Asker
yolu beklerim
Günü
güne eklerim
Sen
git yârim talime de
Ben
burayı beklerim” diyebilseniz
de nakarata mecâliniz kalmıyor:
“Çemberimde
gül oya
Gülmedim
doya doya
Asker
yolu beklerim de
Gününü
saya saya…”
O
vakitten sonra sizde hâl kalmıyor, ne
“Havada
bulut yok, bu ne dumandır
Mahlede
ölen yok, bu ne figandır
Şu
hava şartları ne de yamandır
Ah
o Yemen’dir
Gülü
çemendir
Giden
gelmiyor
Acep
nedendir” türküsü
derdinize ortak oluyor, ne de
“Bitlis’te
beş minare
Beri
gel canan, beri gel
Yüreğim
dolu yare” türküsü…
Bu
türküleri biz ezbere biliriz. Bu türkülerin bestecisi, güftecisi bu aziz
millettir. Her millet evlâdı bu türküleri her seferinde yüreğiyle güfteler,
hissiyatıyla besteler. Çünkü ilham olan, bu milletin hem bu dünyadaki muzaffer
orduları, hem de şehitler dünyasındaki Osman Paşa ve personelinin dâhil olduğu
orduları, kolorduları, alayları, taburlarıdır.
Demem
o ki, bu millet, bu ümmet, bu vatan için kötü emeller, niyetler besleyenler
bilmeli:
Evet,
bizim yüreğimiz yanıyor yanmasına da, çelik gibi irade ve kararlığımızda zerre
sapma olmadığı gibi artma vardır. Herkes kiminle dans ettiğini iyi bilecek!
İnsan olacak! Hakkı neyse ona razı olacak! Kimsenin vatanında, canında, malında,
namusunda gözü olmayacak!
İşte
dostlar, bunları zalimlere anlatsam anlamazlar. Onlarda anlayacak kalp olsaydı
zaten zulüm yapmazlardı. Anlasa anlasa bu medeniyeti, kültürü, emek emek, damla
damla, seda seda beraber inşâ ettiğimiz insanlar anlar.
Rabbim
her şehidimizin, her vefat eden yakınımızın mekânını cennet etsin. O ebedî
hayatın en güzelini nasip etsin ve onların büyük ailesi olan bizlere de
metanet, onların yürüdüğü yolda yürüme kuvveti versin.
(Bu arada, plânladığım bazı çalışmaları tamamlayabilmem için Temmuz’a kadar izninizi talep ediyor, muhabbet ve hürmetlerimi sunuyorum.)