EDEBİYAT,
Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER) Başkanı Şerif Aydemir anlatmıştı...
Cağaloğlu’nda yürürken, Kitabevi’nin iç tarafından Mehmet Varış el etmiş: “Gel
bak, içeride kim var?”
İçerideki misafir “Mustafa Kutlu”...
Selamlaşma ve hal hatır faslından sonra sohbet türkülere
geldiğinde, Şerif Bey bir türküyü hatırlatmış: “Mendilim işle yolla!/ İşle,
gümüşle yolla!/ İçine beş elma koy,/ Birini dişle yolla!”
Burada durup düşünmek gerekir! Zamane birbirine güneş
görmemiş cümlelerle mesajlar yazıp fotoğraflar gönderirken… Sevdiğinin
dişlediği elmayı talep eden birinin sözleri ne demektir?
O an Mustafa Kutlu çok hislenmiş; çantasını bırakmış, dışarı
çıkmış, yürümeye başlamış. Şerif Bey arkasından gidip seslenmek istediyse de
Mehmet Varış durdurmuş: “Bırak! Gitti gider…”
İşte erbabına böyle tesir eder türküler, yüreğinden yaralar,
bazen de esir eder! “Nasıl?” diye sormasın kimse, bilen bilir! Bilmeyen,
anlatmayla da oraya varamaz zaten.
***
Bu ülkede Türk müziği yasaklandı bir vakitler. Elinde sazla
dolaşmak, yakın zamana kadar tuhaf karşılanırdı. “Kıyafeti bozuk, kravatı yok,
papyonu yok” diye köylüler büyük şehirlere alınmadılar. Âşık Veysel’in bile
Ankara’ya sokulmayıp geri gönderildiğini kuru bilgi olarak okumak ve duymak,
layıkıyla anlamak için yeterli midir, bilmem.
Yine de hiç duymayana nazaran bir nebze fark olduğunu
söyleyebiliriz. Nebzeyi nezleye benzetebilecek olanların ifadesiyle “bir tık”…
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk müziği yasaktı ama Batı
müziği de ortalığı yıkıp geçiyor değildi. Devlet opera ve balesi açılmış,
senfoni orkestraları kurulmuş, okullarda mandolinle “dım dım” bir şeyler
öğretilme gayretine girilmişti ama o müzik bir türlü halka nüfuz etmiyordu,
edemiyordu. Millet yine bildiğini okuyor, sevdiğini dinliyordu.
Peki, niye böyle olmuştu?
Koca Devlet’i parçalayanlar, sınırları çizenler, bu milleti
bir avuç Anadolu ile çeyrek avuçluk Trakya’ya mecbur edenler, geri kalan
topraklarda yeni yeni oyuncak devletler kuranlar öyle istiyorlardı. Kıyafetler
değişecek, yazı değişecek, yönetim şekli değişecek ve daha önemlisi kafalar
değişecekti.
Başka yolu yoktu!
Bu kadar değişiklikten sonra müzik aynı kalabilir mi? O da
değişecekti. Batı müziği gelecekti. Çünkü ilerlemiş Batı, müreffeh Batı,
emperyalist Batı bu sayede kalkınmış ve alıp başını yürümüştü. Tabiî işin bir
de din tarafı var. Orası çok uzun bir bahis...
“Başka yolu yoktu!” dedik ya, aslında vardı: Son nefere kadar
savaşmak…
O da harplerden yenik çıkmış fakir bir millet için yok olmak
anlamına geliyordu. Tamamen yok olmak…
Yoksa İstanbul’a gelmiş, her tarafı işgal etmiş İngilizler,
Fransızlar, İtalyanlar ne diye tek mermi atmadan çekip gitsinler?
Fakat Çankaya Köşkü içinde kapılar kapatılıyor, sofra
kuruluyor ve Türk müziğinin en klas eserleri çalınıyordu. Bu bir protestoydu
elbette. Esaslı bir protesto!
Bir akşam “Alişimin kaşları kare” çalındığı sırada Mustafa
Kemal gözyaşlarını tutamadı: “Alişimin kaşları kare aman/ Sen açtın sineme yare/
Bulamadım derdime çare aman/ Görmedim hiç ah civan Alişimi Tuna boyunda…”
Memleket havası… Hatıralar… Elden çıkmış topraklar… Tuna
nerede kaldı? Bir zamanlar bizimdi. Asırlar boyunca... Oraya şanla, şerefle
gitmiştik. Şimdi kimin? Hangi hoyrat ellerde? Alişim nerelerde? Tuna boyuna
gidebilir mi? Gidemez! Göremezsin artık onu Tuna boyunda!
Nasıl tutabilsin gözyaşını? Kim olsa ağlar...
Ekipteki Kemancı Ali durdurmuş müziği. Belki de yanlış
hatırlıyorum, kim bilir, belki türkünün bitiminde gitmiştir yanına. Şöyle
demiş: “Te be Paşam, em yasaklarsın, em ağlarsın!”
***
“Biz” dedi aziz arkadaşım Şaban Abak, “10 Kasım’larda ‘Atatürk’ün
sevdiği şarkılar’ adıyla o güzelim eserleri çalıp dinlerken meğer bir eylem
yapmaktaymışız”.
Evet, öyleymiş hakikaten!
Bir vakitler “Atatürk de hep güzel şarkıları seviyormuş”
demişti bir başka arkadaşım da. Ona verdiğim cevabı unutmamıştır umarım. Şöyle
söylemiştim: “O zamanlar uydur kaydır eserler yoktu ki…”
Gerçi olsaydı da Atatürk onlara meyletmezdi.
Kısa süre önce CRR’de bir konsere gittik. Aysun Gültekin
konseri… Salon tıklım tıklımdı. Aslında uzun uzun yazmak şart değil, “Aysun”
deyip bırakabiliriz. Erbabı sözün gerisini hemen anlar.
Yine de birkaç cümleye ihtiyaç var. Çünkü o, popüler kültürün
harmanı içinde yer almayanlardan. Harika bir ses, muhteşem bir yorum! Alaylı, notasız
okur. Dahası, hatasız okur!
“Bir melek simadır aklımı alan” diyerek memleketi Erzurum’dan
başladı, “Çıkar yücelerden” ile Erzincan’a geçtik hep beraber. “Gökyüzünde
bölük bölük turnalar” ile Merzifon’a uğradık, Zile’de durakladığımızda “İzzetli,
hürmetli bilirim seni” dedi. Yozgat’a geçtiğimizde, “Sabahınan esen seher yeli
mi?” ve Rumeli’de “Bir fırtına tuttu bizi”…
Neşet Ertaş’tan “Zülüf dökülmüş yüze”, Urfa’dan “Turnam
yükseklerde uçar”, Kayseri’den “Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun?” derken yine
döndük Erzurum’a: “Dün gece yâr hanesinde yastığım bir taş idi…” “Kadem bastı
gönül tahtı, a Sultanım safa geldin…”
Ve derken Kerkük: “Altın hızma mülayim”… Ordu’dan
“Hekimoğlu”, Kars’tan “Ay salınıp giden yâr”…
Konserin sunucusu, değerli sanatçı Ali Gürlü idi. Onunla
birlikte bir Antalya Serik türküsü söylediler: “Çekemedim akça kızın göçünü…”
Söylenen türkülerin hepsini belirtmek isterim. Dahası, burada
adını andığımız anda o muhteşem eserlerin Aysun Gültekin yorumuyla
kulaklarınıza ulaşmasını isterim. Fakat “tıp henüz o kadar gelişmedi”. Eğer siz
de aynı isteği hissederseniz, zahmete girmeniz gerek. En azından “iki üç tık”
ile o türküleri bulmak zorundasınız. “Tık”lı devirdeyiz!
***
Aysun Gültekin’in sesi ve yorumundan öte, kişiliği
konuşulmalı fikrimce. Nasıl hanımefendi biri olduğunu yalnızca ekrandan
tanıyanlar dahi bilir. Çok konuşmayı sevmez. “Zaten beceremem” der. Övünmekten
hiç hoşlanmaz. Övülmek bile ona ağır gelir. Hemen hislenir, mahcubiyete
kapılır. O ister ki türküler söylesin. Sadece türküler…
Onlarca kaset çıkarmak, yalılar almak, magazin malzemesi
olmak, gazetelere, dergilere sayfalar dolusu röportaj vermek, boy boy
fotoğraflar çektirmek gibi işler uzak köyün âdetleri.
Köy deyince türkü, türkü deyince köy gelir akla. Ve o güzel
gecede söylenen “Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş,/ Yavru gitmiş, ıssız kalmış
otağı”nı anmadan geçmek olmaz.
Bayburtlu Zihni, yıllar sonra döndüğünde memleketini tanınmaz
halde bulur ve böyle söyler: “Zihni dert elinden her zaman ağlar/ Sordum ki bağ
ağlar, bağ u ban ağlar/ Sümbüller perişan, güller kan ağlar/ Şeyda bülbül terk
edeli bu bağı…”
Memleketine dönüp de aynı halde bulan kim var ki?
***
Aysun Gültekin ve pek çok sanatçının hocası Mehmet Erenler de
salondaydı. Daveti kırmayıp sahneye geldi ve bir çaldı ki…
Saz nasıl çalınırmış, bilen bilmeyen gördü.
Aynı şekilde, Almanya’dan kalkıp gelen Erdal Erzincan da iki
türküde eşlik etti Aysun Gültekin’e.
Türkülerin bir başka ustası Zafer Gündoğdu da sazını
konuşturdu.
Adile Kurt Karatepe ve Münevver Özdemir, beraber bir türkü
ile gecemize güzellik kattılar.
Unutulmaz bir programdı! Bir gecede Erzurum’dan
Antalya’ya, Kerkük’ten Balkanlara ve Kırşehir’den Karadeniz’e kadar
memleketin bir kısmını dolaştık. Hem de oturduğumuz yerden…
Bu coğrafyanın harcı türküler. Türküler olmasa çok daha kolay
böleceklerini bilenlerdi yasaklanmasını isteyenler. Bunu bilir ve hiç
unutmazsak, o mendeburlar hiçbir zaman çirkin emellerine ulaşamaz ve biz
şarkılarımızla, türkülerimizle yarınlara daha zengin, daha güçlü yürürüz.
İtirazı olan?
***
Türkülerin zarif melikesi: Aysun Gültekin
1963
yılında, Erzurum’un İspir ilçesine bağlı Çamlıkaya’da doğdu. İlk ve orta
öğrenimini doğduğu topraklarda, lise öğrenimini Ağrı Kız Meslek Lisesi’nde
tamamladı. Babasının teşviki ile 1981 yılında TRT’nin açtığı radyo sınavlarına
girdi ve kazanarak bir yıl sonra Erzurum Radyosu’nda ses sanatçısı olarak
göreve başladı.
Mehmet Erenler, Ali Ekber Çiçek, Mükerrem Kemertaş, Turan
Engin, Nida Tüfekçi, Neriman Altındağ Tüfekçi, Yücel Paşmakçı, Adnan Ataman,
Tuncer İnan gibi ustalarla birlikte çalıştı. İTÜ Türk Musikisi Devlet
Konservatuvarı Ses Eğitimi bölümünde uzun havaların icrası ile ilgili tavır
dersleri verdi.
1992’de TRT İstanbul Radyosu’na tayin oldu ve 2011’de “Baba
ocağım” dediği TRT’den emekli oldu.
Aysun Gültekin, 2008 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından
“Türk Müziği” dalında “Yılın Sanatçısı” seçildi. Sanatçı, “İl İl Türkülerimiz”
adlı albüm projesinde Erzurum, Elazığ, Urfa, Sivas, Erzincan, Diyarbakır,
Amasya, Kocaeli, Kerkük gibi birçok yöreye ait türküleri seslendirdi.
Anadolu’nun değişik yörelerine ve farklı kültürlere ait ninnilerin toplandığı
“Anadolu Ninnileri” adlı albüm projesinde yer aldı.
Sakarya Fırat, Pars: Narkotörer, Yabancı Damat, Köprü,
Kurtlar Vadisi-Irak, Kurtlar Vadisi-Pusu dizilerinde türküler seslendirdi.
Okuduğu her türkünün yöre tavır ve tadını mükemmel şekilde
hissettiren, adeta okuduğu türküdeki irfan, idrak ve duygu dünyasını yaşatan
sahici duruşu ile türkülerin ülkemizin bütün kesimleri tarafından sevilmesini
sağladı. Kurtlar Vadisi dizisinde seslendirdiği “Altın Hızma” adlı Kerkük
türküsü ile efsunkâr sesi geniş kitlelerce çok sevildi. Üslubu ve icra tekniği
bakımından geçmiş ile gelecek arasında bir köprü vazifesi gören usta sanatçı,
Türk Halk Müziğine ve halk edebiyatına gönül verenlere de model oldu. Onun duruş
ve sesinden feyz alan yetenekli gençler, onun örnekliği ile bu kültüre hizmet
etme yolunu seçtiler.
TRT stüdyolarında gerçekleştirdiği bazı türkü kayıtları da
“Bala Sarhoş” adıyla TRT tarafından albüm olarak yayımlandı.
Sanat hayatını, “Benim sarayım köşküm olmadı, hiç böyle bir
özlemim de olmadı. Ama ben köşklerin en güzeline, ülkemin insanlarının gönül
köşküne oturmayı başardım. Şöhret olmayı değil, iz bırakmayı seçtim” diyerek
özetleyen Aysun Gültekin, Balkanlardan Orta Asya’ya kadar birçok türküyü büyük
bir ustalıkla seslendirmesinin yanı sıra, uzun havaları yorumlayışındaki
başarısı ile de Anadolu toprağının adeta gönül haritasını çizdi.
Sesindeki ihtişam ve sanat hayatındaki başarılı çizgisinin
yanı sıra, Türk toplumunun değer yargılarına uygun hayatı, mütevazı ve
içtenlikli kişiliği ile sevenleri tarafından kendisine “Türkülerin zarif
melikesi” sıfatı yakıştırılan Aysun Gültekin, Türk Halk Müziği ile ilgili ülke
çapında yapılan projelerde ilk akla gelen en önemli sanatçılar arasında yer
almaktadır.