DUYGULAR, hâller, ahvaller… Durağan olmayan ve
karar perdesi kişilere göre değişen nice vaziyet... Bütün bunların toplamı,
kimlik ve karakter hakkında birtakım ipuçları veriyor. Yani öyle sanıldığı
üzere duygular ve hâller, kişinin dışa kapalı kuytularında değil, topluma
yansıttığı o umumî vitrininde sahneleniyor.
Burada tek teessüf
noktası şu ki, her duygu ve hâl ile bir milliyet kimliği de meydana çıkıyor.
Savaşlar,
terörizm, afetler, salgın ve buna benzer pek çok kitlesel yıkımda ortaya
çıkıyor ki, bencillikten de farklı olarak bir “benci”lik mevzubahis.
Ne zaman bir
yerlerde geniş sınırlar dâhilinde yıkıcı etkiler ortaya çıksa, orada çoğunluğun
bir benci karakterine büründüğünü görmek oldukça üzücü.
“Nedir bu benci
figürasyonu?” derseniz, en basit tarifim şu olacaktır: Benci insan, merkez ben
kutsaması ile toplumdan ayrışan bir karakter olarak kendini yüceltir. Bu
demektir ki, büyük bir toplumsal yıkımda zarar görmemesi gereken tek kişi kendisidir.
Bağlı bulunduğu devletin ve milletin sürdürülebilirliği, gelecek nesillerin
yaşanabilir bir ortama erişebilirliği ve bir başkasının zarar-yarar grafiği,
benci insanın ilgi alanını teşkil etmez.
Bugün de görmek
mümkün ki, salgın global bir etkiye sahip. Her devlet kendi sınırları içinde
kendi direniş katsayısı kadar zararı öteleyebiliyor. Fakat bu tip büyük yıkıcı
olaylar karşısında “sıfır etki” diye bir kavramdan bahsedilemez. Herkes kendi
çapında bir olumsuz etkilenme sürecinde. Bu bazen maddî, bazen manevî ve bazen
de her iki yönden olabilir. Peki, insan en şahsî buhranlardan en toplumsal
krizlere kadar neyi öncelemelidir? Sanırım burada cevaplanması elzem soru bu.
İnsan kendi yaşam
standardını, sağlığını ve konumunu muhafaza ederken hangi ara “benci” sıfatına
geçiş yapıyor? Aslında çok ince bir çizgi ile ayrılan bu hudut, birbirinden çok
uzak kutba da işaret edebilir.
İnsanî saiklerimiz
saygınca yaşamak ve sürdürülebilirlik. Buradaki saygınca yaşamak da herkes için
geçerli bir sıfat. Saygınca yaşamak, insana ait normlarla yaşamaktır. İnsana
yakışan bir ortamda temel ihtiyaçlara haiz olmak, saygınca yaşamanın ilk ayağı.
Sonrasında kişisel beklentiler, zevkler ve özel yaşam dinamikleri de
sayılabilir. Bir insan ve ailenin gereksinimleri, beklentileri ve ihlâl
edilmeyen bir yaşam alanına sahip olma güdüsü herkes tarafından saygı görür ve
zıt yönde bir fikir beyan edilemez. Elbette geniş kitleleri etkisi altına alan
bir yıkım karşısında insan, kendi varlığını ve yakın çevresini muhafaza etmek
isteyecektir. Ama bunu yaparken de toplumda işleri zorlaştırmamak, sadece yüklü
bir benlik aşkıyla hareket etmemek gerekiyor. Zaten insan kalabilmenin
kodlarından biri de bu…
Bütün değişkenler
karşısında belli bir duruşa sahip olabilmek gerekiyor. O duruşla kendini ve
ailesini önceleyen bireyin topluma da en azından zarar vermeyecek şekilde
davranabilmesi lâzım ki kötü günler geride kaldığında o saygın yaşamak hayâlinin
içinde bir de öz saygınlık denilen kırıntılar görülebilir olsun.
Benci insana
sorsanız, dünyanın bütün yükü onun omuzlarındadır ve toplumda gerçekleşen bütün
negatif sonuçlar direkt onu etkilemektedir. Diğer etki alanlarında var olan
bariz tahribatlar ise onun paydaşı olduğu bir sorumluluk değildir. Bu yüzden
tekraren “Neden böyle oldu?” sorusuna cevap arar. Bulduğu bütün cevaplar, yıkım
getiren olay üzerinden değil de devlet, kurum ve bireyler üzerinden olur. “Savaş,
salgın ve afet yüzünden böyle oldu” demez. Çünkü bu kavramlar serzeniş, talep
ve beklentilerin adresi değildir.
Aslında zor
durumlarda devlet mercilerinden talepte bulunması doğal olan insan, bunu
yaparken -biraz da- toplumsal faydayı önceleyebilse ve sadece “Ben” demeden, “Biz”
diyerek hareket edebilse, bu tip zorlu süreçleri el birliğiyle daha kolay
atlatmamız mümkün. “Ben” denilen yerde muhakkak bir çatışma, anlaşmazlık ve
suçlama gibi öfke tohumları büyütülüyor. Maddî ve manevî zorlukları bertaraf
etmek yerine insanlar birbirine düşüyor ve bu “benci”lerin sayısı arttıkça,
başa gelen yıkıcı durumdan daha büyük tahribat etkisine sahip bir toplumsal
kaos meydana geliyor.
Yaşama ve yaşam sürdürme talebi, maddî-manevî huzur içinde olabilme gayreti herkes için haktır ve hem karşı çıkılamaz, hem durdurulamaz bir gerekliliktir. Fakat bunu yaparken hep beraber birbirimize fayda ile daha kolay yol alabileceğimizi unutmamalıyız. Devleti, kurumları ve toplumsal kesitleri hiçe sayarak veya onlara savaş açarak hiçbir afet-salgın ve savaş ortamından sağ çıkabilme gayreti akıl kârı olmayacaktır.