Ben susayım, sen konuş

Bilimsellikle dayatılan dil ve bilginin sınırlayıcı kurallarını yok sayma başarıldığı zaman, iletişimin tek aracı olarak salt “dil” değil, dili sanatlı olarak kullanabilmek olduğu anlaşılabilir. Hâlbuki neyin bilgi kabul edilip edilemeyeceği değerlendirilirken, esasında sembolik değişim içinde mânâ, değer ve niyetleri paylaşma sürecinde insanın yaratılmış varlık olduğunu, birbirinden farklı olmayıp daha da benzediğini, ortak nitelik ve farklılıklarının daha değerli olduğunu dikkate alır ya da tam tersinde düşünülürse, sözün sanatsal mahiyetine katkı yapmış olunur.

“İSTATİSTİKÇİ dünyayı parça parça keserek öldürür; şair bir dünya yapar ve ona can verir.” (A. Maurois)

Bir toplumun medeniyeti, siyasal yapısı, inanç boyutları, ekonomik durumu, sosyal statüsü, tarihsel kimliği, kültür ve anane nedensellikleri, o toplumun yapısında ve fikir alanında meydana gelen değişikliklere bağlı olarak söz konusu toplumun dilini de etkiler.

Siyasal ve tarihsel olaylar, dilde bir sanat türü olan hitabetin gerek doğuşunda, gerek gelişmesinde çok büyük rol oynamıştır. Toplumların yönetim şekillerine bağlı olarak çeşitli iletişim yöntemlerine başvurulmuştur. Örneğin, kimilerinde yönetici doğrudan meydanlarda halka hitap ederken, kimilerinde ulaklar kullanılmıştır. Bu alanda etkin söz ustaları kendilerini fark ettirmişlerdir. Bunlardan biri de Homer’in Eski Yunan’daki söz sanatıdır. Zira o, ülkesinin tarihini destan biçiminde dile getirmiş, bu destanda kahramanlarını, gerçekte dilediği ve hayâl ettiği gibi konuşturmuştur. Her toplumun destansı söz sanatları da tarihteki saygın yerlerini almıştır.

Bazı devirlerde, soylu tabakayla halk arasındaki ayrım söz sanatı üzerinden olmuş ve bu sanat sadece soylu tabakaya ait görülmüş. Çok daha sonra inşâ edilen yönetim şekilleri, vatandaşa, siyasal sorunların tartışıldığı ve mahkemelerin görüldüğü meydan toplantılarında konuşma hakkı vermiştir. Böylece söz söyleme sanatına yol açılmış ve devir şartlarının sağladığı olanak ölçüsünde “söz sanatı” gelişmiştir.

Baskıcı yönetim şekillerinde ise halk susturulmuş, söz söyleme sanatı tekelde toplandığı için gerileme kaydetmiştir. Bu şartlar altında “söz söyleme”, kişisel bir hak ve yetenek olmaktan çıkıp sanatın bir kolu hâline gelmiştir. Daha sonraları ise bu sanat, sübjektif bir eylem hâlinden çıkarılıp ilmi bir obje hâline getirilmiştir. Bu süreçte hitabet okulları kurulmuş, hatipler yetiştirilmiştir.

Birçok toplumda gelişen siyasal olaylar söz söyleme sanatını büyük ölçüde etkilerken, bazı toplumlarda da felsefe dilinde “bilge” diye tanınan Sofistler kendilerini dile ve söz söyleme sanatına adamışlardır. Özellikle savunma ve tartışma gibi konuşma tekniği üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bu şekliyle “söz” ve “sanat” birleşerek “söz söyleme sanatı” olmuştur.

Söz sanatı, yazılan metinlerdeki sözün anlamını güçlendirmek ve sözü güzelleştirmek için başvurulan anlam ve söz oyunlarının tümüne verilen ad olarak tanımlanır. Söz sanatları, duruma göre anlamı gerek anlam, gerekse söz yönü ile daha parlak ve etkili hâle getirmek için sözcükleri düz anlamlarının dışında kullanabilme yetisidir de. Söz sanatları edebiyatta anlatımı zenginleştirip renklendirmek ve daha çarpıcı bir duruma getirmek için, temelinde benzetmeye dayalı anlam ve söze bağlı anlatım özelliği ve inceliği olarak da tanımlanır. Söz sanatları söze güzellikler katmak ve sözün etkileyiciliğini arttırmak için sanatçının elindeki gizli bir güçtür.

Söz sanatları ile daha çok şiir dilinde, son zamanlarda ise reklâm dilinde etkili bir biçimde yararlanılmaktadır. Söz sanatları, özelliklerinin ve anlatım şekillerinin çoğu görebilen ve bakabilen için sanatçının kişiliğine açılan pencerelerdir. Bunun görülmesi için öncelikle ses ve anlama yönelik, birini diğerine tercih etmeyen veya biri için diğerini görmezden gelmeyen metinlerin birinci derecede önemli ögeler olarak görülmesi gereklidir.

Söz sanatlarının önemi, ilk başta sözü güzelleştirip daha etkili bir şekle getirmelerine, sözde ekonomiklik sağlamalarına, bundan dolayı da karşı tarafın duygularına seslenmesine, duyguları etkilemesine ve duyguların inandırılmasını sağlamalarına dayanmaktadır.

İnsanoğlunun en eski ve hiç bitmeyen uğraşısı, dilin güzel ve etkili kullanımıdır. İnsanın zekâsı dili kullanır ve ona şekil verir. Zekâ ile söz sanatları arasında güçlü bir ilişki vardır. Söz sanatları, zekânın dil üzerindeki tasarrufları ve işlemeleri sonucunda meydana gelirler. Söz sanatları varlıklarını dile borçluyken, gelişimlerini yazar ve şairlere, adlarını da belagatçilere borçludur. Edebiyatın başlıca ögeleri olan dil, düş ve düşünce, sanatın emrinde olmuştur. Sanatçılar kullandığı dilde birtakım yaratıcılık ve dil ustalığına ihtiyaç duymuş, bu da edebî sanatlarla sağlanmıştır.

Türk edebiyatının ilk devirlerinden beri meydana getirilen metinlerde söz sanatları kullanılmış olup, günümüz metinlerinde de kullanılmaktadır. Gelecekte kaleme alınacak yapıtlarda da kullanılacaktır. Söz sanatının bulunmadığı metinleri ortaya koymak olanaklı değildir; çünkü dil, edebiyatın malzemesidir. Mecazlarla örülü bir dil, halkın gönlünden çıkan ürünlere, atasözlerine, deyimlere, bilmecelere bütün güzelliğiyle sinmiştir.

Dil mecazlarla zenginlik kazanır. Söz sanatları sayesinde ortaya konulan yapıtlarda anlatım genişliği, güzellik, etkileyicilik ve özgünlük gibi özellikler ortaya çıkar. İnsanlar günlük yaşantının vazgeçilmez ögelerinden biri olan söz sanatlarına hâkim olmasa da bilmeden ve farkında olmadan bu sanatı kullanmaktadır. Bu bakımdan söz sanatları toplumun içinden, toplumun kendini aktarma ihtiyacından doğmuş ve eğitimli ve de eğitimsiz insanların kullandığı canlı bir dil göstergesi hâline gelmiştir.

 

Söz söyleme sanatı, hitabet ve belâgat

Söz söyleme sanatı veya hitabet, bireylerin ve toplumların kimliğinin oluşumunda önemli bir role sahiptir. Toplumun kendine ait psikolojisi de kendi kimliğine ve yazılan metinlerine yansır. Edebiyat, dilin iyi çözümlenmesinde ve anlaşılmasında hep aracı olmuştur. Edebiyatın arka plânında saklanan birtakım aşırı kurallı düşünceler ise edebî sanatlar boyutunda söz sanatını biraz hemen zorlaştırır.

Sözün ruhu, mantığı ve estetiği vardır. Zira eğitimin önemli noktalarından biri dil ve edebiyattır. Dil ve edebiyat, başkalarıyla iyi ilişkiler kurabilme, kişinin kendisini anlatabilme, bireyi geliştirmesi ve çevresiyle barışık bir şekilde yaşamasını sağlayabilmesi bakımından oldukça önemlidir. Söz sanatlarının yazılı metinlerin anlaşılmasında ve yorum yapılmasında en eski zamanlardan beri özel bir yeri vardır.

Çocukların küçük yaşlardan başlayarak, yaş ve gelişim düzeylerine bağlı olarak söz sanatlarını anladıkları, kimilerininse hitabetlerinde kullandıkları bilinmektedir. Bu durum dilin bu yeni, önemli, sonsuz ve yaratıcı olanaklarının anlaşılmasıdır ki bunun bir yetenek olduğu söylenebilir. Çocuğun bu yeni ve yaratıcı olanakları anlayabilmesi, dolayısıyla dili başarılı ve yetkin bir biçimde kullanabilmesi için dil ve edebiyat öğretimi ortamlarında, içinde bu olanakların sıklıkla geçtiği, yazılım niteliği yüksek metinler kullanılmalı; işlevsel sorular ve etkinlikler yoluyla da bu yaratıcı olanakların anlama neler kattığı, anlamı nasıl zenginleştirdiği fark ettirilmelidir. Bundan dolayı özellikle çocukların söz sanatlarını ve yarattığı imgeleri anlayabilecekleri ortamlar yaratılmalı, buna uygun araç gereçler kullanılmalıdır. Söz sanatlarının toplumsal bir anlayışla ele alınması, anlama ve anlatma becerilerini geliştirmeye dönük başka etkinliklerin niteliğini artırmasına neden olabilir.

Hitabet haksızı haklı, haklıyı haksız, gerçeği yalan, yalanı gerçek, kötüyü iyi, iyiyi kötü gösterme gücüne sahiptir. Hitabet, Sofistlerin elinde sanat hâline gelmiş ve gelişmiştir. Methiye ve salon konuşmalarıyla birlikte demagoji türü de işlenmiştir. Söz sanatı içerik bakımından anlamlı, biçim bakımından da güzel olduğu kadar içerik bakımından da doyurucu ve ikisinin tam bir uyuşum içinde olduğu etkili bir üslûp hâlini almıştır. Bu sanatta en önemli hususlardan biri, konuşmanın ikna edici olmasıdır. Bunun için de hatibin ikna edici araçları tanıması, bunları kullanmasını bilmesi gerekir. Örneğin, dinleyiciyi sözleriyle dilediği amaca ulaştırabilmesi için, kullandığı kelimeler kadar hâl, tavır ve tutumu da önemlidir.

Günümüzde Yunancada hitabet anlamına gelen “rhetorikos” kelimesi, “hitabet sanatı” anlamında “retorik” olarak da kullanılmaktadır. Bu sanatın kullanıldığı metinlerde ya da söylemlerde stil ve etki öne çıkarken, içerik ve anlam geri plânda kalır. Retorik sanatından faydalanmak isteyen kişinin aslî amacı, dinleyici ya da okuyucularını şatafatlı bir stille etkileyerek dikkatlerini içerikten uzaklaştırmak, onları sanatın efsununa kaptırmak ve dolayısıyla ikna etmektir.

Söz sanatında genel olarak üç temel sanat kabul görmektedir: Diyalektik, dilbilgisi ve retorik.

Diyalektikte amaç, tıpkı retorikte olduğu gibi muhatapları ikna etmektir. Bunu yaparken çelişkili ifadelere başvurmak ve karşıtlıkları kullanmak yollarından gidilir; bağlamda, retorik sanatıyla aynı amaca hizmet ettiği söylenebilir.

Öte yandan dilbilgisi, bir dilin ses, biçim ve tümce yapısını inceleyerek kurallarını belirler. 18’inci yüzyıla kadar filozofların boyunduruğunda olan dil, mantığın sözlü kalıplarına dökülerek forma sokulmuş hâli olarak benimsenmişti. 19’uncu yüzyıldan itibarense bu söze dökülerek şekillendirilmiş mantığın aslında kendine ait bir dünyası olduğunun ve sistemli, kapsamlı bir şekilde incelenmesi gerekliliğinin farkına varılmasıyla dilde şekilcilik öne çıkarılmıştır.

Dilde şekilcilik, tümce içindeki kelimeleri doğru biçimde ve ahenkli sesler üretecek doğrultuda sıralayarak, dikkati içerikten uzaklaştırıp stile yakınlaştırmaktır. Retorik söylemde de aslî amaç dikkati içerikten uzaklaştırarak stile yaklaştırmak, böylelikle dinleyenleri istenen şekilde yönlendirmektir. Şu hâlde bu üç temel sanat, aslında akla, mantığa ve mutlak gerçekliğe dayanması gereken “bilim” kavramıyla bir çelişki oluşturmaktadır. Bilhassa retorik sanatı, evrensellik kisvesi altında hâkim paradigma hâline getirilmekte, dolayısıyla bilimin tanımını ve amaçlarını bulandırarak bilimsellik kavramını bilime karşıtlık kavramı olarak sunmaktadır. Öte yandan, bilimde mutlak gerçeklik söz konusudur. Nesnelerin yasası vardır ve hiçbir nesne bu yasalardan bağımsız olarak düşünülememektedir. Öyleyse, “Modern bilimin üreticisi olarak adlandırılan Batı medeniyetinin üç temel sanat bahanesiyle bilimsel mutlaklıktan uzaklaşmasının sebebi aslında yetersiz oluşları mıydı, yoksa mutlak yani fiziksel gerçekliğe karşı metafiziksel felsefeyi içselleştirmiş olmaları mıydı?” diye sorgulanabilir.

Aslında her iki seçenek de kendi içinde büyük bir çelişki oluşturmaktadır. Şöyle ki; bilim ve retorik sanatını birbirinden bağımsız görmeyen postmodernist Batılılar, ya yetersizliklerini örtmek için retorik sanatını kullanmakta ya da onu bile kullanamayacak kadar yetersiz oldukları için metafiziksel felsefeye içsel bir zorunlulukla yönelmektedirler. Zira insanoğlunun tüm icatlarının konuşma yeteneği sayesinde gerçekleştiği aşikârdır.

Adalet ile adaletsizliğin, güzellik ile çirkinliğin meşru hâle gelerek insanların bir arada yaşamasını sağlayan bir araçtır söz sanatı. Konuşma yani dil, kendi amaçlarımız doğrultusunda toplumu ikna etmek için de kullanılır ve topluma bu biçimde hitap edebilme yeteneği de retorik olarak adlandırılabilir. Retorik, anlayışı bakımından, bir söylevin bölümlere ayrılması gerektiği tezini de savunur. Buna göre bir hatibin görevi, konuşmaya iyi niyetle başlamak, inandırıcılık için konuyu detaylandırmak, delilleri tartışmak ve hatırlatma adına konuşulanları özetlemek, konuşmanın sonunu merhametten ziyade öfkeyi temel alarak neticelendirmektir. Bu bağlamda hitabet her durumda insanları ikna edebilme araçlarından biri olarak tanımlanır ve hiçbir sanatın bu özelliğe sahip olmadığı da iddia edilir.

Hitabetin bir diğer özelliği ise, herhangi bir alanda bilgi birikimi gerektirmiyor olmasıdır. Kısacası hatip olmak için dâhi olmaya gerek yoktur.

Cevabı beklenmeyen soru

Söz sanatının siyâsî anlamda da ele alınıp tanımlandığı bilinmektedir. Siyasetin birçok önemli bölümden oluşan bilimsel bir sistemi vardır. Bu bölümlerden büyük ve önemli olanlarından biri de hitap veya hatip denilen sanatsal argümandır. Bazı felsefeciler bunu “bilinçli sanat” yapmanın yollarından biri olarak tanımlar. Bu, dildeki gelişmeden ziyade anlayıştaki gelişmenin dil içerisindeki sanatsal eksenini ortaya çıkarır. İnsanoğlunu doğası keşfedilmiş ve tamamen sembolik süreçlerle yaşayan bir hatip olarak düşünüldüğünde, tüm dünya düzeninin keskin bir şekilde şerit değiştireceğine dikkat çekmektedir. Yapmamız gereken tek şey, benliğimize, bildiklerimize ve geleceğimize dil bağlamında kıymet vermektir.

Bilimsellikle dayatılan dil ve bilginin sınırlayıcı kurallarını yok sayma başarıldığı zaman, iletişimin tek aracı olarak salt “dil” değil, dili sanatlı olarak kullanabilmek olduğu anlaşılabilir. Hâlbuki neyin bilgi kabul edilip edilemeyeceği değerlendirilirken, esasında sembolik değişim içinde mânâ, değer ve niyetleri paylaşma sürecinde insanın yaratılmış varlık olduğunu, birbirinden farklı olmayıp daha da benzediğini, ortak nitelik ve farklılıklarının daha değerli olduğunu dikkate alır ya da tam tersinde düşünülürse, sözün sanatsal mahiyetine katkı yapmış olunur. Bu durumda iyi konuşma sanatının ötesinde, rasyonel seçim teorisi tarafından şekillendirilen insan algılama biçiminde radikal değişim yapan bir kavram kimliği ortaya çıkabilir. Bu tanımların dışında sanatsal söylemlere dair genel bir literatür tanımı vermek gerekirse, söz sanatı, “cevabı beklenmeyen soru” olarak tanımlanmaktadır.

Dillerin derinliklerini anlama ve özellikle de anadili etkin biçimde kullanma bakımından söz sanatlarını bilmek önemli ve gereklidir. Çünkü insan yaşamında eylemlerin değil, daha çok sözlerin çok şeyin başı olduğu bilinmektedir. Öyle ki, kitleleri inandırma ve etkilemede oldukça önemlidir. Sözlerle nice devletler yıkılmış, nice devletler kurulmuştur. Toplumlar her zaman her yerde iyi hatiplerin coşkun hitabetleri karşısında heyecan duyarlar. Zira söz söyleme sanatı akla olduğu kadar duygulara da hitap eder. Bundan dolayı bu hitap gücü en uyuşuk, en vurdumduymaz kişiyi dahi etkiler. Bundan dolayı özellikle hatiplerin, öğreticilerin ve yazanların söz sanatlarını bilip kullanmasının önemi ve söz sanatları öğretimine yönelik eğitimleri gereklidir.

Güzel konuşma sanatı asırlar boyu çok değişikliğe uğramış olsa da ortak yaşam şartlarında saygınlığından bir şey kaybetmiş değildir. Bu sanat her türlü imkânı kullanarak etkinliğini eleştiriden yoksun toplumlar üzerinde sürdürmektedir. Edebiyatın bir kolu hâline gelen söz sanatı, eğitimde saygı duyulan bir nitelik kazanmıştır. Söz sanatına yönelik yapılacak eğitim çalışmalarının asıl amacı öncelikle dil ve edebiyat öğretmenleri, öğretmen adayları, öğrenciler ve ders kitabı yazarları olmak zorundadır. Ayrıca dil ve edebiyat öğretmenleri ile öğrencilerin ve yazarların söz sanatları öğretimine yönelik beklentileri, yaşadıkları sorunlar ve önerileri de ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmelidir. Bu şekilde bu sanat daha nitelikli hâle getirilebilir. Bu durum öğrenme ve öğretme yaklaşımlarını kullanmanın önemini ve gerekliliğini fark ettirebilir.

İlgili özneler, bu çalışmalara bağlı olarak meslekî yaşamlarında alan öğretimiyle ilgili daha hazırlıklı olabilir ve dersleri daha donanımlı yürütebilirler. Söz sanatında aslolan, sadece şiir ve edebî metinler değil, güncel metinler üzerinden daha nitelikli söz sanatları sergilemek, söz sanatlarının hayata kattığı anlamları daha iyi anlayıp yazılanların anlam dünyalarına daha rahat inebilmektir. Toplumsal sorunları tartışmak ve çözmek için yazıdan ziyade söz sanatı daha önceliklidir. Bunun için topluluk önünde sorunları tartışacak ve çözümleyecek yetenekli hatipler gereklidir. Özellikle de demokrasi ile yönetilen ülkelerde bu daha da önemlidir.